Ana SayfaSeçim 202314 Mayıs tezleri

14 Mayıs tezleri

14 Mayıs, Erdoğan’ın 27 Mayıs İhtilalidir. Erdoğan’ı yenilgiden kurtaran güç Kemalizmdir ve aynı Kemalizm Kılıçdaroğlu’nun önüne set çekmiştir. Bugün Kemalizm Türk milliyetçiliğini asimile etmiştir; Kemalizm’in ideolojik müktesebatı, etnik Türk milliyetçiliğinden ibarettir. Tek oku etnik Türk milliyetçiliği olan Kemalizm’in bugünkü amacı ise, Kılıçdaroğlu’nun iktidar olmasını engellemektir. Erdoğan’ı Kılıçdaroğlu’na karşı mağlup olmaktan kurtaracak tek güç, CHP’nin ilerlemesine ve halkla bütünleşmesine engel oldukları için Kılıçdaroğlu tarafından dışarıda bırakılan Kemalist kadrolardır. Erdoğan, son yıllarda AK Parti’ye ve Sarayın danışman kontenjanına dâhil ettiği Kemalist kadroların Kılıçdaroğlu antipatisini kendisi için bir çıkış olarak görüyor: AK Parti’nin siyasal hayatının devamlılığı açısından yıkıcı ama Erdoğan için bir çıkış…

Türkiye’de düşünmenin önündeki iki büyük engelden birincisi, güncel olaylara karşı miyopluktur. Gündelik vakalardan kasıtlı olarak uzak durup tarihsel vakalara (olmuş-bitmiş bir şekilde ele alınan vakalar) yönelen bir araştırma pratiğiyle geçmişte kalır, geçmişten bugüne çizgisel olmayan bir hat çekemez.

Bu araştırmacı, tarihsel olanın güncel olan üzerine düşürdüğü gölgeleri görmez ve ölü bilgi ile uğraşır. Bugün ve tarih arasında hiçbir diyalektik ilişki kurmaz; araştırması sırasında önünde bulduğu verilerin ve belgelerin, zamanını güç ilişkileri sonucu kurulmuş olma ihtimalini düşünmez; metodolojik şüpheye mahal vermez ve olguların diyalektik birliği üzerine değil şeylerin analitik ayrımı üzerine bina eder araştırma mantığını. Böylece kendisine korunaklı bir bölge üretir: Hem politik hem de ondan bağımsız olmayan epistemik Müesses Nizam’ın zülfü yârine dokunmamış olur.

Düşünceyi ketleyen ikinci vaziyet, güncel vakalara karşı sadece ampirik düzeyde bir yoğunlaşma ve ilgi gösterilmesidir. Gerçekliğin dinamik ve çok katmanlı yapısını tek bir düzeye indirger: Görülen ve duyulan, yani duyumsanabilen nesneler düzeyine. Bu tarz bir yatkınlığa sahip araştırmacı, gündelik olayları ve verili durumları bütünsel bir çerçeve içinde düşünemez. Hatta bu tip araştırmacı düşünmez; bir nakliyeci misali olanı olduğu gibi aktarır. O, şeyleri duyumsar, şeyleri kavramaz. Tek katkısı olayları streç filmle ambalajlamak, başka bir ifadeyle olayları zaten başka türlü olamayacak olan sabit şeylere çevirmektir.

Bunu yaptığı için, vuku bulan şeylerin neden başka türlü değil de bu şekilde vuku bulduğunu asla sorunsallaştırmaz. Gündelik olayları kendi başına varolan şeyler gibi işlediği için, bu kerameti kendinden menkul şeyler arasında denge kurar sadece. Göze çarpan çatışmaları da dengenin işlevsel bir unsuru olarak görür. Belge fetişizmi yapan tarihçinin yatkınlığı, bu araştırmacıda sinizme dönüşür.

Birinci tip araştırmacı gündelik olaylara kör kesilirken, ikincisi gündelik olaylar içinde körleşir. Birincisinin konfor olanı Müesses Nizam’a dokunacak bir iş yapmamasıdır; ikincinin konfor alanı yoktur, onu bekleyen şey ya şoka uğramaktır ya da yanılmaktır; ama her durumda, günün sonunda üzgün ve hüzünlü olmasıdır. 14 Mayıs seçim sonuçlarının ampirik düzeyde olayları analiz eden kişileri şaşkınlığa ve hüzne gark etmesi kaçınılmazdı. Kaçınılmaz olan, vuku buldu.

