Katalan bağımsızlıkçıların anayasaya aykırı olmasına karşın 1 Ekim’de yapılmasını dayattığı kendi geleceğini belirleme (otodeterminasyon) referandumu, İspanyol RTVE’den gün boyu izlediğim kadarıyla Rajoy hükümetinin daha önce uyardığı gibi, devlet imkânlarıyla aldığı önlemler sonucu kabul edilebilir koşullarda gerçekleşmedi. Bağımsızlıkçıların mevcudiyetini açıkladığı 2400 kadar seçim bürosunun birçoğuna giriş engellendi, sandıklara el konuldu. Ayrıca B planı olarak öngörüldüğü anlaşılan elektronik oylama seçim bürolarının internet erişimi kesilmek suretiyle engellenmiş oldu.
Bununla birlikte, Barselona dışındaki yerleşim birimlerinde özellikle Katalan özerk polisinin (Mossos d’esquadra) yargının sandıklara müdahale talimatını yerine getirmede pasif kalması nedeniyle oy kullananlar oldu. Nitekim Generalitat Başkanı Carles Puigdemont ve yardımcısı Oriol Junqueras bu nedenle kendi seçim bürolarında değil küçük kasabalarda oy kullanarak medyaya görüntü verdiler. Bağımsızlıkçılar öğle saatlerinde her şeye karşın seçim bürolarının yüzde 73’ünün açık olduğunu, oy kullanma işleminin sürdüğünü, birkaç saat sonra bu defa, pek inandırıcı olmasa da seçmenin yüzde 50’sinin oy kullandığını, sonuçları açıklayacaklarını öne sürdüler.
Bir referandum veya seçimin, yok hükmünde olması bir yana, kabul edilebilir nitelik taşıması sadece belirli sayıda seçmenin oy kullanmasına bağlı değil. Seçimin, sandık heyetlerinin belirlenmesinden oyların sayımına ve itirazların kabulüne kadar bir seçim kurulu tarafından yönetilmesi gerekiyor. Bağımsızlıkçılar böyle bir kurul oluşturmuş ama Anayasa Mahkemesi üyelerine cezai hükümler uygulayacağını açıkladığı için lağvetmiş ve bileşimi açıklanmayan bir gözlemci heyetin bu görevi üstleneceğini duyurmuştu. Sonuçta yok hükmünde olduğu kadar bir seçim için asgari kabul edilebilir koşullardan yoksun da olan bir oylama yapıldı.
Carles Puigdemont öğle saatlerinde yaptığı açıklamayla B Planı olduğu düşünülen seçmene polis müdahalesini gündeme getirerek Rajoy hükümetine yüklenme yoluna gitti. Kabul etmek gerekir ki polisin sandıklara müdahalesi bağımsızlıkçılara yönelik orantısız güç kullanmasına yol açma riski taşıyordu. Merkezi hükümetin Katalunya temsilcisi Enric Millo sürekli olarak polise verilmiş olan talimatın insanları değil seçim malzemelerini hedef aldığını vurguluyordu ama yine de bazı yerlerde çatışmalar çıktı, bu çatışmalarda polisler de dâhil çok sayıda (800 dolayında) yaralanan oldu.
Puigdemont da konuşmasında bu çatışmalara atıfta bulundu ve İspanyol hükümetinin polise, sandıkları, oy pusulalarını, seçim bürolarını koruyan insanlara karşı verdiğini öne sürdüğü “eşi görülmedik” şiddet kullanma emrinin utanç verici olduğunu ve İspanya’nın uluslararası imajını daha da kötüleştirdiğini söyledi. Generalitat Başkanı ayrıca bu nedenle “İspanyol devletinin bugüne kadar kaybettiğinden daha fazlasını bugün kaybettiğini” öne sürerken, Barcelona’nın radikal solcu Belediye Başkanı Ada Colau da Başbakan Mariano Rajoy’u temel hakları çiğnediği gerekçesiyle istifaya davet etti.
Başbakan Yardımcısı Soraya Sáenz de Santamaría ise saat 15 00 de medya önüne çıkarak özerk hükümete bu parodiye son verme çağrısında bulundu. Referandumun da görüntüsünün de var olmadığını ve yasadışı olanın ayrıca imkânsız olduğunun ve bir yere varmayacağının ayrıca görüldüğünü vurguladı. İktidar partisi PP için bu parodinin sorumluları anayasaya aykırı olduğunu bildikleri halde bu referandumu düzenlemeye kalkan Puigdemont ve ortakları. Ana muhalefet partisi PSOE (Sosyalist İşçi Partisi) bu konuda Katalan Ciutadans (C’s) ile birlikte iktidara destek veriyor ama PP’yi de proaktif davranarak zamanında gerekli önlemleri almadığı için eleştiriyor.
Herkes referandum parodisine son noktayı gece 21. 30 sularında açıklama yapan Başbakan Rajoy’un koyduğunu düşündü. Önce yardımcısının verdiği mesajı yineleyen Rajoy “bugün Katalunya’da otodeterminasyon referandumu olmadı” dedi. Ardından şunları ekledi: “yapmamız gerekeni yaptık. Bir azınlığın tüm ulusa şantaj yapmasına izin veremezdik. Bugün demokrasi kazandı çünkü anayasanın gereği yerine getirildi. (…) Diyaloğa hiçbir kapıyı kapatmıyorum ama sadece yasal çerçevede kalmak kaydıyla.”
