Klasik dönemde, her ne kadar Müslümanların İslam’ı yaşama konusunda karşılaştıkları yeni durumlara dair bir fıkıh üretme konusunda problemleri olsa da, modern dönemlerdeki kadar değildi. Zira modern dönemde Müslümanların karşılaştıkları dünyaya karşı İslam’ın yaşanabilir bir halde kılabilmek için karşılaştıkları sorular çok daha fazla ve çok daha çetrefilliydi. Bu konuların-soruların en önemlilerinden biri de iktisat, daha özel ifadeyle faiz konusuydu.
Müslümanlar yekpare değiller, yaşanılan bölgeye göre değişkenlik gösteriyorlar. Evet, İslam tek ama Müslümanlık tecrübeleri farklı… Kimi mezhepler, dinin özü bozulacağı gerekçesiyle Hz. Peygamber’in (SAV), tüm uygulamalarına uymak, zayıf dahi olsa rivayetleri kabul etmek konusunda ısrarcı iken kimi bölgelerde, örneğin modern Türkiye’de -hatta Osmanlı’da bile- karşılaşılan yeni durumlara adapte olmak ya da sorulara cevap bulmak için içtihat yöntemi geliştiriliyor. Ancak bir süre sonra içtihat, insan ürünü olan fıkıh, sanki nasmış gibi ele alındığı için uzunca bir süre Müslümanların İslam’ı yaşanabilir kılma faaliyetleri sekteye uğruyor. Yani İslam, insana inmiş yaşam biçimi, yaşanılabilir bir formken maalesef fıkıhla dondurulunca yaşanılamaz hale geliyor.
Çözüm aranan problemler artınca akademik boyutta İslami finans üzerine çalışmalar yapılıyor. Faiz de bu konuda ele alınıyor. Ancak mevcut konjonktür ve din konusunda Türkiyeli Müslümanların aşırı hassas olması (?) nedeniyle pek de cesur davranılamıyor. Çünkü Türkiye’de dinin öğrenimi, yaşanması normal bir süreç değil tamamıyla çatışmacı, tamamıyla sever-korurken boğma refleksiyle ele alınıyor. Çünkü din bir süre laik devlet kurumu Diyanet ve laik devletin hedef aldığı yasaklanan tarikatlar eliyle ele alındı. Bu iki kesim de oldukça muhafazakar olduğu için din konusunda Müslümanların cevap aramak yerine soru soranı zındık ilan etme, cevap vereni neredeyse mürtet ilan etme alışkanlığı alimlerin cesaretini kırdı.
Bizde akademik çalışanlar da, Diyanet görevlileri de devlet memuru statüsü dışında, bir düşünce insanının sahip olması gerektiği hürriyete sahip olamadığı için maalesef -biraz abartarak söyleyeceğim- dinin içinde en az olan şey nas, Allah’ın emri oldu. Hocaların düşüncelerini, fakihlerin fikirlerini nas gibi ele aldık. Çünkü yaşanılabilir bir şey olması gereken din, taassup refleksiyle yaşanılamaz bir hale getirildi. Yani hayat da, Müslümanlar da bir şekilde ilerledi ama din, Müslümanlar eliyle bir noktada donduruldu.
Her ne kadar din bizim akıllarımızda geri kalmış, geri kalmaya neden olmuş arkaik bir şey olarak resmedilmiş olsa da, Kuran-ı Kerim’in nazil olduğu dönemde din, o dönemin çok ilerisinde bir yaşam biçimi sunuyordu. Ekonomiden sosyal düzene kadar, kişiler arası akitten, bugünkü ifadeyle cinsiyetler arası düzenlemeye kadar hemen hemen her konuda döneminin çok ilerisinde bir metindi. Ve dönem Müslümanlarını, bu anlamda ileriye doğru dönüştürdü.
Ancak yakın döneme geldiğimizde, bu durum Müslümanlar eliyle tersine çevrildi. Müslümanlar hayatlarına yaşamlarına devam etmek zorundaydılar, hayat ileri doğru devam etti ama dini kendi elleriyle dondurdukları için din geride kaldı, geriye götüren bir şeye dönüştü. İddia ediyorum ki, bu tavır en aşırı sekülerleşme örneğidir. Zira Müslümanlar her ne kadar sekülerleşme ya da laiklikle mücadele ettiklerini iddia etseler de, kendi elleriyle kendilerini de, dini de sekülerleştirdiler çünkü kendileri yaşanabilir bir hayat için mecburen ve doğal olarak ve hatta olması gerektiği gibi dünyevileştiler ve bu dünyevileşmede dinin yeri çok azdı ama dini bu hayata dahil edemediler. Bunun nedeni de dini yaşanılamaz, aşırı derecede yüksek ve bir o kadar geride bırakmalarıydı. Zaten, sekülerleşme, laikleşme dediğimiz şey de tam olarak bu değil mi?