Bu iki araştırmacı yatkınlığından kurtulmanın ve düşünceyi yeniden kazanmanın yolu tezler üretmektir. Tezler üretip düşüncenin önünü açmak, bugün, araştırmacı için hem bir zorunluluk hem de düşünsel bir sorumluluktur. Tez, her şeyden önce, gerçekliğin bizzat değişken olduğu fikrine dayanır; okuruna sonlu bir süreç sunarak onun ufkunu daraltmaz. Tezler ortaya atan araştırmacı, ne tarihçi gibi geçmişin güvenli ve ılıman iklimine sığınır ne ampirisist gibi güncel olanın akışkanlığından ve ele avuca sığmazlığından baş dönmesi yaşar: Tez üretmek, geçmiş-şimdi-gelecek zamansal şemalarını bir ve aynı şema içinde terkip eder. Bu yüzden tezler, okuruna hem şimdiki duruma ve geçmişe dair fikirler üretir hem de geleceğe dair kavrayış sunar.

Ampirik veriler dışarıda öyle kendi başına duran gerçeklikler değildir, dahası gerçeklik ampirik düzlemden ibaret değildir. Tezlere dayanan düşünce, yeni ve dinamik veriler üretir. Tez üretmek, verili duruma mahkûm olmayan ama kehanetlerde de bulunmayan bir etkinliktir. Tezler; okuruna gelecek kavrayışı, dolayısıyla bir ufuk çizgisi sunar ama bu gelecek, keyfekeder spekülasyonlara dayanmaz. Geleceğin objektif koşullarının ve zamansal defterine yazılanların, şimdiki zamanda somut olarak içerildiğini gösterir. Bu anlamda tezlerin varolduğu zemin, yalınkat değildir; duyumlarla ve tekil deneyimlerle tahdit edilemez. Gerçekliğin somut, tabakalaşmış ve yapısal düzeylerine işaret eder; yapılara ve üretici mekanizmalara vurgu yapar. Tezler, son kertede, felsefî temellendirmelerdir ve bu yüzden ampirik gözlemler ve duyumlar yoluyla ispatlanabilecek veya çürütülebilecek bir argüman demeti değildir; onlar ancak akılcı yollarla kanıtlanabilir veya yanlışlanabilir.

Bu takdimi, yazıda ortaya atacağım tezler için teorik bir giriş olarak yapmadım sadece, aynı zamanda maksadım Türkiye’de hâlihazırda olan biteni anlamak ve dahi olacak olanı öngörmek için tezler ileri sürerek düşünme zorunluluğunu belirgin kılmaktır.

                                                                                              ……

  1. 1. Tur ile 2. Tur arasında 7 Haziran sonrasında yaşanan korkunç şeyler yaşanabilir” diye işaret edilen her şey, 7 Haziran’dan bugüne vaka-i adiyeden sayılır zaten. 8 yıldır savaş pozisyonunda duran ve sürekli toplumsal gerilim üreten etnik milliyetçi bir dil hâkim. 7 Haziran sonrasının koşullarını kanıksayan bir durumda olduğumuzdan dolayı, “7 Haziran ve 1 Kasım arası” diye tabir edilen olaylar, iktidar cenahına cari tıkanıklığı aşma imkânı vermeyecek. Başka bir ifadeyle, 7 Haziran sonrasında inşa edilen devlet biçimi vatandaşlar nezdinde Erdoğan iktidarının aleyhine işledi. Bu işleyiş, aheste aheste biriken bir enerji misali büyüdüğü için aceleci analistler tarafından fark edilmiyordu. 14 Mayıs akşamı, 24 Haziran 2018 seçimlerine nazaran AK Parti yaklaşık 7 puan geriledi ve yine Cumhur İttifakı’nın ikinci büyük bileşeni MHP 1,06 puan geriledi. Oysa herkes seçimlerin muzaffer partileri olarak, bu iki partiyi ilan etti. Neden? Matematiksel olarak gerileme neden politik olarak ‘zafer’ biçiminde tanımlandı?

