16 Haziran 2011’de “Dignité al-Karama” adındaki Fransız bandralı bir yat, 16 yolcusuyla birlikte Yunanistan’ın Meis adasından kalktı. Yatın Mısır’ın İskenderiye kentine doğru yola çıktığı bildirilmişti. Fakat Akdeniz’de ilerledikçe yatın içindeki yolcular Filistin bayraklarını dalgalandırmaya başladı. Yetkilileri şaşırtmak için yalan söylemişlerdi. Mısır’a gitmiyorlardı. İstikamet İsrail ablukasındaki Gazze’ydi.
Yat, Mavi Marmara’nın da içinde bulunduğu Gazze Filosu’nun İsrail ordusu tarafından basılması ve 9’u Türk 10 Mavi Marmara yolcusunun katledilmesinden tam bir sene sonra yine İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ablukayı protesto etmek, Mavi Marmara’da hayatını kaybedenleri anmak amacıyla yola çıkmıştı.
Yat İsrail ordusunun savaş gemileri tarafından durduruldu. İsrail, Gazze ablukasını protesto etmek için Gazze’ye girmek isteyen yat Gazze’ye 65 kilometre kala ablukaya alındı.
Bütün yolcular gözaltına alınıp sınır dışı edildi. 1 kişi hariç: Amira Hass. İsrail vatandaşı bir gazeteci olan Amira Hass, Holokost sırasında toplama kamplarından sağ kurtulan Avrupa göçmeni Yahudi bir ailenin kızıydı.
Eğer Dignité al-Karama İsrail ordusu tarafından durdurulmasaydı ve Gazze’ye ulaşsaydı, Amira Hass pek yabancılık çekmeyecekti. Zira daha öncesinde hiçbir İsrailli gazetecinin yapmadığını yapmış, Gazze’de 1993-1997 yılları arasında tam 4 sene boyunca Filistinlilerle birlikte yaşamıştı.
Amira Hass, tam 12 sene sonra yine bir Filistin yanlısı gösteride kendini bulacak ve Amerika’da yaşayan barış yanlısı Yahudilerle birlikte İsrail’in Gazze’ye yönelik hava saldırılarını protesto etmek, ABD’nin İsrail’e ateşkes çağrısı yapmasını sağlamak için Kongre’deki eylemlere katılacaktı.
Dünyanın görmezden geldiği asırlık bir zulme kendi kavmine meydan okuma pahasına sessiz kalmayan Amira Hass, sadece eylemlere katılarak, hayatını ve özgürlüğünü riske atmakla yetinmeyecek, Filistin’de yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını önce İsrail’e, sonra dünyaya köşe yazılarıyla aktaracaktı.
Ve en az kendisi kadar cesur, ilkeli ve ilginç bir hikayede Haaretz gazetesinin en çok okunan yazarlarından biri olacaktı.
Sanırım Amira Hass’ın kendi ülkesini ve kavmini nasıl bu kadar net ve sert bir şekilde eleştirebildiğini anlamak için en tartışmalı yazılarını dahi yayınlayan Haaretz’in hikayesini ve duruşunu hatırlamak gerekiyor.
Devletten eski gazete
Haaretz, 1919 yılında Rusya’dan İsrail’e göç eden ve Ortadoğu’da bağımsız bir Yahudi devleti oluşturulmasını savunan sol eğilimli Siyonistlerden tarafından kuruldu. İngiliz mandasının izin vermemesi üzerine “İsrailin haberleri” ismini alamadı, “bu toprakların/vatanın haberi” anlamına gelen Haaretz ismiyle çıkmaya başladı. Haaretz için kırılma noktası ise 1935 yılında yaşandı.
20 şubesiyle Almanya’nın en büyük dördüncü giyim mağazası zincirinin sahibi Yahudi Schocken ailesinin hayatı bütün Avrupalı Yahudiler gibi Nazilerin iktidara gelmesiyle ters yüz oldu. Naziler, 1933 yılında Schocken ailesini önce vatandaşlıktan çıkardı, ardından şirketi zorla bir Nazi firmasına sattırdı. Şirketi düşük bir meblağ karşılığında satmak zorunda kalan Schocken ailesi, malvarlıklarına el konulup vatandaşlıktan çıkarıldığı için Filistin’e yerleşme kararı aldı ve Kudüs’e taşındı. Edebiyata ve yayıncılığa meraklı Salman Schocken, 23 bin pound karşılığında İsrail’in en eski gazetesi Haaretz’i satın aldı. Salman Schocken, bağımsız bir Arap devletinin de kurulmasını savunan bir Siyonistti. Schocken’a göre Ortadoğu’da bir İsrail devleti kurulmalı, fakat Filistinililer de kendi kaderini tayin etme hakkına sahip olmalıydı.
