Bakanlar “bayrağı indiremeyeceksiniz, ezanları susturamayacaksınız” diye meydan okuyor, iktidar sözcüleri direnme yeminleri ediyor, milletvekilleri “hodri meydan” diyor, il başkanları ‘sizi boğaza dökeriz’ diyen tweetler atıyor, gazeteciler “çıkın da görün gününüzü” diye tehdit videoları çekiyor, parti taraftarı sıradan vatandaşlar kurşun dolu kavanozlar, silah fotoğrafları paylaşıyor, “topunuz gelin” bağrışmaları havalarda uçuşuyor.
Türkiye’yi yönetenler günlerdir hayali bir darbeye meydan okuyorlar.
Peki bu kadar üst perdeden meydan okunacak, teyakkuza geçilecek ne oldu?
1960’larda sık sık yaşandığı gibi Harp Okulu öğrencileri Atatürk büstüne siyah çelenk mi koydu, meydanlara toplanan öğrenciler hükümet istifa diye ortalığı mı yakıp yaktı, ordu içinde bir cunta mı tespit edildi?
Hayır. CHP grup başkanvekili Meclis’teki bir basın toplantısında konuştu, CHP İstanbul İl Başkanı televizyonda bir cümle kurdu, 72 yaşında yurtdışında yaşayan bir yazar da bir yazı yazdı.
Ortada bu iddiaları ciddiye alıp başlatılmış bir soruşturma, ordu içinde bu iddialara temel teşkil edecek bir örgütlenme olup olmadığıyla ilgili bir inceleme yok, sadece sosyal medyada günlerdir süren, olmayan darbeye karşı sanal bir direniş var.
Evet. Türkiye’de çok sayıda darbe oldu, en son darbe girişiminin üzerinden dört yıl geçti. Hassasiyetin yüksek olması doğal. Siyasetçilerden, yazarlardan bu hassasiyetlere saygı duyması beklenir.
Ama iki siyasetçi ve bir yazarın toplam beş cümlesi de, elinde bütün devlet imkanlarını bulunduran bir iktidarı darbe teyakkuzuna geçirmemeli.
Hukukta bir tehdidin suç olup olmadığına bakılırken tehdidin yakın tehlike oluşturup oluşturmadığına, objektif olarak korkutucu olup olmadığına, failin bunu yapabilme kabiliyetine de bakılır.
Buna bir de siyasi kriter ekleyebiliriz.
Darbeyle tehdit ettiği söylenenler darbe destekçisi mi değil mi?
Dört darbe, üç darbe girişimi, bir e-muhtıra yaşamış Türkiye’de bir insanın darbeler hakkında ne düşündüğünü tespit etmek zor değil.
Mesela CHP Grupbaşkanvekili Özgür Özel’e bakalım.
Özgür Özel, Meclis’te düzenlendiği basın toplantısında söylediği şu sözler yüzünden günlerdir darbe imasında bulunmakla suçlanıyor:
“Atatürk’e husumeti olan ne kadar insan varsa tarihte onları araştırmış olan Ahmet Yaramış’ı buraya atadılar. Herhalde Atatürk’ün kemiklerini sızlatmak için bir atama yap deseniz, bu atama yapılır. Otursunlar beyefendiler. Saray’daki yerinde oturdukça Ahmet Bey rahat otursun orada. Ama Saray düzeninin sonu geliyor. O son, Atatürk'ün kemiklerini sızlatacak bütün bu atamaların, bütün bu liyakatsizliklerin de sonunu getirecek. Sırf Atatürk düşmanlığında, Atatürk husumetinde markalaşmışsınız diye inadına atandıysanız, Saray’daki kalktığında o görevden alınmak için beklemeyin. Dört gün alacaklıyız. Saray’daki görev değişimi yapıldıktan sonra dört gün alacaklıyız. Dört gün evvelden anla ve o koltuğu terk et… Herkes şunu bilsin. Bütün devlet memurları. Görevini devlet memuru gibi yapan devlet memurları. Hangi ülkeye hizmet ettiğini bilen çok değerli bürokratlar hiç korkmasınlar. Türkiye Cumhuriyeti Devleti gelir, saat gibi işlemeye başlar. O saatin en kıymetli çarkları da siz olursunuz. Eğer ki koltuğunuza liyakatle oturdunuz, devletinize sadakatle çalışıyorsanız.”
https://twitter.com/eczozgurozel/status/1255580046733049856?s=20
Peki, bu basın toplantısını neden yapmış?