Göz ardı edilen şu idi: 14 Mayıs, küçük sayıların şiddetidir. Küçük partilerin en irisi yüzde %2,82, en ufağı %0,02 oranındaki oylarını ya iktidar cenahına kanalize etti ya da muhalefet cenahının aleyhine olacak şekilde işletti. Mevcut seçim sisteminde küçük partilerin, seçim barajı oranıyla kıyaslandığında elde edeceği ufak tefek oy oranının kendi lehine hangi sonuçlar doğuracağı İktidar Koalisyonu tarafından hesaba katılmıştı. Küçük sayıların dehşeti muhalif analistler Muhalefet Koalisyonu tarafından görmezden gelindiği için, 14 Mayıs sonuçları, “milliyetçiliğin yükselişi” şeklinde kutsal bir rapsodi olarak terennüm edildi. Ayinin virtözü payesi ise, oy oranındaki gerilemeye rağmen, MHP’ye verildi.

2- Erdoğan’ın en büyük korkusu Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybetmek değildir; onun esas korkusu Kılıçdaroğlu’na karşı kaybetme ihtimalidir. Kaç seçimdir yendiği, şahsına yönelik kalmadık ithamlarda bulunduğu, “İnek Şaban” konumuna düşürüp itibar suikastına maruz bıraktığı kişinin, toplumun kurtarıcısı Demokrat Dede’ye dönüşüp “Umudumuz Şaban” olarak karşısına dikilmesi, Erdoğan’ın hiç hazır olmadığı bir şeydi. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı tartışması başladığı ilk günden beri, “aday ol, çık karşıma” diye çıkışması, aslında, içten içe bir korkunun bastırılma girişimiydi. Seçim süreci boyunca üslubundaki akıllara ziyan sertliğin, dilindeki çatallanmanın sebebi, Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’nin her kesiminden gördüğü teveccühtür. Erdoğan’ın muktedir egosu için Kılıçdaroğlu’na kıl payı yenilmek bile, büyük bir yıkımdır.

3- Erdoğan’ı bu yenilgiden kim kurtaracaktı?  Kılıçdaroğlu’na yenilmektense daha büyük bir yenilgiyi göze alacak bir yatkınlığa sahip olan Erdoğan’ı, hangi büyük yenilgi kurtarabilir? Onu Kılıçdaroğlu’na karşı mağlup olmaktan kurtaracak tek güç, CHP’nin ilerlemesine ve halkla bütünleşmesine engel oldukları için Kılıçdaroğlu tarafından dışarıda bırakılan Kemalist kadrolardır. Erdoğan, son yıllarda AK Parti’ye ve Sarayın danışman kontenjanına dâhil ettiği Kemalist kadroların Kılıçdaroğlu antipatisini kendisi için bir çıkış olarak görüyor: AK Parti’nin siyasal hayatının devamlılığı açısından yıkıcı ama Erdoğan için bir çıkış… Kılıçdaroğlu kimi kesimlerce Ecevit ile özdeşleştirilir; hâlbuki Kılıçdaroğlu, İnönü-vâri bir figürdür.

14 Mayıs, Erdoğan’ın 27 Mayıs İhtilalidir. Erdoğan’ı yenilgiden kurtaran güç Kemalizmdir ve aynı Kemalizm Kılıçdaroğlu’nun önüne set çekmiştir.

(Bu tezimi izah etmem için Kemalizm’e dair, yazının sınırlarını aşmadan, birtakım argümanları ve önermeleri kısaca da olsa sunmam gerekecek. Bu kısa yazı vesilesiyle sunacağım argüman ve önermeleri, yakında bir kitap olarak da neşredeceğim.)

4- Kemalizm, Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından sonra kurulmuş bir ideolojidir. Bu anlamda, Atatürk’ün pratikleri ve uygulamaya koyduğu politik ilkelerle alakası yoktur. Ocak 1932-Ocak 1935 arasındaki yıllarda yayınlanan Kadro Dergisi’nin “Kamalizm” nâmında bir ideoloji inşa etme girişimleri, bizzat Mustafa Kemal tarafından inkıtaa uğratılmıştır. Kemalizm’in mucidi, Atatürk’ün Çankaya’daki sofra kabinesinin mutat katılımcıları ve Atatürk tarafından önemli devlet kademelerine getirilen kişilerdir. Bu kişilerin kendilerine rakip olarak belledikleri ama bir türlü siyaseten bertaraf edemedikleri isim olan İsmet İnönü, 11 Kasım 1938’de Cumhurbaşkanı seçilince, İsmet İnönü’ye muhalefet etmeninin ve onu geriletmenin bir aracı olarak Atatürk kültü üretildi. Atatürk’e çok yakın ve önemli konumlar işgal eden ve 1937’ye kadar Atatürk’e yakınlıkları üzerinden Başvekil İsmet İnönü’nün politikalarına müdahale eden bu kişiler, bu haliyle, devletçi bir çıkar grubudur. Bu grup, 10 Kasım 1938’den sonra, kendi tutum ve kanaatlerini peyderpey “Kemalizm” adı altında ideolojik bir bütünlük olarak sundu. Bu çıkar grubu, iktidar olmak istemez; iktidarı kontrol etmek ister.

