9 Ağustos’ta yapılan Millî Güvenlik Kurulu (MGK), toplantısından önce, 30 Ağustos’ta emekliye ayrılacak ve bu nedenle toplantıya son kez katılan Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Musa Avsever ile Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Gülan için “butik” bir tören yapıldı.
Orgeneral Avsever’in 52, Orgeneral Gülan’ın da 47 yıllık askerlik yaşantıları sona eriyordu.
Avsever, hediyesini aldıktan sonra Erdoğan’a hitaben kısa bir konuşma yaptı:
“1971 yılında başladım askerliğe. İşte bu şura ile son oluyor. Gerçekten, bir subayın gelebileceği en üst seviyeye geldim. Size müteşekkirim. Sarılmak istiyorum.”
Gülan da, “en üst düzeyde bırakıyoruz, onurlu ve gururluyuz. Desteğiniz, teveccühünüz için saygılarımı, şükranlarımı arz ediyorum” dedi.
Kuvvet Komutanı iki orgeneralin, Erdoğan’ın kendilerine hitap biçimiyle “Paşa”nın, bu merasimdeki sözleri ve tavırları birçok kişi tarafından yadırgandı. Bu yadırgamanın temelinde, askerlik mesleğinin iddia olunan değerleri, ethos’uyla bir çatışma varsayımı vardı. Üniformaya atfedilen “şövalyemsi” hava ile bu görüntülerdeki “şey” birbiriyle örtüşür gibi değildi.
Eskiden Genelkurmay Başkanı veya Kuvvet Komutanlarının devir-teslim törenleri geniş, ferah, şa’şalı askerî mahallerde olur, tören askerlerin istedikleri biçimde tasarlanır, hem görevi devralan yeni, hem de devreden eski komutan bu törende yapacakları konuşmaya günlerce hazırlanır, komutanlık ambleminin bulunduğu bir kürsünün arkasında yerini alan komutan, konuşmasında askerî olduğu kadar siyasi mesajlar da verirdi.
Bu siyasi mesajların sertlik ve doğrudanlık düzeyi ülkenin o anki siyasi iklimine ve komutanın cesametine göre değişkenlik gösterirdi.
Örneğin görevini İlker Başbuğ’a devreden Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt 2008’de Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan’ın bulunduğu bu devir-teslim töreninde şöyle demişti:
“Bugün gerek Atatürk milliyetçiliğinin birleştirici ve kucaklayıcılığı niteliklerinden uzaklaşılarak etnik milliyetçiliğe ve bölücülüğe dayandırılan girişimler gerekse Türkiye Cumhuriyeti’nin laik ve demokratik yapısını, çağdaş kazanımlarını ortadan kaldırmayı amaçlayan irtica iki ciddi tehdit olarak karşımızdadır.”
Büyükanıt’ın o konuşmasının tam metni tekrar okunduğunda fark edilecek ve bugünle tezat oluşturan bir başka şey, muhatap aldığı sorumluluk odağının Türk Silahlı Kuvvetlerindeki silah arkadaşları ve “ulus” olmasıydı. Ekip çalışmasını vurguluyor, başarılarını astlarına da paylaştırdıktan sonra şöyle diyordu:
“Yürüttüğüm görevlerde başarılı olup olmadığımı ben takdir edemem, Yüce Ulusumun takdirlerine bırakıyorum.”
Büyükanıt’ın o epeyce uzun konuşma metninde Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan’a ise sadece törene katıldıklarından dolayı teşekkür ediliyordu.
Son yıllarda bu tören alışkanlığı değiştirildi. Üst düzey komutanlar için yapılan bu tür törenler muhtemelen özellikle öyle tasarlanmış olarak “butik” yapılıyor. Küçük, kapalı mekanlarda yapılan bu törenlerde komutanlara öyle uzun uzadıya konuşma şansı da verilmiyor.
Ancak zamanın ruhu bununla yetinmiyor. O butik törende kendisine ayrılan ve saniyelerle ölçülebilecek o kısacık süreye, tam bir sadakat ve bağlılık izharının sıkıştırılması gerekiyor. Komutanların eskiden iyice hazırlandığı o uzun konuşmaların yerini, yine iyice hazırlanılmış çok kısa konuşmalar almış bulunuyor. Ancak artık bu hazırlanmalar ve çalışmalar konuşmanın uzunluğu ve kapsamının genişliğinden değil, sadakat ve bağlılığı bir söz ekonomisi içinde en öz şekilde verebilme gayretinden kaynaklanıyor.
Avsever ve Gülan’ın merasiminde de böyle oldu. Fazladan bir farkla.
Avsever ve Gülan’ın merasiminin ayrıca bir özelliği, bir bagajı vardı: Eğer istenseydi ve teamüller izlenseydi Avsever emekli edilmeyebilir ve Genelkurmay Başkanı yapılarak beş yıla kadar bu görevde tutulabilirdi. Teamül Genelkurmay Başkanlarının Kara Kuvvetleri Komutanlarından seçilmesiydi. Oysa son YAŞ’ta bu teamül izlenmemiş ve yasalar da izin verdiği için, Kuvvet Komutanlığı yapmamış bir isim, Orgeneral Gürak, Avsever’e tercih edilmişti.
Gülan için de benzer bir durum söz konusuydu: Gülan geçen sene Hava Kuvvetleri Komutanı yapılmıştı ve sadece bir yıldır bu görevdeydi. Teamül, bu görevin iki yıl veya daha fazla süreyle yapılmasıydı. Gülan kadrosuzluk gibi bir gerekçeyle emekli edilmişti.
Bu durum, her iki komutanın da küskün olması ihtimalini doğuruyordu.
Dolayısıyla her iki orgeneralin de bu törende kanıtlamaları beklenen bir şey vardı:
“Teamüller izlenmemiş ve kendileri tercih edilmemiş olabilirdi; ama bundan dolayı asla bir kırgınlık ve küskünlük içinde değil”lerdi.
Erdoğan’ın karşısında hediyelerini alıp konuşurlarken omuzlarında böyle bir kanıt yükü vardı.
Avsever’in, tam kontrol edemediği bedeninin, tokalaşmak için elini biraz erken uzatıp kısa ama aslında uzun bir süre havada kalmasına yol açan gerginliğinde, konuşmasına odaklanmış olması kadar bu yükün de payı vardı galiba.
Bu kanıtlama yükü için Avsever “bir subayın gelebileceği en üst seviyeye geldim” cümlesini, Gülan da benzer biçimde “en üst düzeyde bırakıyoruz” cümlesini kullanmıştı. Her iki cümle de bence üzerinde çalışılmış, müştereken düşünülmüş seçimlerdi.
Böylelikle her iki komutan küskünlük ve kırgınlık içinde olmadıklarını mantıksal bir önermeyle de desteklemiş oluyorlardı (“Çünkü en üst düzeyde bırakıyoruz”).
2008’lerden bugünlere, “konuşma yapma yasağı”ndan daha ileri bir aşamaya, “bir konuşma yapma zorunluluğu”na gelinmişti.
Üstelik bir beden politikası da devredeydi. Bu konuşmalar artık üzerinde komutanlık ambleminin bulunduğu otorite sembolü bir kürsünün ardından değil, yeni ve rakipsiz bir otoritenin şahsının tam karşısında yapılıyordu. Aracısız, yakın ve doğrudan!