Atatürk’ün kurduğu Türk Tarih Kurumu'nun başına, Ensar Vakfı’nda görevli bir profesörün (Ahmet Yaramış) atanmasını eleştirmek için. Konuşmanın bağlamı bu.
Özel, daha sonra bu konuşmasının videosunu tweet olarak atarken “Saray düzeni” yerine “Saray rejimi” demiş.
Bu bağlam dışında seversiniz sevmezsiniz ama bir ana muhalefet partisi sözcüsünün iktidar için “sonu geliyor” demesinin, “Saray düzeni”, “Saray rejimi” gibi ilk defa da kullanılmayan adlandırmalar yapmasının neresi tuhaf?
Demokratik bir ülkede ana muhalefet partisinin görevi, mevcut iktidarın sonunu getirmeye çalışmak değil mi?
Yıllarca ‘laik rejim’, ‘Kemalist rejim’, ‘askeri vesayet rejimi’ demiş insanların bu rejim sözüne bu kadar takılması da garip.
Ama darbe imasını bir tarafa, “Saray’daki görev değişimi” nden, “dört gün alacaklıyız” diyerek seçim takviminden, devir teslim töreninden bahseden ana muhalefet partisi grup başkanvekilinin bu basın toplantısı, “CHP’li Özgür Özel’in darbe imalı sözlerine tepkiler çığ gibi” başlıklı haberlere konu oluyor günlerdir.
Bakanların, parti sözcülerinin milletvekillerinin tepkileri çok sert:
“Cumhurbaşkanımızın ve Hükümetinin meşruiyetine dil uzatan ve aba altından sopa gösteren hadsizler bilmelidir ki Recep Tayyip Erdoğan ve yol arkadaşları hiçbir tehdide boyun eğmez.”
“Bu 28 Şubat kafasıdır. Bu 15 Temmuz öncesi millete ve devlete sallanan parmakla aynıdır. Bu çok açık vesayetçi bir tehdittir. Özgür Özel’in siyaseti maske, yaptıkları vesayet özlemidir.”
“Milletimizin seçtiği Cumhurbaşkanımıza ve hükümetimize ‘saray rejimi’ diyerek yine eski rejim kavgaları peşinde koşanların inandığı tek rejimin ‘Yassıada rejimi’ olduğunu biliyoruz. Milletin vicdanında mahkum olmuş kirli bir anlayış bu.”
“Biz gençler değil darbeyi ima edeni, icra edeni bile yerin dibine gömmüşüz. Hadsiz "tipitiplerin" tehditlerine mi boyun eğeceğiz?”
Şayet Özgür Özel, eczacı değil de emekli bir general olsaydı, daha önce bir cuntayla işbirliği tespit edilseydi ya da darbeleri savunmuşluğu vaki olsaydı bu sözler üzerine akla ilk olarak “darbeyi mi ima ediyor” gelebilirdi.
Halbuki elimizde tam tersi somut bir veri var.
Dört yıl önce yaşanmış gerçek bir darbe girişimi sırasında ne yaptığı bilgisi.
Bugün hayali bir darbeye karşı şanlı direnişlere geçenlerin pek çoğunun meçhullere karıştığı 15 Temmuz gecesi, 107 milletvekili direnmek için ilerleyen saatlerde bombalanacak Meclis’e gelmişti.
Bu milletvekillerinin 16’sı CHP’liydi. Ve onlardan biri de Özgür Özel’di.