Haddizatında, 1938’den önce de Recep Peker öncülüğünde “Kemalist” ideoloji geliştirme girişimleri vardı. Bu girişimlerin maksadı, Parti ile Başvekil İsmet arasında bir boşluk, bir aralık inşa etmekti. Ama İsmet İnönü 1936 kongresinde Peker ve arkadaşlarının bu hamlesini Parti ile Devlet arasındaki birliği resmî siyaset olarak ilan ederek ıskartaya çıkardı. Diğer bir deyişle, CHP ile özdeşleşen status quo ya da Parti-Devlet bütünleşmesi İnönü’nün kendisini ve partiyi korumak için başvurduğu bir nefsi müdafaa idi.

5- Atatürk’ün vefatından sonra inşa edilen Kemalist ideolojinin en büyük motivasyonu, iktidardaki İsmet İnönü’yü iktidardan düşürmekti. İdeolojinin mucitlerine göre İnönü ve kabinesinin yaptıkları “küçük politika” idi, kendi amelleri ise “büyük inkılap”. Kendi çıkarlarını ve amellerini ulvîleştirmek için kimsenin itiraz edemeyeceği bir makamdan konuşmaları gerektiği için, Kemalizm adına ve Kemalizm’in içinden konuştuklarını iddia ettiler.

Kemalizm ideolojisi iktidardaki ideoloji veya iktidarın ideolojisi olarak kurulmadı; İnönü’ye muhalefetin ideolojik bir aygıtı ve daha baştan muhalif bir ideoloji olarak kurumsallaştı. Bugün Kemalizm adına konuşan kişilerin ve partilerin, muhalif olmakla yetinmeyip muhalefete muhalefet etmesi bu tarihsel alışkanlığın ve sürekliliğin zaruri bir sonucudur. Bu muhalif ideolojinin Parti biçimini kazanması Türkiye siyasal tarihine “dörtlü takrir” olarak geçen önerge ile başladı. 7 Haziran 1945 tarihinde 4 CHP’li milletvekili Meclis Grup Başkanlığı’na, açık görüşülmesi kaydıyla, bir önerge verdi: İttihat ve Terakki saflarından gelme, sanayi ve ticaret burjuvazisinin yüksek düzeyde itimat ettiği, Cumhuriyet döneminin ilk milli bankasının ilk Genel Müdürü payesini haiz, İkinci Dersim Harekâtı sırasında Başbakanlık makamında olan Celâl Bayar; Anadolu’da kapitalist yöntemleri kullanarak tarım yapılan büyük toprakların sahibi Adnan Menderes; Osmanlı’nın kuruluş tarihini inceleyen Frankofon biliminsanı ve aynı zamanda edebiyat tarihi araştırmacısı Fuad Köprülü;  Eski vali, bir zamanlar İstiklâl Mahkemeleri başkanlığı ve üyeliği yapmış, 3 dönem boyunca Konya milletvekili ve kendisine düşkünlüğü ile bilinen Refik Koraltan.

Önergeden 5 gün sonra, 12 Haziran 1945’de, çiftçiyi topraklandırmayı amaçlayan kanun tasarısı, Kemalist ideologların komitacı rahatsızlığı ile CHP içindeki toprak sahiplerinin burjuvaca memnuniyetsizliğini birleştirdi. Partiden ayrılan mezkûr dört ismin önderliğinde, 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti kuruldu.

6- Demokrat Parti, Kemalizm’in ilk partisidir.

