İran Genelkurmay Başkanı Bagheri’nin Türkiye ziyareti üzerinden iki hafta geçti. İki ülkenin en üst düzeydeki askeri yetkilileri arasında 40 yıl gibi oldukça uzun bir süre sonra gerçekleşen bu ziyareti ayrıntılı biçimde aktaran uluslararası medya, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İran’la PKK’ya karşı “ortak operasyon” olasılığına ilişkin açıklaması üzerinde özellikle durmuştu. Bir hafta sonra bu defa İran Devrim Muhafızları’nın böyle bir operasyonun gündemde olmadığına ilişkin açıklaması, linki ilişik haberden de görüleceği gibi, “Geri adım mı? Askeri yetkililer arasında anlaşmazlık mı? Operasyon açıklaması Erdoğan’ın blöfü müydü? gibi akla getirdiği bazı sorularla birlikte aktarılmıştı (http://www.opex360.com/2017/08/23/iran-le-corps-des-gardiens-de-la-revolution-dement-tout-projet-doperation-en-irak-avec-la-turquie/)
Takip ettiğim kaynaklarda konuyla ilgili en kapsamlı değerlendirmeye iki dilde yayın yapan Londra merkezli dijital gazete Middle East Eye’de rastladım. 28 Ağustos’ta yayımlanan söz konusu analiz “Türkiye ABD’nin etkisi azalırken Kürtlere karşı İran’la ‘ittifak’ arıyor” (Turkey seeks Iran 'alliance' against Kurds as US pull wanes) başlığını ve Suraj Sharma’nın imzasını taşıyor.
Analizin bir başka özelliği de Profesör Hüseyin Bağcı ve İRAM (İran Araştırmaları Merkezi) Direktör Yardımcısı Hakkı Uygur gibi iki Türk uzmanın görüşlerine ağırlık veriyor olması. Orta Doğu’nun iki büyük aktörü arasında askeri bir işbirliğinin bölgede önemli sonuçlara yol açabileceğine dikkat çeken Sharma, Bağcı ve Uygur’a ilk olarak şu iki soruyu yöneltiyor: “Neden şimdi?” ve “Bu işbirliği nereye kadar gider?”
Profesör Bağcı’nın analize yansıyan yanıtı, iki ülke arasında PKK ve uzantılarıyla mücadele konusunda bir görüş birliği bulunduğu ve böyle bir işbirliğinin bugün Irak ve Suriye’deki duruma uygun olduğu ama gelecek için bugünden bir şey söylenemeyeceği yönünde. Uygur Profesör Bağcı’ya katılıyor ve mevcut konjonktürde iki ülke dış politikaları arasında artan bir sinerji olduğunu dile getiriyor. Bu ittifakın “çok kısa vadeli” ve “PKK ve YPG ile mücadele ve bir ölçüde Irak Bölgesel Kürt bölgesindeki referanduma karşı işbirliği ile sınırlı olduğunu özellikle vurguluyor. Uygur, bölgedeki gelişmelere ve özellikle Körfez Krizi’ne bağlı olarak bu ittifakın genişleme potansiyeli bulunduğuna da dikkat çekiyor.
Kürt Sorunu
Analizinin bu alt başlığı altında Türkiye’nin PKK ve Suriye kolu YPG ile mücadele ettiğini ve güney sınırı boyunca bir koridor oluşturmalarına karşı çıktığını anlatan Sharma, özellikle ABD’nin YPG’yi NATO müttefikinin itirazlarına karşın sürekli olarak silahlandırmasının Ankara’da yol açtığı kaygıları vurguluyor. Bu durumun Türkiye’yi ABD ve NATO ile ittifakını gözden geçirmeye dahi sevk edebileceğinin altını çiziyor.
Sharmaj ayrıca Türkiye’nin Suriye’de huzuru sağlama çabalarında Rusya ve İran’la işbirliği yaparak bir ölçüde başarılı olduğunu belirterek, şimdi bir de İdlib konusunda ABD ile yeni bir uyuşmazlığın patlak verdiğini Türkiye’nin görüşleri doğrultusunda anlatıyor. Bu bağlamda Ankara’nın özellikle Yıldırım’ın başbakanlığıyla birlikte Suriye politikasında bir değişikliğe gittiğini ve Rusya ve İran’la birlikte Astana sürecini başlattığını hatırlatıyor.
Suriye politikasındaki değişikliğin İran’la yakınlaşmada rolü olduğuna işaret eden Sharmaj, Prof. Bağcı’ya atfen iki ülkenin birbirlerini “düşman” değil, hep “ rakip” olarak gördüklerine ve bugünkü ittifakın anahtarının da “Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğü” olduğuna dikkat çekiyor.
