spot_img
Ana SayfaAli Bayramoğlu'yla Bugünler“Türkiye doğru yerde durdu”

“Türkiye doğru yerde durdu”

Ali Bayramoğlu: “Ben Türkiye’nin bu konudaki tutumunun Erdoğan’ın pragmatizmi ve seçimlerden sonra kabullendiği rasyonalizasyon ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Erdoğan kampların parçaları olmaktan çok Türkiye’nin büyük bir devlet olması ve o itibarla ağırlığını tanımlaması gibi bir politika izliyor. Bu politikayı izlerken eskiden yaptığı gibi doğrudan doğruya meselenin gönlündeki tarafına yönelmeden hareket ediyor. Türkiye doğru yerde durdu diye düşünüyorum.” “Hamas’ın yaptığına direniş denmesinin, İsrail’in yaptığına savunma denmesinin büyük etik ve ahlaki sakıncaları var”

  • Filistin’deki Hamas güçleri, 7 Ekim’de İsrail’e yönelik bir saldırı gerçekleştirdi. Üzerinden bir haftadan fazla süre geçmesine rağmen bu saldırı ve İsrail’in verdiği / vermeye hazırlandığı cevap tüm dünyada konuşuluyor. Bu mesele konuşulurken, İsmet Özel’in bir dizesindeki gibi, “İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse diğerine sağır” durumu söz konusu. Özellikle medyada bunu çok net görüyoruz; Batı basınına ya da Türkiye’deki basına baktığımızda. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Son gelişmeler, tarihsel bir geri gidişi gösteriyor. Mesele sadece kendi kimliğinden, kendi sahip olduğun alandan ya da ortak duyarlılıktan, kültürel – sosyal – politik alandan fikir yürütme meselesi değil. Aynı zamanda karşı tarafın bir tür mutlak dışlanması ve insan dışı bir kategori olarak görülmeye başlanması. İnsanları, sivilleri, ilkeleri hedef alan bir savaş yürütülüyor olması bugün Hamas-İsrail çatışmasının en önemli özelliklerinden bir tanesidir.

Tarihte dünyanın çeşitli dönemlerinde, çatışma dönemleri, kaos dönemleri sadece uluslararası ilişkiler açısından değil aynı zamanda temel ilkeler, demokrasi değerleri, liberalizmin temel değerleri, insan haklarına ait temel erdemler bakımından bir dizi gerilmeyi bize gösterir. Çatışma dönemlerinde sadece toplulukların çatıştığını değil, bu tür işlevlerin bozulmaya başladığını da görüyoruz. Demokrasi kavramının içi boşalıyor, özgürlük kavramının öteki ile ilişkisi vb. tüm bunların içinin boşaldığını görüyoruz. Dolayısıyla dünya kötü bir evreden geçiyor bu bakımdan.

Bu sadece çatışmalarda değil, çatışmaların akışında da, çatışmaların tanımlanmasında da karşımıza çıkıyor. Bugün özellikle Hamas’ın İsrail’e yaptığı 7 Ekim saldırısı ve İsrail’in verdiği sert ve vahşi cevap bu çerçevede değerlendirilmeli diye düşünüyorum. Tarihsel açıdan ele aldığımız zaman Filistin neydi, nasıl kuruldu, İsrail oraya nasıl geldi gibi gerçeklerden hareketle pek çok şeyi okuyabilir pek çok şey söyleyebiliriz. Bunlar önemli ve gereklidir.

Çatışmanın yaşanma biçimi ve algılanma biçimini konuşmak gerekirse…

Hamas’ın 7 Ekim saldırısı kim ne tarafı tutarsa tutsun, hangi ideolojiye sahip olursa olsun korkunç bir eylemdi. Sivil insanlara yapılan bir saldırıydı. Yaklaşık 1000 insanın ölmesine sebep olan bir saldırıydı. Bunların bir kısmı çocuklardı. Dolayısıyla bir direniş hareketinden çok bir terör eylemi gibi, sivilleri hedef alan bir eylem gibi karşımıza çıktı. Buna karşılık İsrail’in vermiş olduğu karşılıkta da aynısı meydana geldi. Orada da müthiş bir vahşet, sivil canları hedef alan, Gazzeliler ile Hamas arasındaki mesafeyi koyamayan bir vahşet ortaya çıktı.

Hamas’ın yaptığına direniş denmesinin, İsrail’in yaptığına savunma denmesinin demokratik ilkeler açısından, özgürlük ilkeleri açısından, temel insani erdemler açısından çok büyük etik ve ahlaki sakıncaları var.