15 Temmuz gecesi Meclis’te olanlar üzerine AK Parti Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın yazdığı “Gazi Meclis’te O Gece” kitabında yaşadıklarını anlatanlardan biri de Özgür Özel olmuş.
https://drive.google.com/file/d/1OuSYJzl4VwiOoKFlQxW4r3drxBiIyY2A/view
Bir düğün için Bursa’ya gitmeye hazırlanırken üç CHP’li milletvekiliyle birlikte bir woswosla güvenlikleri aşarak Meclis’e gelmişler:
“İçeriye gittiğimizde Meclis Başkanı hemen “Birer demokrasi öpücüğü vereyim.” dedi. O çok anlamlı yani, unutmuyorum onu. Bizim o güne kadar da Sayın Başkanla zaman zaman böyle tartışmalarımız, atışmalarımız hep oldu. “Bir demokrasi öpücüğüyle barışalım.” dedi. O öptü, sarıldı. Yerimize oturduk.”
O gece Meclis’e ilk gelen iki AK Partili’den biri olan eski Ankara Milletvekili Aydın Ünal da kitapta Meclis’te CHP’lileri görünce hissettiklerini şöyle anlatmış:
“…zannedersem bizim AK Partili vekillerimizden birkaç kişi geldi ve sonra CHP’li vekiller geldi, biz orada kapının önünde beklerken geldi CHP’li vekiller. Bülent Tezcan ve arkadaşları vardı. Çok samimi bir şekilde “Geçmiş olsun.” dediler. Onların gelmesi bizi çok rahatlattı tabii…”
Meclis Başkanı İsmail Kahraman, kürsüde iki yanına AK Partili katip üyeler yerine CHP’li Özgür Özel ve MHP’li Erhan Akçay’ı oturtmuş.
Kot pantolon ve gömlekle Meclis’e gelen Özel, kısa bir süre sonra bombalanacak Meclis’e hitap etmeden önce AK Partili Ahmet Gündoğdu’nun ceketini giymiş ve bütün televizyonlardan canlı yayınlanan şu konuşmayı yapmış:
“CHP olarak 90 yıldır seçimlere girip çıkarız. Yeneriz, yeniliriz ama asla darbecilere yenilmeyiz, darbecilere teslim olmayız. Son yapılan seçimlerde ana muhalefet olma görevini vermişti. Halkımız yapılacak bir demokratik seçimde CHP’ye bir başka görev verene kadar, iktidar olur muhalefet olur, Türkiye’nin ve bu parlamentonun ana muhalefet partisiyiz, demokrasiye ve parlamentoya sonuna kadar bağılıyız.”
https://twitter.com/eczozgurozel/status/1256255070951354369?s=20
Özgür Özel, geçen yıl 15 Temmuz’un yıldönümü için Anadolu Ajansı’na verdiği röportajda darbenin tiyatro olduğunu söyleyenleri “Ne tiyatrosu, bal gibi kanlı bir darbe girişimiydi” diye eleştirmişti.
Gerçek bir darbe girişiminde dört yıl önce böyle sınanmış olan bir siyasetçinin, en fazla sert bulunabilecek sözlerinden darbe iması çıkartmak, bir de üstüne ona 15 Temmuz direnişini tehdit gibi hatırlatmak o yüzden çok absürt duruyor.
CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun televizyonda söylediği sözlere verilen tepkiler de öyle.
Kaftancıoğlu, tartışılan sözlerini Halk Tv’de katıldığı bir yayında söylemiş.