Barzani, en az kötü opsiyon
Bu alt başlık altında Türkiye ile Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) arasında mevcut kapsamlı ticari ilişkileri hatırlatan Sharma, buna karşın Türkiye’nin kendi Kürt nüfusu üzerindeki potansiyel etkisinden ötürü bağımsızlık referandumuna sıcak bakmadığını ama Barzani’ye tepkisinin ılımlı, asıl kızdığı ülkenin ise Barzani’yi bu tutumundan vazgeçirmekte çok da istekli olmayan ABD olduğunu anlatıyor.
1946’da İran topraklarında kurulmuş olan Mahabad Cumhuriyeti’ni hatırlatan Sharma, Barzani’nin KDP’sinin Tahran için çok daha büyük bir tehdit oluşturduğunu ama ne Tahran’ın ne de Ankara’nın bu konuda bir şey yapamayacağını, Prof. Bağcı’nın “savaş mı açacaklar?” çıkışıyla aktarıyor. Bu nedenle Türkiye-İran askeri işbirliğinin ancak PKK ve PJAK ile mücadele çerçevesinde gelişebileceğinin altını çiziyor.
Kopma noktaları çok
Washington’un NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip olan Türkiye’nin, baş düşmanı kabul ettiği bir ülkeyle askeri işbirliğinden kuşkusuz mutluluk duymadığını belirten yazar, bununla birlikte İran ile yakınlaşmanın Türkiye’nin ABD’nin YPG’ye desteğine karşılık geliştirdiği B ve C planları çerçevesinde vücut bulduğuna dikkat çekiyor. Bu durum değişirse, Ankara’nın eski politikasına döneceğini, zira iki ülke arasında bölgesel konularda birçok kopma noktası bulunduğunu İRAM Direktör Yardımcısı Hakkı Uygur’a atfen aktarıyor.
Türk-İran ilişkilerindeki kopma noktalarının Tahran yönetiminin bölgede izlediği mezhepçi politikalardan kaynaklandığını vurgulayan Sharma, bu bağlamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son dönemde Tahran’ı bölgede “Fars milliyetçiliği” yapmakla suçlamış, İran’ın da buna sert tepki göstermiş olduğunu anımsatıyor. Özet olarak belirtmek gerekirse, analizin kamuoyuna verdiği mesaj, Türkiye’nin İran’la yakınlaşmasının doğrudan ABD’nin Suriye politikasının sonucu olduğu, Washington YPG’ye desteğini keserse, her şeyin eskisi gibi olacağı yönünde. (http://www.middleeasteye.net/news/analysis-iran-turkey-alliance-targets-kurd-threat-us-pull-wanes-2095294035)
Burada bir parantez açmak ve öncelikle Londra merkezli bir medyanın, politikaları hakkında yıllardır dezenformasyon yapılan Türkiye’nin görüşlerini merkeze alan bir değerlendirme yayımlamasının olumlu bir gelişme, hatta kayda değer bir değişim olduğunu kabul etmek gerekir.
Konunun içeriğine gelince, Washington’un YPG’yi desteklemekten vazgeçmesinin -mümkün olsa bile- özelde Türk-Amerikan ilişkilerinin, genelde Türkiye’nin Batı İttifakı’na bakışının hiçbir şey olmamış gibi eski düzeyine gelmesini sağlayacağı düşüncesi iyi niyetli bir dilekten (wishfull thinking) başka bir şey değil. ABD’nin olması gerektiği gibi, genelde Orta Doğu’da, özelde Suriye’de, Ankara ile uyumlu bir politika izlemesi ilişkilere olumlu yansır kuşkusuz. Ama 15 Temmuz’dan sonra defalarca vurguladığım üzere, Türk-Amerikan ilişkilerinin eskisi gibi olması bu dönemi yaşayan birkaç kuşak için pek mümkün görünmüyor. Çünkü ABD’nin YPG’ye desteği basit bir siyasi opsiyon değil, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit etme potansiyeli taşıyan, dolayısıyla her vesileyle vurgulanan müttefiklik ilişkisi ile bağdaşmayan bir politika.
Bu iki yüzlülük sonuçta Ankara’yı birçok konuda derin görüş ayrılıkları yaşadığı Tahran’la yakınlaşmaya sevk ediyor. Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) uzmanlarından Doğacan Başaran’ın Rus basın ajansı Sputnik’te Sharma’nın analiziyle aynı gün (28 Ağustos) yayımlanan “Katar düğümünün ve Batı müdahalesinin panzehiri Türkiye-İran ittifakı” başlıklı habere yansıyan açıklamalarında dile getirdiği gibi, Türkiye’nin İran’la olası ittifakının “15 Temmuz darbe girişi sonrasında ABD ile bozulan ilişkileri bağlamında değerlendirilmesi gerekiyor.”