Aslında faiz tartışması bunun son örneği. Türkiye’deki kötü ekonomik durum, faizle mücadele ele alınırken, nastan yola çıkıldı ve faizle dinin emri olduğu için mücadele edileceği, bundan vazgeçilmeyeceği savunuldu. Acı reçeteyi tüm ülke ödemeye başlayıp itirazlar çıkınca da, itirazları susturmak için dine, faizin haram oluşuna sarılındı. Peki, faiz neydi, neden yasaklanmıştı?
Lafzi, bizdeki yerleşmiş ezberler üzerinden ele alırsak faiz, kişinin yüz kuruşunu bankaya yatırıp ondan beş kuruş kar etmesi durumudur. Fıkıh kitaplarımız, sohbetini dinlediğimiz hocalarımız, dedelerimiz böyle söyler. Ama din sadece dondurulmuş, bu dünyaya ait hiçbir soruna dair bir fikri olmayan fıkıh kitaplarından, tarikat ehli hocaların yıllar önce yazdığı metinlerden, dedemin 60 yıl önce dinlediği cuma hutbesinden ibaret değil ki!
Fakih, fıkhi bir hüküm çıkarırken sadece metne bakmıyor ki, bir de Peygamber döneminde yani Kuran’ın nazil olduğu dönemdeki olaylara bakıyor, yasağın maksadına bakıyor. O ayaklar altına alınan faiz, senin bankadan aldığın üç kuruş faiz değil. Anlayacağımız biçimde ifade edecek olursak, haksız borçlandırma, haksız zenginleşme gibi sonuçları olan, tefecinin garibanın gırtlağına çökmesine, insanların ifsada düşmesine neden olan bir faiz. İslam, malın yani maddi bedeli olan şeyin kullanılmadan saklanmasını istemiyor, ticarete, harekete sevk ediyor. Dolayısıyla can yakan, garibanın ciğerine çöken faiz ayaklar altına alınıyor.
Peki, bizde sadece lafza bakılarak ele alınan faiz meselesi bahsettiğim gibi mi? Elbette hayır. Hatta tam aksi. Faizi düşürmeye niyetlendiğinizde kendi paranızın değeri, başka paralar karşısında düşüyor, enflasyon artıyor, en temel ihtiyaçlarınızı dahi almakta güçlük çekiyorsunuz. Normal bir biçimde borçlanmak zorunda kaldığınızda kredi, altın ya da dövizle borçlanıyorsunuz çünkü sizin paranız her gün eriyor kimse kendi paranızla borç vermiyor, kredi verdiğinde ise yüksek faiz uyguluyor. Döviz, altın ya da kredi ile borçlandığınızda bunlar aşırı derecede arttığı için borç altında eziliyorsunuz. Dahası yarınınızı göremiyorsunuz.
Bu tip bir ekonomik model, en ağır faiz durumunda olduğu gibi garibanın ciğerine çökülmesine, zenginin ise daha fazla zengin olmasına neden oluyor. Peygamber’in ayakları altına aldığı faiz de bu değil mi, tam olarak kendisi!
Din adına, İslam için uygulandığı, yoksulu mağdur ettiği için mücadele edilmesi gerektiği söylenen faizden, ayaklar altına alınan faizden maksadın ne olduğu ıskalandığı için, bu ekonomi modeli, dinin tam olarak yasakladığı bir hale dönüştüğü gibi, yoksulu ve dar gelirliyi çok daha zor bir duruma soktu.
Nihayet Ekonomi Bakanı Şimşek’in de belirttiği gibi rasyonel politikalara dönülmek zorunda kalındı. Faiz de yükseltildi, nas da rafa kalktı.
Sonuçta, daha önce de belirttiğim gibi, din temelli bir ekonomi politikası başarısız olunca bu kez dünya temelli bir politikaya dönüldü, işte böylece tam anlamıyla bir sekülerleşme örneği, dini öncelediğini söyleyen kesimler tarafından hayata geçirildi. Ama gariptir ki, kimse tarafından bu dert edilmedi, çünkü bu ekonomi modeli uygulanamaz, olumsuz sonuçları olan bir modeldi.
Evet, dini orada bir yerde dondurmak istiyoruz ama dünya yaşantımıza devam etmek zorundayız. Dolayısıyla dünya yaşantımızda ileri doğru yürürken dini de yaşanılabilir bir hale getirip, bizimle ileriye götürmekten başka çaremiz yok. Aksi halde, dünyevileşmeye karşı olduğumuzu söylerken dünyevileşir, kendi elimizle Müslümanları sekülerleştirir, din temelli çıktığımızı söylediğimiz yolda nassı geride bırakır, faizle yola devam etmek zorunda kalırız.