Bağımsızlıkçılar sahnede
Ne var ki Başbakan Mariano Rajoy’un yukarıdaki açıklaması havada kaldı. Bağımsızlık cephesi sözcüsü Jordi Turull gece yarısı şaka gibi bir açıklama yaptı. Turull’a göre, güvenlik güçleri el koyamadığı için sayılabilen oy pusulalarının (2 milyon 262 bin 424 adet) yüzde 90’nı“evet”, yüzde 7,8’i “hayır” çıkmıştı. Kayıtlı seçmenin yaklaşık 5,4 milyon olduğuna bakılırsa bu veriler katılımın yüzde 42 olduğunu gösteriyordu. Bu kadar seçmenin sandığa gittiğini gören olmadı. Bu tartışmalı sayı bir tarafa bağımsızlığa “hayır” diyen Katalanlar “yasadışı” ilan edildiği için zaten sandığa gitmemişti. Dolayısıyla sandığa gitmeyen seçmenin çoğunluğu bağımsızlığı desteklemiyordu ama Turull ’un açıklaması onları “çekimser” ya da “ilgisiz” kategorisine sokuyordu.
Turull ‘un açıklamasından sonra Carles Puigdemont sahne aldı ve referandumun sonuçlarını özerk parlamentoya (Parlament) ileteceğini ve Katalunya’nın bağımsızlığının birkaç gün içinde ilan edileceğini açıkladı. Bu parodiyle “Katalunya yurttaşları olarak yönetim şekli Cumhuriyet olan bağımsız devlet kurma hakkını kazanmışlardı”.
Konuyla ilgili yazılarımda sürekli altını çizdiğim gibi, bu bir hayaldi aslında. İspanya’da iktidarda sosyalistler de olsa, bu anayasayla otodeterminasyon referandumları yapılması da, bir özerk topluluğun bağımsızlık ilan etmesi de söz konusu değil. O bakımdan Katalunya’nın bağımsızlığı 78 anayasasında değişiklik yapılmadığı sürece imkânsız. Böyle bir değişikliğin gerçekleşmesi de bugünkü koşullarda pek mümkün görünmüyor. Peki bu durum Katalanların çoğunluğunun bağımsızlık arzularına gem vurmak anlamına mı geliyor?
İki ayrı Katalunya
Anayasaya aykırı, yasadışı referandum, 1 Ekim’e kadar olduğu gibi, 1 Ekim’de de birbiriyle uzlaşması mümkün olmayan iki kesimin varlığını ortaya koyuyor aslında. Ama bunu İspanyol ve Katalan milliyetçilerin karşıtlığı olarak görmek pek doğru değil. Çünkü bağımsızlığı ne pahasına olursa olsun savunan, bu tercihlerini vurgulamak amacıyla İngilizce “Catalonia is not Spain” dövizi taşıyan Katalan milliyetçilerin karşısındakileri İspanyol milliyetçisi olarak tanımlamak çok da doğru olmaz. Cumartesi günü Barselona’da, ardından Madrid ve diğer bazı kentlerde toplanan İspanya’nın birliğinden yana olanlar, Katalan milliyetçilere tepki olarak İspanyolca “Cataluña es España” dövizini kullanıyorlar belki ama bununla İspanya’ya bağlı bir Katalunya’yı değil, anayasanın öngördüğü özerk topluluğu kastediyorlar. Nitekim bu kesimin Barcelona’daki gösterilerinde İspanyol ve Katalan bayrakları birlikte kullanıldı. Tıpkı 78 anayasasının özerk topluluklarda resmi olarak iki bayrak kullanılmasına cevaz verdiği (madde 4) gibi.
İspanya’da her ne kadar radikal Sol parti Podemos bu konuda ikircikli bir politika izliyorsa da ülkenin bölünmesini savunan önemli bir toplum kesiminin bulunduğunu söylemek mümkün değil. Katalunya ise bu konuda neredeyse ortadan ikiye bölünmüş durumda. Katalanların bir kesimi anayasal çerçeveyi, bir başka kesimi de bağımsızlığı savunuyor. Bu gerçeğin ışığında Katalanların tümünün bağımsızlık istediği, İspanyollarınsa buna izin vermediği gibi yorumlar yapmanın doğru olmadığını altını çizmekte yarar var.
Bundan sonra ne olacağını bugünden söylemek o kadar kolay değil belki ama buraya kadar dile getirdiklerimden de anlaşılacağı gibi, Katalan bağımsızlıkçıların referandum ve tek yanlı bağımsızlık ilanı girişimiyle bir yere varmaları pek mümkün görünmüyor. Siyasi uzmanların görüşü de bu durumda Katalunya’da kısa/orta vadede erken seçimlere gidilmesinin gerektiği yönünde. Sonuç itibariyle İspanya’dan ayrılma vaatlerini imkânsız olmasından ötürü yerine getirememiş bir siyasi koalisyonun bundan sonra da hiçbir şey olmamış gibi görevde kalması uygun değil. En azından erken seçimlere giderek güven tazelemeleri gerekiyor. Bağımsızlıkçı partiler 1 Ekim fiyaskosundan sonra seçimlerde yeniden salt çoğunluğa ulaşırlar mı bunu da o zaman hep birlikte görürüz.