Salman Schocken’in İsrail ordusunda asker olan oğlu hariç neredeyse bütün ailesi kendisi gibi sanat ve edebiyatla ilgilendi, Nobel ödüllü yazarların, sanatçıların sponsoru oldu, sanat eserlerinin sergilendiği “sanat villaları” kurdu. Schocken ailesinin her yeni nesli, adım adım İsrail’deki sol-liberal entelektüellerin hamisi olma rolünü üstleniyor, Haaretz’in yazar kadrosunu ve ailenin destek verdiği, evinde ağırladığı isim listelerini genişletiyordu.
Ünlü Amerikalı Yahudi siyaset bilimci ve liberal filozof Hannah Arendt, 1946-1948 yılları arasında Salman Schocken’in kurduğu Schocken Books yayınevinin editörlüğünü üstlendi. Arent, Salman Schocken’i “Bismark” olarak tanımlıyordu. Schocken’in işine sık sık karışması üzerine görevinden istifa etti. Fakat Arendt, Schocken’in liberal ve seküler bir Yahudi kültürü yaratma konusundaki çabalarını hep takdir etti.
Her ne kadar Schocken ailesi, diğer İsraillilere göre daha açık görüşlü olsa da zamanın ruhu ve milliyetçiliği Haaretz’i de etkisi altına almıştı. Haaretz bu nedenle İsrail’in kurulduğu 1948 yılından itibaren uzun bir süre siyasi açıdan ana akım bir pozisyon benimsedi, Araplarla yürütülen savaşlarda İsrail’i destekledi, Filistinlilere yönelik bugünkü tutumunun aksine olumsuz bir yayın politikasını izledi, Ortadoğu ve Afrika’dan İsrail’e gelen Yahudi göçmenlere yönelik oldukça ırkçı yayınlara imza attı.
Fakat savaşlar uzadıkça Haaretz de Shocken ailesi de değişti. Mısır, Ürdün ve Suriye’nin İsrail’e saldırdığı ve ardından İsrail’in Golan tepeleri, Gazze, Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Sina yarımadasını işgal ettiği Altı Gün Savaşları’nda Haaretz muhabiri Amos Elon, bir ilki gerçekleştirdi ve Batı Şeria’da İsrail’in yerinden ettiği Filistinli mültecilerin kaldığı bir kampa gitti. 1967 yılında Haaretz, Filistinlilerin yaşadığı acıları Filistinlilerin bakış açısını ele alarak manşetine taşıdı. Viyana doğumlu bir Yahudi olan Amos Elon gençliğinde İsrail devletinin mutlaka kurulmasına inanan milliyetçi bir Siyonistti, fakat zaman içerisinde önyargılarını ve hayata karşı peşin cevaplarını sorgulamış, Arapların da kendi kaderini tayin etme hakkı olduğuna inanmaya başlamış ve iki devletli çözüme yönelmişti.
Haaretz muhabiri Amos Elon, 2009 yılında 82 yaşında vefat etti
1967 yılında Haaretz için kaleme aldığı şu sözler zamanın ruhu ve eski bir Siyonist için oldukça iddialıydı:
“Şu anda elimizde bulunan işgal altındaki toprakların kaderi ne olursa olsun, İsrail devletinin kontrolü altındaki bölgelerde kalan Filistinlilerle ilgili olarak şimdiden bir şeyler yapabiliriz. Bunu yapmak ahlaki yükümlülüğümüz. Zira İsrail’in bağımsızlığı bu insanların sırtından kazanıldı ve Ukrayna’daki pogromların ve Nazi gaz odalarının bedelini bedenleriyle, mallarıyla ve gelecekleriyle ödediler. Bilerek yoldan çıkarılmış olsalar bile, kendileri ya da ebeveynleri sorumsuz liderleri körü körüne takip etmiş olsalar bile, bu kimsesiz insanlara büyük bir borcumuz var. Onlar bizim bağımsızlığımızın kurbanlarıdır.”
Haaretz, 1967’den itibaren yayın politikasını ufak adımlarla değiştirecek, giderek merkezden uzaklaşacak İsrail’in bağımsızlığının kurbanı olan Filistinlilere sayfalarını ve manşetlerini daha cesur bir şekilde açmaya başlayacaktı.
“Size göre bir gazete değiliz”
David Remnick’in New Yorker’da Haaretz’in yaşadığı dönüşümü anlattığı makalesine göre, Haaretz için en büyük kırılım Filistin Kurtuluş Örgütü’nü yok etmek gerekçesiyle İsrail’in 1982 yılında Lübnan’ı işgal etmesi oldu. Salman Schocken’in liberal solcu oğlu Gershom Schocken artık gazetenin editörü olarak ipleri eline almış ve babasının ölümünden sonra çok daha cesur adımlar atmaya başlamıştı. Haaretz, İsrail ordusunu eleştiriyor, işgali kınıyor, ordunun söylediği yalanları ortaya çıkarıyor, İsrailli okurlardan gelen tepkilere rağmen Filistinlilerin yaşadığı sıkıntıları gündeme getiriyordu.
