14 Mayıs 2023 genel seçimlerinde MHP % 10, İYİP % 9.7 ve Zafer Partisi (ZP) de % 2. 2 oy aldı. Adıyla-sanıyla milliyetçi olan üç partinin % 22 civarında oya ulaşması, Türkiye’de milliyetçiliğinin yükseldiği ve artık seçimlerde anahtar rolünü milliyetçilerin kaptığına dair yorumları da hâkim kıldı.
Öyle ki Kemal Kılıçdaroğlu 28 Mayıs’taki cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimlerine gidilirken dümeni tamamen milliyetçiliğe kırdı. Muhalefetin adayı, milliyetçiliğini göstermek için, sığınmacılara/göçmenlere karşı son derece ayrımcı bir kullanan ve onları ahlaken düşük insanlar olarak resmeden ZP lideri Ümit Özdağ bir protokol imzaladı. Seçimlerden sonra, kamuoyunun bilgisi dâhilindeki bu protokolün haricinde, ikili arasında bir de gizli bir protokolün daha olduğu ortaya çıktı. Halk, ancak Özdağ’ın bir söyleşide bahsetmesiyle bu gizli protokolden haberdar oldu.
Velhasıl, milliyetçilik geçer akçe oldu ve kim bu alana ne kadar yatırım yaparsa sandıktan çıkma şansını o nispette artıracağı düşünüldü. Kılıçdaroğlu da seçim kazandıracağına inandığı bu sihre kendini fazla kaptırınca, sözümona Türkiye siyasetinin en kapsayıcı ittifakı -bilhassa mülteciler ve sığınmacılar konusunda- tarihin en dışlayıcı yapılarından birine dönüştü.
Peki, hakikaten de milliyetçilikte bir patlama var mıydı? Daha önce rastlamadığımız bir dalga ile mi karşı karşıyaydık? Ve iktidarın galibiyetinin altında, onun muhalefetten daha milliyetçi bir çizgi izlemesi mi yatıyordu?
Milliyetçi siyasetin devasa adımları
Seçimin hemen ertesinde bende de benzer bir hissiyatın oluştuğunu belirtmeliyim. Lakin daha serinkanlı bir biçimde bakıldığında rakamlar, 14 Mayıs’tan sonra genelleşen ve milliyetçilikte bir oy büyümesinin olduğunu savlayan değerlendirmelerin, pek bir gerçeği yansıtmadığına işaret ediyor.
Milliyetçi siyaset en devasa adımlarını Kürt meselesiyle bağlantılı çatışmaların yoğunlaştığı 1990’lı yıllarda attı. Zirveye de Öcalan’ın yakalandığı 1999’da çıktı. Öcalan, Şubat 1999’da Türkiye’ye getirildi. Milliyetçi duygular kabardı; Ecevit, Kıbrıs çıkartmasından sonra, kendisine kitleler nezdinde büyük bir itibar sağlayan, ikinci bir başarıya imza attı. İki ay sonra bu havayla gidilen Nisan-1999 seçimlerde Ecevit’in DSP’si % 22 ile birinci parti, Bahçeli’nin MHP’si ise % 18 ile ikinci parti oldu.
Böylece milliyetçi bir partinin, seçmenin yaklaşık beşte birinin oyunu alabileceği bir zemin oluştu. Üç yıl sonra, büyük bir ekonomik krizinin ve devletin aczini gösteren yıkıcı bir depremin gölgesinde yapılan 2002 seçimlerinde, seçmen sahnedeki bütün partilere olduğu gibi MHP’ye de tepkisini gösterdi. MHP % 18’den % 8’ye geriledi. Ancak bu milliyetçi siyasetin zayıflaması anlamına gelmedi; MHP’den kopanlar milliyetçi söylemi daha cerbezeli dillendiren yeni bir partiye, Cem Uzan’ın Genç Parti’sine yöneldiler. Uzan, % 7. 25 oy aldı; MHP, BBP ve Genç Parti’nin oyları, toplamda yine % 18’i buluyordu.
MHP’nin oyu; 2007 seçimlerinde % 14.2, 2011 seçimlerinde % 13.1, 7 Haziran 2015’te % 16.3 oldu. 7 Haziran sonrasında oluşan kaotik ortamda güçlü bir iktidar ihtiyacı duyan MHP seçmenlerinin bir kısmı AK Parti’ye yönelince, 1 Kasım 2015 seçimlerinde MHP % 12’ye düştü.
Seçimlerden sonra parti içinde başlayan tartışma, MHP’de bir yol ayrımını da beraberinde getirdi. Bahçeli’ye bayrak açan Meral Akşener, MHP’den ihraç edilince, yanındakilerle birlikte İYİP’i kurdu. 2018 seçimlerinde MHP % 11, İYİP ise % 10 oy elde etti.
Gerçeği anlamak değil kendini kandırmak
Hülasa % 20 civarlarında dolaşan bir milliyetçi seçmen tabanı var. Yeni bir durum değil bu; 1999’dan beri bu seçmen her seçimde farklı parti amblemleri altında buluşsa da kendisini belli ediyor. Mayıs 2023’e bu arka plandan bakıldığında görülen şu: 2018’de MHP ve İYİP’in toplam oyları % 21’e tekabül ediyordu. 2023’de MHP, İYİP ve ZP’nin, yani üç milliyetçi partiyi tercih eden seçmenlerin oranı % 22 oldu.
Dolayısıyla iki seçim arasında bir puanlık bir fark var. Ya da bir başka şekilde ifade etmek gerekirse; bu seçimlerde milliyetçiliğin –üzerinde fırtına kopartılacak düzeyde- bir yükselişi yok!
Buna mukabil, milliyetçiliğin sayısal bir artış göstermese de, psikolojik etkisinin arttığı iddia edilebilir. Doğru tarafı var bu iddianın ama burada da ihtiyatlı olmak gerekir. Nihayetinde Türkiye’de son yıllarda milliyetçilik, en çok mülteciler/sığınmacılar üzerinden harlandı. Ama seçimleri yine de mültecilere/sığınmacılara karşı en mutedil dili kullanan, en az milliyetçilik yapan Erdoğan kazandı.
O nedenle muhalefetin seçim sonuçlarını milliyetçiliğe bağlaması ve iktidarın seçim zaferini daha fazla milliyetçi olmasıyla açıklaması, gerçeği anlamaya değil, ancak kendisini kandırmasına hizmet edebilir. Muhalefet seçimleri daha az milliyetçi olduğu için kaybetmedi; güçlü bir ittifak mimarisi inşa edemediği, beraber yol yürüme becerisi gösteremediği ve halkı “daha iyi bir yönetim” konusunda ikna edemediği için kaybetti.
Muhalefete düşen, öncelikle bu basit gerçeği kabullenmesidir. Her bir aktörün kendi eksiklerini sorgulaması ve bir özeleştiride bulunmasıdır. Eğer muhalif aktörler bunu yapmaz da, kestirmeden milliyetçiliği seçimin galibi ilan eden çizgide kalmaya devam ederse, muhtemelen bir sonraki seçim yenilgisini açıklamak için de sığınacak yeni bir gerekçe aramak zorunda kalırlar.