https://www.youtube.com/watch?v=lxq3yhe0J4o
Şirin Payzın’ın sorduğu “..sizce buradan yeni bir seçime doğru gidiliyor hissi mi alıyorsunuz, yoksa tam tersine seçim meçim yok, bu iş tamamıyla herkesi susturup bambaşka bir düzene gidiyoruz ruh halinde misiniz, onun mu işaretini alıyorsunuz” sorusuna verdiği cevap da tam olarak şöyle:
“Şöyle cevap vereyim. Bugün yaşananlar, bugün yaptıkları bana yine 31 Mart öncesindeki gibi çok korktuklarını, vatandaşların hem CHP’li örgütlerin hem de CHP’li belediyelerin yaptıklarının vatandaşta çok büyük karşılığı olduğunu görüyorlar ve bunu engelleme adına, korkularından akla gelmez herkesi susturmaya ya da algıların olguların üzerini örtmesine dönük bir çalışma halinde olduklarını görüyoruz. Şimdi bu nereye götürür bizi? Yani bugünden korona sırasında yorum yapıp, korona sonrasına dair bir öngörüde bulunmak kolay değil. Ama şöyle bir gerçeklik var ki, bu korkuları, bu savrulmaları, bu akılla değil, öfkeyle, hırsla, egoyla bir kişinin aklıyla iş yapmaları, iktidarı hiç iyi bir yere götürmüyor. Bu da bir.. önümüzdeki süreçte bir erken seçimle ya da başka bir şekilde, bu ülkenin, halkın artık gözü açıldı, kimin kendisine hizmet için uğraştığını çaba gösterdiğini biliyor, kimin de böylesi bir dönemde dahi neyle uğraştığını görüyor. Şöyle söyleyeyim, bir iktidar değişikliğine, ben size daha ileri bir şey söyleyeyim iktidar değişikliğine değil, bir sistem değişikliğine gidişatı görüyorum, böyle olacağını da düşünüyorum. İşimiz kolay değil ama ancak böylesi bir yönetim anlayışı, iktidar değişimi ve sistem değişikliğiyle bu yaralarımızı tedavi edebileceğimizi görüyorum. Sahada, sokakta bu çok yoğun hissediliyor çünkü.”
Meşru siyaset sınırları içinde konuşulan uzun bir televizyon programının sonunda erken seçimle ilgili sorulmuş bir soruya verilmiş bu cevapta, kesik bir cümle içinde, izleyince pek de düşünülmeden söylendiği görülebilen “önümüzdeki süreçte bir erken seçimle ya da başka bir şekilde” sözündeki “başka bir şekilde” sözüyle ‘darbe’yi ima ettiği iddia ediliyor.
En başta, kafasında bir çözüm olarak darbe olan biri, bunu televizyonda yarım yamalak bir cümle içinde söyleyip, kendini ele vermezdi. Hele de bu ifade hürriyeti şartlarında.
Ayrıca konuşmanın tamamı dinlediğinde “halkın gözü açıldı” “halk kimin kendisine hizmet için uğraştığını görüyor” ifadelerinden darbeye değil, ancak halkın karar verici olduğu seçimle ilgili bir yere varılabilir. Belki dün Akif Beki’nin yazdığı gibi “normal zamanında yapılacak seçimlere” ya da “iktidarın kendi içinde yaşayacağı krizlere”, en fazla zorlanırsa “sokak gösterileri” ne götürülebilir bu niyet okumanın ucu. Öylesine söylenmiş, yanlış bir ifade olma ihtimali ise hepsinden daha yüksek.
Üstelik Kaftancıoğlu daha sonra yaptığı açıklamalarda böyle bir ima yaptığı iddialarını net bir şekilde reddetti. Amacı iddia edildiği gibi tehditse bile o tehdidin de bu yalanmalarla bir hükmü kalmamış oldu. Gerisi niyet okumaya girer.
Ayrıca siyasi görüşleri eleştirilebilir ama Kaftancıoğlu klasik darbeci Kemalist çizginin uzağında, daha sola yakın bir isim.
12 Eylül darbesine giderken öldürülmüş sosyalist bir aydının gelini, siyasete kayınpederinin de arasında olduğu faili meçhul aydın cinayetlerinin aydınlatılması için kurulan bir platformun sözcülüğünden geldi. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sözünü bile militarist bulduğu tweetleri kendi parti çevresinden eleştiriler almıştı.
Üstelik İstanbul’da sadece bir yıl önce iki kere seçimle iktidar partisini yenmiş bir partinin İl Başkanı’nın herhalde hayallerini süsleyen darbeyle hükümetin devrilmesi değil, sandığın bir kere daha gelmesidir.
