– Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra oluşan yeni kabine ile birlikte ekonomiden dış politikaya kadar pek çok alanda rasyonelleşme adımları görüyoruz. Bu adımları Kürt meselesinde de görmemiz mümkün mü? İktidar Kürt meselesinin çözümünde de rasyonel adımlar atabilir mi?
Bu soru herkes tarafından soruluyor seçimlerden sonra. Çünkü çözülmemiş bir sorunu ilgilendiren bir soru. Buna çeşitli cevaplar veriliyor tabii. Bu cevaplardan bir kısmı Türkiye’deki siyasal dinamikleri değişmez kabul eden, yeni bir çözüm süreci ihtimalinin olmadığını söyleyen bir bakış. Bir başka bakış açısı daha çok uluslararası dinamiklere, dengelere, özellikle bölgedeki koşullara bakarak ya da AK Parti’nin izlemek istediği denge politikasına bakarak Kürt sorununda kimi gelişmeler olabileceğini söylüyor.
Bu iki bakış açısından daha farklı bir açıdan da bakmak elbette mümkün. Ben öyle yapacağım. Devlet-AK Parti ilişkisi yeni bir ilişki değil. 2016 askeri darbe girişimi sonrası ortaya çıkan rejim, yeni rejim diyelim buna, bir tür bu ittifakın üstüne kuruluydu. Devletin iflas ettiği bir noktaya gelinmişti ve o iflas ya da vakum yaşayan devletin restorasyonu devlet içerisindeki kimi modernist aktörlerle ve AK Partili muhafazakarları arasındaki bir işbirliğiyle sağlandı. Bu sadece geçici bir siyasi ittifak değildi. Bir siyasi programa da dönüştü. Bence Milliyetçi Hareket Partisi’nin varlığı, anayasa değişikliği, tek adamlık rejiminin inşası, Türkiye’nin Mavi Vatan tarzı politikalarıyla ifade ettiği bir tür yeni bir devlet milliyetçiliği hep bu istikamette karşımıza çıktılar. Şimdi yeni olan bu dönemde bu ittifakın kurumsal dokusuyla ilgili kimi gelişmeler olması. Bundan önceki evrede bu ittifaka rağmen asker veya devlet, AK Parti siyasi aktörler ittifakına rağmen geleneksel bazı dokularla, yapılarla, devlet kurumlarıyla siyasi iktidarın yeni geliştirmeye çalıştırdığı çalıştığı kurumlar arasında ciddi ayrışmalar, çatışmalar paradokslar görüyorduk.
Beştepe’de oluşturulmuş çeşitli Cumhurbaşkanlığı birimleriyle bakanlıklar arasında böyle bir ayrışma söz konusuydu ve buradan hareketle sıkça yapılan tespitlerden bir tanesi -ki bunu ben de yaptım birçok kez- şahsileşmiş bir politika bakışı bir kurumlardan arındırma süreciydi. Kurumlardan arındırma hali olarak karşımıza çıkan şey aslında eskiyle yeninin bir tür çatışması, birlikte ve aynı alanda çalışan çalışmaya aday olan bürokrasiyle, siyasetin çatışması, ayrışması siyasetin kendisine has sadakata ve ideolojik eğilimlere dayalı bir bürokratik doku üretmeye çalışmasının sonucuydu.
Şimdi bu seçimlerden sonra bu çatışmanın sona erdiğini görüyoruz. Bu çatışmanın yerine bir eklemlenme söz konusu. Yani daha modernist, daha geleneksel, devlet yapılarıyla bunların, Silahlı Kuvvetler de var, dış politika merkezde olan Dışişleri AK Parti’nin siyasetini geliştiren ana aktörler ya da siyaset yapıcılar arasında bir bütünleşme ilişkisi karşımıza çıktı. Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanlığı’na gelmesi, Kalın’ın MİT’in başına gelmesi bize bunu gösteriyor. Yani yeni bir devlet anlayışı var. Bu devlet anlayışı dünden farklı, yeni aktörlerle dünkü dokuyu iç içe sokan bir ittifakın kurumsal yüzünü oluşturan bir çerçeve. Bunun altını özellikle çizmek lazım. Senin sorunla doğrudan ilgili değil belki ama zemin tabii bununla ilgili. Şimdi buradaki soru şu: Bu tür bir kurumsal işleyiş aynı zamanda bir tür rasyonaliteye geri dönme eğilimi demektir. Bu da paradoksal bir durum gibi gözükebilir.
