Alman Hıristiyan Demokratlarının yeni lideri ve dolayısıyla da Almanya’nın yeni ana muhalefet lideri olan Friedrich Merz’in, bu hafta sonu, Neue Zürcher Zeitung’a verdiği röportajdaki ana açıklamaları şöyle:
“Eğer Gazze’den kaçan mülteciler olursa, o zaman bunlar komşu devletlerin konusu olmalıdır. Almanya daha fazla mülteci kabul edemez. Ülkede yeterince anti-semitik genç adam var.”
Friedrich Merz bu cümleleri röportajının içinde kendisi seçerek aynen bu sırayla kendi Twitter hesabında paylaşmış.
Gazzeliler’in değil Almanya, Gazze dışındaki çöle adım atıp 100 metre yürüme şansı yokken, Merz neden kendi kendine böyle bir gündem yaratmak istiyor olabilir? Türkiye’ye yerleşmek istemeleri durumunda bile birçok engelle karşılaşmaları muhtemel olan, hemen yanı başlarındaki Mısır’ın bile sınırdan sokmadığı Gazzeliler; Almanya’ya hangi yoldan ve nasıl erişebilirler ki? Bazı çok özel istisnalar dışında hayatlarında hiçbir zaman Avrupa’ya ayak basamayacak bu insanlardan neden bu kadar korkuluyor olabilir?
Tabii “Almanya daha fazla mülteci kabul edemez” cümlesini “ülkede yeterince Yahudi karşıtı genç adam var” cümlesinin izlemesi de ilginç. Almanya’ya başvuran tüm mültecilerin Yahudi karşıtı genç adamlardan oluşması elbette mümkün değil. İsrail dostu veya bizzat Yahudi olduğu için kendini tehlikede hisseden bazı kişilerin Almanya’ya iltica talebinde bulunduğu örnekler de var. Merz gerçekten ilginç bir kafada. Sadece Merz’te değil son dönem Alman siyasetinin genelinde dil ve yaklaşımın giderek tuhaflaştığını ve çelişkilerin arttığını söylemek mümkün.
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de İsrail yanlısı tavırlarından ötürü AB komisyonu içinde tepkilerle karşılaşıyor ve özellikle de İrlanda’dan sert eleştiriler aldı. Almanya’nın İsrail taraftarlığı; sadece dünyadaki sol kamuoyundan veya Müslümanlar’dan değil, “wasp” adı verilen Beyaz Hıristiyan Amerikalılar’ın önemli bir kısmından bile tepki alıyor.
Alman siyasetçilere ve Alman devletine ait sosyal medya hesaplarının dünyanın çok farklı yerlerinden çok sert eleştiriler aldığına tanık oluyoruz. Amerikalı sosyal medya ünlüsü Jackson Hinkle’ın Alman Dışişleri Bakanlığının İsrail yanlısı twitlerini eleştiren twitlerinin, Alman Dışişleri Bakanlığının twitlerinden kat kat fazla beğeni alması da bu bağlamda ilgi çekiciydi.
Alman Yeşiller Partisi’nin parti binasına İsrail bayrağı asması ve Yeşiller Partili Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un çok yoğun İsrail taraftarı yaklaşımları da konunun ayrı bir boyutu.
Alman devletinin, ABD’nin İsrail politikasını kayıtsız şartsız destekleme noktasında aşırıya gittiğini düşünenlerin sayısı artıyor. Hatta, Almanya’nın, kısmen, ana akım Amerikan kamuoyunun önemli bir kısmından bile daha “Amerikan yanlısı” bir görüntü verdiği söylenebilir. Bu “kraldan çok kralcı” denilebilecek dilin ve pozisyonun ne kadar sürdürülebileceğini öngörmek zor.
Şu da ilginç: Son dönemdeki bazı kamuoyu araştırmalarına göre Almanya’daki İsrail’e en çok destek veren grubu sosyal demokratlar oluşturuyor.
“Radikal sağcı” AFD ise resmi olarak (Yeşiller kadar olmamakla birlikte) İsrail yanlısı görünse de AFD tabanında yer yer farklı yaklaşımlara rastlamak mümkün. Örneğin AFD’ye yakın bir hesap tarafından Almanya’daki Müslüman göçmenlerin işlediği tecavüz, gasp gibi suçların da Alman devletinin sosyal imkanları sömürmelerinin de Alman devleti tarafından tolere edildiğine ama bu insanların en ufak İsrail karşıtı söylemlerinin tolere edilmediğine dair bir paylaşım yapılmış.