İyi bir hatip olan ve geniş kitlesel destek yakalayan Menderes kadar partide sözü geçen, hatta partinin beyni olarak bilinen kişi Bayar’dır. Dahası, DP öncesinde aynı partide faaliyet göstermelerine rağmen Bayar’ın yıldızı İnönü ile hiç barışmadı ve onu hep “esas rakip” olarak gördü. DP’nin muhalefette geçirdiği 4 yılda, bölünmesinin sebebi de Kemalizm’in İnönü’ye karşı barındırdığı ihtiras idi. Kemalizm’in, Bayar kadar etkin bir temsilcisi olan ve 1946 seçimlerinde Demokrat Parti listesinden İstanbul Milletvekili seçilen Fevzi Çakmak, DP’nin CHP’ye sert muhalefet yapmamasından ve  “Devr-i Sabık yaratmayacağız” açıklamasından ötürü DP’den ayrılıp Millet Partisi’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı.

Muhalif bir ideoloji olarak kurulan Kemalizm, ideolojik ve politik iktidarını ancak 1950 yılında Demokrat Parti’nin zaferiyle elde etti. Demokrat Parti’yle Kemalizm amacına ulaşmıştır: İsmet İnönü artık iktidarda değildir. Ertesi yıl “Atatürk’ü Koruma Kanunu”nun çıkarılmasıyla o tarihten itibaren Kemalist resmi ideoloji ve onun parti biçimindeki varlığı DP, Kemalizm’i tarihsel olarak kurulduğu zamandan geriye doğru kurguladı (İnönü öncesi ve Mustafa Kemal’in hayatı); Atatürk’le ilgili olabilecek her şeyi kendi uhdesinde topladı.

7- 1950’de muktedir olan Kemalizm ideolojisinin bu tarihten sonraki amacı, İnönü’yü asla iktidar yapmamaktır. İnönü, CHP’yi yenileyerek yeni politikalar geliştirdi, yeni ittifaklar kurdu ve bu stratejilerle 7 yıl sonra iktidara adım adım yaklaşıyordu. 1957 yazında CHP gibi muhalefette bulunan iki parti ile (Cumhuriyetçi Millet Partisi ve Hürriyet Partisi) aralarında siyasî görüş farklılıklarına rağmen ortak bir seçim stratejisi belirledi. Üç parti, 4 Eylül 1957’de bir bildirge yayınlayarak kendilerini “Muhalefet Cephesi” olarak tanımladı ve Türkiye siyasal tarihinin ilk ittifak platformunu kurdu. DP hükümeti, karşısındaki geniş muhalefet cephesinin kazanacağından endişe etti ve bir hafta içinde seçim ittifakını yasaklayan bir kanunu hazırlayıp meclisten geçirdi (11 Eylül 1957 tarih ve 7053 sayılı kanun). Bu kanunla hem siyasi partiler her şehirde ayrı liste çıkarmaya icbar edildi hem de bir partiye mensup bir kişinin başka parti listelerinden aday olması yasaklandı. 1957 (erken) genel seçimlerinde DP yine iktidar oldu; onun oyları gerilerken CHP’nin oyları yükseldi.

1957-1960 dönemi, Kemalizm’in en kaygılı, en endişeli dönemidir. CHP ile DP arasındaki gerginlikler tırmandı ve İnönü diğer partilerle güç birliği yapmaya devam etti. CHP’nin etkili muhalefeti DP’yi daha otoriter ve baskıcı önlemlere yöneltti. Kemalist DP, esas görevini yerine getirmekte zorlanıyordu artık. 1959’a gelindiğinde İsmet İnönü, özellikle büyük şehirlerde eli öpülesi saygın bir lider ve büyük kurtarıcı payesi edinmişti. CHP’nin 14 Ocak 1959’daki 14. Kurultayında TBMM’de anayasayı değiştirecek çoğunluğa ulaştığı takdirde yeni anayasaya ekleyeceği temel ilkeleri kamuoyuna sundu. İlk Hedefler Beyannamesi adıyla bilinen bu ilkelerden birkaçı şöyledir:

Demokratik gelişmeyi durduran ve gerileten her türlü antidemokratik kanunlar usuller, zihniyet ve tatbikat kaldırılacaktır.

Anayasamız modern demokrasi ve cemiyet anlayışına uygun, halk egemenliği, hukuk devleti, sosyal adalet ve güvenlik esaslarına dayanan devlet nizamına göre değiştirilecektir.

a) Irk, cins, din, mezhep, siyasi fikir, içtimai menşe, doğuş ve servet farkı olmaksızın bütün vatandaşların müşterek malı olan hak ve hürriyetler anayasada yer alacaktır.

b) Milletin bütünlüğü ve devletin devamlılığını ifade eden Cumhurbaşkanlığı makamı tarafsızlığa kavuşturulacaktır.