Hem çok şahsi bir rejim var Türkiye’de hem de diğer taraftan bu rejim, gerek ekonomi alanında, gerek dış politikalarında, gerek Silahlı Kuvvetler ya da İçişleri Bakanlığı dahil iç ve dış güvenlik alanında rasyonelleşmeye, bir tür kurumlaşmaya çalışıyor. Ama durum bu. Evet, acaba bu rasyonelleşmenin içerisinde Kürt politikası kendisine yer bulabilir mi? Yani dünkü asayiş politikalarının yerini bu kez daha kuşatıcı bir politika alabilir mi? Sorumuz bu. Bunun hem mümkün olabileceğini hem de kimi sorunlar içerdiğini düşünüyorum. Ben bu rasyonalitenin bir demokratizasyonu üreteceği kanaatinde değilim. Ya da hızlı bir demokratikleşme üretileceği kanaatinde değilim. Ama siyasi araçların ya da demokrasinin sunmuş olduğu temsil mekanizmasına dair bazı araçların Kürt politikasını yeniden tanımlamakta kullanılacağını düşünüyorum.
Nasıl?
Şöyle: Düne kadar asayiş tedbirlerini çok sert uygulayan, hukuk sınırlarını fersah fersah aşan Kürt politikası hükümetin artık sadece bu tür bir kaba kuvvet üssünden yürümeyecektir
Peki ne olacaktır?
Hem Türkiye içerisinde hem Suriye’de ve Irak’ta; Türkiye’nin Kürt hareketinin yani PKK’nın ve onunla bağlantılı görünen siyasi partilerin tecrit edileceğini politik olarak bir çember içine alınacağını ve Kürtlerle ilişkisinin sınırlandırılmaya çalışılacağını düşünüyorum. Eğer bunu yapabilirse hükümet, Kürtlerle ilişkiyi başka yollardan kurma imkanlarını üretmeye çalışacaktır. Bu yeni bir strateji olabilir.
Nasıl devreye girer?
Türkiye’ye baktığımız zaman mesela HÜDAPAR temsili olarak çok anlamlı bir yapı olmayabilir. HÜDAPAR’a bakıldığı zaman daha çok işte kadın, beden, İslam, töre gibi suçların gündemine geldiği söylenebilir ama benim gözümde HÜDAPAR bir Kürt temsilidir aynı zamanda. HÜDAPAR’ın AK Parti ittifakı içerisinde yer alması temel olarak AK Parti’nin Kürtlerle kavgalı olmadığı mesajını taşıyan bir strateji.
Bu sadece HÜDAPAR ile sınırlı değil. Aynı zamanda Irak’ta KDP’yle ilişkiler açısından bakıldığında da KDP-PKK arasındaki gerilim dikkate alındığında yine KDP’yle ilişkiler üzerinden hem din hem milliyetçilik hem Kürtlük meselesinin sağ bir alana çekilmeye çalışılacağını, bunu yaparken de HDP’nin veya Yeşil Sol Parti’nin Türkiye’de HDP’nin ise Rojava’da Suriye’de yalnızlaştırılmaya çalışılacağını düşünüyorum.
Nitekim bir beyanatın altını çizeyim: Tayyip Erdoğan Suriye’de Arap aşiretlerle Kürt grupların çatışmasına yönelik “Arap aşiretleri yerli ve millidir” gibi bir garip tanımda bulundu. Herhalde oranın yerli ve millisini kastediyordu. Bu tabii Türkiye’nin çok eski bir stratejisi. Kürtlerin yaşam alanının daraltılarak minimize edilmesi. Arkasından Hakan Fidan önemli bir beyanatta bulundu, “Bu çatışmalar Araplarla Kürtler arasında böyle devam ederse sürer gider. Zaten biz bunu öngörüyoruz ve orası Arap aşiretlerinindir” dedi.
Bu aslında Türk devletinin MİT’iyle, Dışişleri Bakanlığı’yla, ana politikalarıyla öyle bir güzergah izlediğini, yani sadece vur, kır, dök değil orada birtakım ittifaklarla rakibin ya da istenmeyen unsurun etrafına boşluklar, hendekler kazmak suretiyle onları yalnızlaştırmak ve geri kalan diğerleriyle bir alan inşa etmek gibi bir istikamet çizildiğini düşünüyorum. Türkiye’de de bölgede de…
Dolayısıyla bu rasyonelleşmenin asıl sonucunu burada gözleme ihtimalimiz yüksek.
Sular şimdilik buraya doğru akıyor. Tabii yeni çözüm süreçleri her zaman mümkün olabilir. Dengeler değişebilir ama bugünün dengelerinin bize anlattığı budur.