Ama bundan tam bir yıl önce seçimi iptal ettirmeyi başararak “başka bir şekilde” İstanbul belediyesini kazanmak için epey gayret etmiş AK Parti’nin İstanbul İl Başkanı’nın bu konuşma üzerine şöyle bir tweet atabildiği bir ortamda bu akıl yürütmelerinin pek bir anlamı yok:
“Seçimle olmazsa bir şekilde” Milletimiz buna en son yelteneni 15 Temmuz’da Şehitler Köprüsü’nden Boğaz’a dökmüştü. Anlaşılan bünyesine demokrasi fazla gelen CHP İl Başkanı, genlerine uygun maceralar arıyor. Haberi olsun; Boğaz bu mevsim serin, yazın da derindir.”
Bütün bu “darbeyle tehdit ediyorlar” kampanyası içinde eleştiriyi gerçekten hak eden ise Ragıp Zarakolu’nun Evrensel gazetesi ve Artı Gerçek sitesinde eşzamanlı olarak çıkan “Makus kaderden kaçış yok” başlıklı yazısı ve onun sunuluş şekli oldu.
Aslında yazı, epey kafası karışık bir şekilde DP ve AK Parti dönemleri arasında analojiler kuruyor. DP’nin kuruluşundaki solcuların desteği, AK Parti’ye liberallerin desteğine, ilk 1 Mayıs Bayramı kutlamasını Menderes’in yapması, Erdoğan’ın Taksim’i 1 Mayıs kutlamalarına açmasına benzetiliyor. Sonra ikisinin otoriterleşme süreçleri anlatılıyor. İlginç bir şekilde otoriterleşmenin esas suçlusunun “İnönü’den beter çıkan, iktidarı seçimle bırakmak istemeyen eski Teşkilat-ı Mahsusacı Bayar” olduğunu söylüyor, ama onun kurtulup, Menderes’in idam edildiğini, Erdoğan’ın DP’nin bu tecrübesinden kendisine dersler çıkarıp, taktikler belirlediği, böylece darbeyi engellediği, Demirel gibi Menderes travması olduğu için Bahçeli ile bile ittifak yapabildiği gibi tespitlerle yazı bitiyor.
DP-AK Parti, Menderes-Erdoğan analojileri zaten epey tehlikeli sular ama yazıda bir darbe ya da idam tehdidi, böyle yaparsan sonun böyle olur iması yok. Buna delil olarak gösterilen yazının son cümlesi şöyle: “Korona günleri, bırakın Türkiye’yi tüm dünyayı bir sorgulamaya yöneltmekte. Bundan RTE’nin ve tayfasının kaçması mümkün değil.”
https://www.evrensel.net/yazi/86275/makus-kaderden-kacis-yok
Zaten yazı 500 bin takipçili Evrensel Gazetesi tarafından duyurulduğunda kimsenin dikkatini çekmedi.
Ama yurtdışından yayın yapan Artı Gerçek sitesi, yazıyı Erdoğan ve Menderes fotoğraflı bir kolajla tweetleyince olay oldu. Bu kolaj yazının “Makus kaderden kaçış yok” başlığıyla birleşince de haklı eleştiriler ve tepkiler aldı.
Yazının içeriğinden çok başlığının ve site tarafından duyuruluş şeklinin problemli olduğu açık.
Bir süredir yurtdışında yaşayan Belge Yayınlarının sahibi Ragıp Zarakolu, 27 mayıs ya da darbeci geleneğin çok uzağında, devlete, askere, Kemalizme çok eleştirel bir yerde duran bir yayıncı ve entelektüel. Eşi Ayşenur Zarakolu, 12 Eylül’ün ardından darbenin tahribatlarıyla mücadele için İnsan Hakları Derneği’ni kuran isimlerden biriydi.
