Ana SayfaYazarlarSolun meşruiyet ve makbuliyet çabası

Solun meşruiyet ve makbuliyet çabası

 

Hem Türkiye solu özelinde, özellikle 12 Eylül sonrasında, hem de tüm ülkelerdeki gerek sosyalist ve gerekse sosyal demokrat solda “demokrasi”nin araçsal olmaktan ziyade amaçsal (teleolojik) bir önem kazanmasının göze çarpan en büyük nedeni reel sosyalist rejimlerin özellikle “demokrasi eksikliği” sebebiyle domino taşları gibi dağılıp yıkıldığına dair hakim bir görüşün olmasıydı.

 

Bir biçimde, solun yaptığı bu özeleştiri kapitalist toplumsal ve ekonomik düzenlerin ve sistemlerin reel sosyalist düzenlere karşı başka “üstünlüklere” ve “niteliklere” de sahip olduğuna dair zimni bir kabule de kapı araladı. Zira, serbest piyasa ekonomisine ve hür teşebbüse karşı bir duruş ortaya koymayan; bilakis bunları içselleştiren bir yaklaşım ve bilinç sosyal demokratların yanısıra kimi sosyalistler arasında bile taraftar buldu.

 

Özetlemek gerekirse, demokrasiye ve demokrasinin derinleştirilmesine birincil derecede önem atfeden, piyasa ekonomisi ve özel mülkiyet gibi hususlarda katı bir tutum içine girmeyen solun toplumsal zeminde alt-orta ve daha yukarı gelir ve statü düzeyindeki kesimlerden destek bulmasına karşılık; çoğu “silahlı mücadeleyi” merkeze alan ve geleneksel sol bilinç ve algısını otoriter ve daha eşitlikçi bir toplum ideali ekseninde tanımlayan eğilimlerin daha ziyade toplumun en alt, dışlanma tehdidine en açık kesimlerden (lümpenleşen) veya sınıflardan yandaş bulduğu gözlenmekte.

 

Türkiye olarak içinde yaşadığımız bu dönemde muhalefet arayışları daha yoğun biçimde ortaya çıkıyor ve bu akla doğal olarak sol bir muhalefeti getiriyor. Ancak bugün kitlelere, “sol” diye sunulan; dibine kadar milliyetçiliğe batmış, yer yer faşizan unsurlar barındıran, statükocu, devletçi ve otoriter bir CHP zihniyetiyle kuşatılmış durumdayız. Bu olsa olsa güdük bir soldur. Zaten CHP, Kılıçdaroğlu önderliğinde Türkiye’nin demokratikleşmesine ilişkin bütün alanlardaki yalpalanmalarıya ve tutarsızlıklarıyla bu ülkede yaşayıp yaşamadığı sorusunu bize sordurmadan edemiyor.

 

Allah aşkına, topluma ve toplumsal olan neredeyse bütün olgulara, konulara ve aktörlere bu kadar uzak olup hala solda durduğunu iddia eden bir partinin durumu sizce de şizofrenik değil mi? Bu da yetmiyormuş gibi, işin hazin tarafı, bilgi dağıtım hegemonyasını elinde bulunduran anaakım bir medya ağı tarafından bu zihniyetin solun yegane alternatifi olarak sunulması da cabası.

 

Ancak, unutmadan şunu belirtelim, böyle bir ortamın yaratılmasında; daha doğrusu özgürlükçü ve demokratik solun toplumsal planda, aslında başat bir güç haline gelebilmesi ve hegemonik bir söylem oluşturması için, verili yapıda sosyo-ekonomik koşulların varlığına rağmen, “Türk Solu” etiketi altındaki CHP çizgisinin seçmenin tek sol-muhalefet alternatifi olarak görülmesinde, toplumsal alanın bütün hücrelerini(e) sar(dırıl)an yükselen milliyetçi-faşizan dalganın önemli bir payı var.

 

Türk(iye) siyaset tarihinde solun, öyle veya böyle meşruiyet ve makbuliyet çabasına dayalı, Kemalizm ile olan göbek bağı, Türkiye'de reel sol siyasetin milliyetçilik sosuna çeşitli dönem ve konjonktürlerde batırılmasına sebep oldu. Fakat tez elden şunu belirtmek gerekir ki, solun Türkiye'de Kemalizm'den kaynaklı milliyetçilikle olan hukuku, kemikleşmiş bir yapısal problematik.

Tanımı itibarıyla dogma, herhangi bir inancın kavramsal formudur. Öz olarak, eleştirel ve analitik düşünme metotlarına uzaktır. Bu nedenle, statükoyu yani hikmeti kendinden menkul değerleri ve fikirler manzumesini koruma içgüdüsüne sahiptir. Toplumsal olanı anlamlandıran bir siyasal ufuk olarak sol, Türkiye’de ulusal-popüler bir kollektif iradeyi toplumsal bir rızaya dayanarak örgütleyebilen bir “adlandırmalar” toplamına, genel bir entelektüel ve moral önderliğe tekabül etmek niyetindeyse derhal bu dogmatizmden ve anakronizmiden boşanmak zorunda.

Başka bir ifadeyle, solda bir çıkışın siyasetin ancak gündelik yaşamın bir parçası, sıradan insanların uğraşı haline gelmesine bağlı. Buradan hareketle, ‘Sol’, değerlendirme ve eleştirisini yaparken,  bugün meydana gelen toplumsal dönüşümle ve değişimle birlikte sınıf yapısının ve toplumsal yapının da değişime uğradığı gerçeğini göz önünde bulundurmalı ve mutlak suretle din ile olan negatif ilişkisini gözden geçirmeli.

 

 

- Advertisment -