(…)

Seçimlerin mevzuat ve tatbikat olarak serbest, eşit ve dürüst şartlar altında yapılması sağlam koşullara bağlanarak nispi temsil usulü kabul edilecektir.

Kurduğu ittifaklarla, vaad ettiği politikalarla ve kamuoyuna duyurduğu anayasa değişikliği paketiyle İnönü artık iktidara namzet en güçlü adaydı. Birçok kişi müstakbel seçimlerin İnönü’nün ve CHP’nin zaferi ile sonuçlanacağından emindi. Öyle ki 28 Nisan ve 29 Nisan 1960’da geçekleşen şiddetli öğrenci eylemlerine katılan DP karşıtı kimi eylemciler, anılarında bazı polislerin yanlarına gelip sessizce “çok ses etmeyin nasılsa önümüzdeki seçimlerde gidecekler” dediklerini aktarırlar.

Derken, bir aya kalmaz 27 Mayıs askeri müdahalesi gerçekleşti.

8- 27 Mayıs; Kemalizm’in en ileri noktasıdır. 27 Mayıs darbesi İnönü’ye karşı yapılmıştır ve uyguladığı politikalarla İnönü’ye yeniden iktidar olma fırsatını sunan DP’liler cezalandırılmıştır. 1961 seçimlerine gelindiğinde, İnönü CHP’sinin yakaladığı yükseliş trendi düşmüş, bir önceki seçimlere göre bile oyu gerilemiş, seçimlerde hiçbir parti mutlak çoğunluğu kazanamadığı için CHP ve Adalet Partisi koalisyon hükümeti kurmak zorunda kalmışlardı.

9- Tarihsel parantezi kapatıp güncel ve somut duruma gelirsek, bugün Kemalizm Türk milliyetçiliğini asimile etmiştir; Kemalizm’in ideolojik müktesebatı, etnik Türk milliyetçiliğinden ibarettir. Tek oku etnik Türk milliyetçiliği olan Kemalizm’in bugünkü amacı ise, Kılıçdaroğlu’nun iktidar olmasını engellemektir. Başkanlık Sistemiyle devletin içine düşürüldüğü kriz ve yılgınlık hali, Kemalist atılımın askerî niteliğini paranteze almıştır. Bu yüzden Erdoğan’ın 27 Mayıs atılımı, siyasal ve bürokratik koşullarda gerçekleşti. 14 Mayıs, Erdoğan’ın, iktidarda eski kudretiyle kalamadığı ama iktidarı Kılıçdaroğlu’na da yâr etmediği koşullarda sonuçlandı.

Seçim güvenliği tartışmaları, 14 Mayıs gününün çetin geçeceği hususunda herkesi hemfikir kılmıştı. Kılıçdaroğlu ekibine ve kurduğu sandık güvenliği sistemine güveniyordu. Bu güvenin temelsiz olduğu, 14 Mayıs’tan sonraki iki günde Kılıçdaroğlu tarafından istenilen istifalarla belgelendi. Kemalistler Erdoğan’ın arzusuna cevap verdi ve Kılıçdaroğlu’na tek blok halinde değil ama irili ufaklı parçalar üzerinden bir blokaj uyguladı. Bu blokaj, hem iktidar koalisyonu içindeki Kemalist kadrolar aracılığıyla hem de muhalefet partileri içindeki (CHP bundan hariç değil) Kemalist ekipler üzerinden gerçekleşti.

12 Mayıs itibariyle iktidar cenahında 15 Temmuz hatırlatmaları yapılıyordu. Erdoğan 15 Temmuz’u kendisi için “Allah’ın lütfu” olarak tanımlamıştı. Yeni bir “lütuf” beklentisi içindeydi. İkinci lütuf, 14 Mayıs’ı 15 Mayıs’a bağlayan gece vaki oldu.

10- 28 Mayıs’taki Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimleri, Kemalizm’in iç meselesi haline bürünmüştür. Kemalistler arası müzakerenin neticesinde kontrol edilecek iktidarın tespiti yapılacaktır. Erdoğan, Kemalist kontrolü kabul etti ve AK Parti’yi siyasal bir sekerata soktu. Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı makamı karşılığında, Kemalist kontrolü kabul etmesi yetmeyecek; Erdoğan’ın kabul ettiği düzeyden ileri bir düzeyde kontrol edilme konusunda bir teminat vermesi gerekecek.

- Advertisment -