Yazıya gelen tepkiler üzerine yaptığı açıklamada da bunları hatırlatmış:
“Darbe karşıtı bir yazının bu kadar ters yorumlanması, anlaşılır bir şey değil. Cumhurbaşkanlığı sözcülerinin yazıyı yeterince okumadıkları anlaşılıyor. Hayatım darbelere, darbeci eğilimlere karşı mücadele ile geçti. 1960-61 yılını Mebus Evleri diye anılan İsrail Evlerinde geçirdim. Siyasi tutsak aileleri ile ilk kez orada karşılaştım. Yassıada’da zulüm altında olan mebusların çocuklarının okulda ‘düşükler’ diye aşağılandığına tanık oldum. Onlarla dayanışma içinde oldum. Yassıada’da yapılan aşağılama ve işkencenin ilk tanıklıklarını dinledim. Daha sonra faillerinin askeriye içinde nasıl yükseldiklerine, 90’lı yıllarda nasıl kirli bir savaş yürüttüklerine tanık oldum. İnsan haklarına duyarlı olmamın, üniversite yıllarında bir darbeden medet ummamamın nedeni belki de bu. 12 Mart Darbesini hapiste geçirdim, 20 yıl pasaport alamadım. Doktoram yarım kaldı. 12 Eylül darbesini tehdit altında yaşadım. 28 Şubat günlerinde, 12 Eylül idamlarını anlatan bir kitabı ve 12 Eylül darbesinin sembolik olarak yargılayan Hannover Tribünalinin belgelerini yayınladığım için mahkemeye verildim. Başkanım Akın Birdal suikaste uğradı. Eşim Ayşe Nur hakkında ölüm döşeğinde davalar açılmaya devam etti. 2006 yılında şu anda iktidarın payandası olan bir çevre tarafından Hrant Dink ile birlikte hedef gösterildim. 2007 yılında kaos planı gerçekleşmedi ise, bunun nedeni Hrant Dink’in iğrenç katline gösterilen ve toplumun her kesimini kucaklayan vicdan patlaması idi. Darbe heveslileri Hrant’ı katletmekle kendi ayaklarına ateş ettiler. 2011 yılında saçma gerekçelerle gözaltına alınıp tutuklandım. Beni tutuklayan, ulusal ve uluslararası tepki üzerine daha mahkeme başlamadan beni serbest bırakmak zorunda kalan ekip, polisi, savcısı, hakimi ile hapiste şu an.”
Ayrıca Zarakolu, 2007’de e-muhtıraya karşı "Demokrasiyi yok etmeye yönelen her türlü müdahaleye karşı direnme hakkına sahip olduğumuzu açıkça belirtiyoruz" diyen bildiriyi imzalamış aydınlardan biriydi. Uzun yıllar eşiyle birlikte darbelere karşı ve idam cezasının kaldırılması için mücadele etmiş bir isim darbecilikle ve idamla tehdit etmekle suçlanıyor. Üstelik 2011’de FETÖ’cülerin KCK operasyonuyla gözaltına alınmış bir isim FETÖ adının geçtiği eleştiriler alıyor.
Herhangi bir politik angajmanı, örgütü olmayan, daha çok tarihle ilgilenen mütevazi bir yayınevinin sahibi 72 yaşında yurtdışında yaşayan bir yazarın normalde bir kaç yüz kişinin okuyacağı kötü yazılmış bir yazısının içeriği, talihsiz başlığı ve berbat sunum şekli, başka köşelerde, sosyal medyada eleştirilebilecekken, neredeyse bir darbe işaret fişeği muamelesi görüp, bakanların, siyasetçilerin yeminler etmesine neden oldu.
Devletin bu kadar güçlü olduğu, her kuruma hakim olduğu bir ortamda, çok isteseler bile güçleri iktidardan bir ilçe şube müdürü bile devirmeye yetmeyecek bu isimlerin sözlerine bu kadar ölçüsüz, yukarıdan tepki vermenin, bu abartılı teyakkuz halinin, mevcut ekonomik sorunların, eleştirilerin üzerini kapatıp, iktidara dokunulmazlık zırhı giydirmek gibi bir amaç taşıdığı söylenebilir.
Karşısında öfkelenip, heyecanlanacak bu kadar ciddi mesele varken, yüzyılın en büyük sağlık krizi, yüzyılın en büyük ekonomik krizine dönüşmekteyken Türkiye’yi yönetenlerin hararetle gölgelerle boks yapmasına uygun düşen tek söz ancak argoda bulunabilir: Boş yapmak..
Boş yapmayın lütfen!