Gerçi bu Müslüman karşıtı bir yorum ama aynı zamanda İsrail karşıtı da bir yorum. Yani son günlerde AFD tabanının “her iki tarafı da eleştirebilme” yetisi, Yeşiller ve Sosyal Demokratlar’dan daha fazla gibi görünüyor.
Başbakan Olaf Scholz’a dönersek… Geçmişte sempatik, ılımlı, uzlaşmacı, espritüel imajıyla, klasik siyasetçi kalıplarının dışına çıkan tarzıyla tanınan ve sevilen sosyal demokrat Başbakan Olaf Scholz son günlerde üslubunu değiştirmeye ve aşırı sağın söylemlerini kopyalamaya başladı. Spiegel’e “Artık büyük ölçekli sınır dışılara başlamak zorundayız” açıklaması yapan bir Scholz var bugün.
Almanya’nın hem Rusya-Ukrayna meselesindeki hem de İsrail-Filistin meselesindeki keskinliği, “ABD’den daha ABD yanlısı, İsrail’den daha İsrail yanlısı, Ukrayna’dan daha Ukrayna yanlısı” görüntüsü, giderek ilginçleşiyor. Frankfurt kitap fuarında Slavoj Zizek’in konuşmasına gösterilen tahammülsüzlük de bunun bir başka örneğiydi.
Avrupa’daki (İspanya hariç) çoğu büyük ülkenin İsrail-Filistin meselesine yaklaşımı kısmen aynı paralelde olsa da Almanya, son günlerde, tüm Batı bloğunun içindeki hem Batı’nın haklılığından hem de kendi haklılığından “en az kuşku duyan” aktör görüntüsü içinde gibi. Batı bloğunun Ukrayna ve İsrail bağlamında içinde bulunduğu ve sadece Almanya ile sınırlı olmayan genel “mutlak haklılık psikolojisi”ni tartışmaya ihtiyaç var. Şu açık: Eğer Ukrayna’daki ve Gazze’deki çatışma ve ölümler bir süre daha bu şekilde devam ederse, bu iki bölgede barış sağlanamazsa, Rusya’nın Ukrayna’daki ilerlemesi durmazsa, batı hem itibar kaybına hem “haklılık kaybı”na uğrayacak. Hem Filistinli sivillere Ukraynalı sivillere gösterilen duyarlılık gösterilmediği yani çifte standart uygulandığı için hem de konunun etik boyutunun yanında askeri strateji de iflas etmiş olacağı için…
Kurgu fotoğraf
Ancak Almanya’da zaman zaman aykırı sesler de duyuluyor: Berlin’de 18 Ekim akşamı toplanarak yerde oturan küçük bir grup genç insanın “Free Palestine from German guilt” (Filistin’i Alman suçundan/suçluluğundan kurtarın) sloganı, polemiklere yol açtı. Almanya’yı Yahudiler karşısındaki suçluluk duygusundan ötürü İsrail’in Filistin’deki şiddetini desteklemekle suçlayan bu eylem, ortalama Alman kamuoyunu sinirlendirdi. “Guilt” sözcüğünü hem “suçluluk duygusu” hem de “suç” olarak çevirmek mümkün. Yani bu gençlerin Almanya’yı hem suçluluk duygusundan ötürü yanlı hareket etmekle hem de savaş suçunun parçası olmakla itham ettiği düşünülebilir.
https://x.com/berlinerzeitung/status/1714694235390091763?s=20
Almanya her şeye rağmen muhalefet ve gösteri hakkının sürdüğü ve kendini yenileme yeteneğine sahip bir ülke. Bir süre sonra bir özeleştiriye gitme ve şu anki politikalarından pişmanlık duyma ihtimallerinin olduğunu hesaba katmak gerekiyor. Sonuçta Avrupa Birliği’nin daha demokratik olduğu dönemlerde bu demokrasinin düşünsel altyapısını oluşturan ülkelerden biri Almanya’ydı. Bir süre sonra eski çizgilerine geri dönmek isteyebilirler.