Afrika’nın en acımasız terör örgütlerini saymaya kalkarsanız, şiddetin boyutunun çoğu zaman ülkelerin yoksulluk katsayısıyla orantılı olarak yükseldiğini görürsünüz. El Şebap örgütü mesela… Somali’nin açlıkla boğuşan, çaresiz, perişan toplumunun içinden çıkmış bir örgüttür. Tüyler ürperten eylemleriyle bilinirler. Bu örgütü Nijerya’nın Boko Haram’ıyla karşılaştırabiliriz. Şiddet ve yoksulluk, birbirini tetikleyen, kışkırtan durumlardır. Yoksulluğun üzerine bir de çaresizliği, içinden çıkılamaz toplumsal çöküşü eklersek, Filistin’de Hamas’ın neden öne geçtiğini anlamaya biraz daha yaklaşabiliriz. Hamas 1987’de kuruldu. Filistin’deki mücadele ise 1948’de İsrail devletinin kuruluşuyla başlamıştı. Yasir Arafat ve arkadaşları, El Fetih örgütünü, 1957 yılında kurmuştu. O zamanlar mesele henüz sınırlı çatışmaların öne çıktığı ve daha çok diplomatik düzeyde süren bir gerilim olarak ilerliyordu.
İsrail üç katı toprağı nasıl işgal etti?
En büyük felaket, 1967 Arap-İsrail savaşının ardından yaşandı. Mısır başta olmak üzere Arap ülkeleri bozguna uğradı. İsrail bu savaşın ardından topraklarını üç kat büyüttü. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, İsrail’in işgal ettiği topraklardan çıkması konusunda kararlar aldı. İsrail bu kararları kabul ediyormuş gibi yaptıysa da Mısır hariç işgal ettikleri toprakları bir daha sahiplerine iade etmedi. Filistinliler kendi topraklarında esir bir millet haline dönüştü. Batı Şeria ve Gazze’nin önemli bir bölümünü, evlerini, köylerini, arazilerini, terk ettiler. Daha da ötesi her iki yerleşim yerinin etrafını kuşatan İsrail, Filistinlilerin dış dünya ile irtibatını kesti. Bir Filistinli, Gazze’den veya Batı Şeria’dan herhangi bir başka yere gitmek istediğinde hava, kara ve deniz yolu kapalı. İsrail devletinin izni olmadan, dünyayla ilişki kurmaları mümkün değil.
Adım adım muhafazakarlaşan Filistin
Başlangıçta Filistinli direniş örgütleri milliyetçi, seküler, sol eğilimliydi. Filistin Kurtuluş Örgütü içinde, El Fetih, sağda kalıyordu. Filistinliler, İsrail baskıları karşısında seslerini duyuramadı. Giriştikleri eylemler kanla bastırıldı. Kaybettikleri topraklarına dönemediler. Oralara İsrail yeni yerleşim yerleri oluşturarak işgali kalıcılaştırdı. Bu kara tablonun, Filistinliler üzerinde oluşturduğu ağır maddi ve psikolojik baskı onların bir kesimini şiddet örgütlerine yöneltti.
Geçmişte itibar edilmeyen ve gerici diye dışlanan küçük grupçuklar büyüdü. Solcuların, seküler toplulukların bir kesimi, İslamcılığa yöneldi. Geçmişte enternasyonal bir sol desteğine sahip olan Filistin’e destek daha çok İslam dünyasından gelmeye başladı. Duyarlılık cuma namazlarında tırmandı. Kudüs’ün ortasındaki Kubbetü’s-Sahra ve Mescid-i Aksa Camii, İslam dünyasının kutsal kabul ettiği önemli yapılar…
1967 Savaşı’ndan önce Ürdün’ün denetiminde olan Kudüs, İsrail’in eline geçti. Kubbetü’s-Sahra ve Mescid-i Aksa da o zamandan bu yana İsrail’in işgal ettiği topraklar içinde. Yönetim Müslümanlara aitmiş gibi görünse de kontrol İsrail’de. Batı Şeria’yı da Gazze’yi de gözlerimle gördüm. Oradaki çaresizliği insanların gözlerine bakmadan da anlayabilirsiniz. Aynı çaresizliği bir başka düzeyde İsrail’de de görebilirsiniz. Her gün bir bombanın başınızda patlayabileceğini düşünerek yaşamak nereye kadar?
Filistin’i Hamas’a, İsrail’i Netanyahu’ya teslim eden milliyetçiliği, mezhepçiliği, ırkçılığı, şiddeti aşabilmek ve farklılığı dostluğa çevirebilmek için daha ne kadar insanın canı gidecek?