Evet orada varoluşun derdinde olan iki topluluk var. Kimisi birine, kimisi diğerine hak verebilir. Ama bugün gelinen nokta sadece kuvvetler eşitsizliği değil kullanılan araçların, silahların hedefleridir ve bu hedeflerin üzerinden siyasi bir alan genişletme arayışıdır. Kimdir hedefler? Medeniyetlerdir, insanlardır, sivillerdir, ilkelerdir… Bunlar üzerinden bir savaş yürütülüyor olması bugün Hamas-İsrail çatışmasının en önemli özelliklerinden bir tanesidir.

İkinci önemli nokta ise bu sürecin bu şekilde yürütülmesine biz nasıl bakıyoruz? Buna itiraz ne kadar ediyoruz? Dünya genelinde, sıcak merkezlerde pek itiraz edilebildiği söylenebilir mi? Sanmıyorum. Türkiye’ye baktığımız zaman Türk siyaseti daha ilk gün ilk reaksiyonunu verdi. Hamas’ın saldırısını adeta destekledi kimi siyasi liderler ve bunu bir Filistin direnişi olarak gördüler, sivil ölümleri münferit bir havadis olarak tanımladılar. Yıllardır Gazze’deki baskıların karşılığında bunun olduğunu söylediler. Kısmen haklılar tabii, bunun tersini söylemek elbette mümkün değil. Ama bu işin nasıl olduğu, nasıl arttığı, kimlere neler yapıldığı, bunların neyi simgelediği konusunda maalesef bizim siyasetçilerimiz, basınımız çok bir hassasiyet taşımadı. Sol da öyle.

Bugün Türk basınına baktığınız zaman Hamas’ın üretmiş olduğu felaketleri göremiyor, okuyamıyorsunuz. Ya da Batı’daki basına baktığınız zaman bu sefer de tersi bir tabloyla karşılaşıyorsunuz. Batı dünyasındaki temel tutum da İsrail’in bir terör saldırısına karşı savunma eylemi oldu.

Dolayısıyla iki tarafında da dünyanın karşı tarafındakini insan gibi görmeyen, etnosantrik bakışla insanı bile yeniden tanımlamaya çalışan bir noktaya gelindiğini düşünüyorum. Bu geçecektir şüphesiz. BM devreye girer, vahşetin düzeyi arttıkça, riskler arttıkça şiddet karşısında dengeleyici unsurlar devreye sokulur fakat bu 7 Ekim’de başlayan vahşi tiyatro sahnesinin ilk perdesi insanlık tarihi açısından, demokrasi tarihi açısından utanç verici bir noktayı bize gösteriyor. Sadece bu eylemleri yapan aktörler açısından değil; o aktörlerin kullandığı araçlar ve onlara verilen kimlik merkezli destekler/tepkiler açısından.

Kimlik merkezli, inanç merkezli, fayda merkezli, milli dava merkezli algılar ve açıklamalar insanlığın kurtçuklarıdır. İnsanlığı yok eden, insani erdemleri ortadan kaldıran durumlardır. Bütün üniversite dediğimiz evrensellik dediğimiz şey bununla mücadele etmektir. Bununla mücadeleyi öğretmeye çalışır hocalar.

Batı’da Hamas eşittir IŞİD gibi toptancı bir okuma var, bu tarafta ise kimisi Filistinci olduğu için, kimisi Şarklı olduğu için, Batı’ya mesafeli olduğu için parçalı okuma var.

  • Türkiye’deki iktidarın bu meseleye karşı tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben Türkiye’nin bu konudaki tutumunun Erdoğan’ın pragmatizmi ve seçimlerden sonra kabullendiği rasyonalizasyon ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Erdoğan kampların parçaları olmaktan çok Türkiye’nin büyük bir devlet olması ve o itibarla ağırlığını tanımlaması gibi bir politika izliyor. Bu politikayı izlerken eskiden yaptığı gibi doğrudan doğruya meselenin gönlündeki tarafına yönelmeden hareket ediyor. Türkiye doğru yerde durdu diye düşünüyorum.

Erdoğan daha sonra İsrail’e yüklendi. Bu son derece tabii. Çünkü şu anda vahşet tek taraflı ilerliyor. Önümüzdeki dönemde de Türkiye farklı roller oynayabilir diye düşünüyorum. 

- Advertisment -