Salman Schocken’in oğlu Gershom Schocken, 1939’dan 1990’a kadar gazetenin editörlüğünü üstlendi, 1970’lerde çok daha cesur bir yayın politikası benimsenmesinde etkin rol oynadı
Gershom Schocken’in ölümünden sonra ABD’de işletme okuyan oğlu Amos Schocken gazetenin başına geçti. Amos, hem babasının hem dedesini aşarak Haaretz’i “post Siyonist” bir çizgiye çekti. Amira Hass, Gidon Levy gibi İsrail’in kurucu ideolojisi Siyonizmle çok sert bir şekilde hesaplaşan, Filistinlilerin de devlet kurma hakkı olduğuna inanan Yahudi solcuların gazetedeki görünürlüğü arttı, haberlerin dili değişti. Amos Schocken’in editörlüğünde gazetede İsrail’in Yahudi kimliğini dini ve Siyonist bir perspektiften temel alan Hatikva adındaki milli marşın değişmesini dahi savunuldu. Gidon Levy’nin her bir yazısı dünya kamuoyunda ilgiyle takip edildi. Gazetedeki haberler, yazılar toplumdaki tartışmaları fitilliyordu. İsrail’deki radikal sağ ve faşist hareketleri takip edip eleştiren Haaretz yazarı ve siyaset bilimci Zeev Sternhell’in evi dahi yazıları sebebiyle bombalandı.
İsrail’i işgal altındaki bölgelerde yaşayan Filistinlilere apartheid rejimi uygulayan bir devlet olarak tanımlayan Amos Schocken ile birlikte Haaretz, siyasi çizgisini net bir şekilde oluşturdu.
Amos’un kendi cümleleriyle, Haaretz “İsrail’in liberal bir demokrasi olmasını, Filistinli komşularıyla barış içinde yaşamasını ve bütün vatandaşlarına eşit haklar tanımasını” savunan bir gazeteydi. Amos Schocken, Haaretz’in 100. yılını kutladığı 2019 tarihli yazısında ise İsrail’in 71 yılını şöyle değerlendiriyor ve aslında gazetenin eleştirel duruşunu özetliyordu:
“İsrail 71 yılda büyük bir başarıya imza atmış olsa da sadece İran’dan değil, aynı zamanda ve belki de daha çok, Batı Şeria’daki işgal ve bunun sonucunda Filistinli nüfus karşısında ortaya çıkan apartheid durumuyla başa çıkmak için bir strateji geliştirememesi nedeniyle ciddi bir tehdit altında. İsrail içinde bu durum, hükümetin Yahudi milliyetçiliğine yönelmesi, STK’ların ifade özgürlüğüne karşı baskı uygulanması ve anayasal metinleri hedef almasıyla doruğa ulaşan bölünmüş bir sivil toplum yarattı: Yahudi Halkının Ulus-Devleti olarak İsrail, esasen Yahudi olmayan İsrail vatandaşlarını ikinci sınıf statüsüne indirgemektedir.”
Amos Schocken’in bu net duruşunun ardından Haaretz, giderek ana akımdan uzaklaşan, Netanyahu ve radikal sağcıları sert bir şekilde eleştiren, Meretz gibi liberal sol partilere açıkça destek veren, sağcılar tarafından lüks semtlerde oturan tuzu kuru liberallerin gazetesi olmakla suçlanan, fakat her makalesi, haberi, köşe yazısı dünyada ve İsrail’de tartışma yaratan ortalama 70 bin tirajlı basılı ve dijital bir gazeteye dönüştü. Özellikle İngilizce yayınların başlaması ABD’deki solcu Yahudilerin ilgisini çekti, gazetenin gelirleri ve etkisi Amerikalı barış yanlısı entelektüel Yahudiler sayesinde arttı.
Amos Schocken gelen tepkilere kulak asmıyor, her eleştiriye aynı cevabı veriyordu: “Haaretz, size göre bir gazete değil.”
Haaretz’in gerçekten İsrail’e göre bir gazete olmadığını dünya 2023’ün Ekim ayında bir daha anlayacaktı.
Filistinlilerin acıları da var…
Hamas’ın 7 Ekim’de İsrailli sivilleri katlettiği saldırının ardından İsrail kolektif sorumluluğu esas alarak Gazze’yi yoğun bir şekilde bombalamaya, sivilleri katletmeye başladı. Haaretz, ilk günden itibaren Netanyahu hükümetini eleştiren bir yayın politikası belirtti. Hamas’ın saldırısını net bir şekilde kınadıktan sonra yaşananlardan Netanyahu ve radikal sağ hükümetin sorumlu olduğunu, şiddet sarmalının ve yıllardır çözülemeyen İsrail-Filistin sorununun kök nedenlerini gündemine taşıdı. Geçmişte Gazze ve Ramallah yaşayan köşe yazarı Amira Hass bu yaşananların bir intikam sarmalı olduğunu 7 Ekim’den sonraki ilk yazısında şu sözlerle yazdı:
“Bu nedenle, bunu bir kez daha söylemeliyiz – size söylemiştik. Sistematik baskı ve adaletsizlik beklenmedik zamanlarda ve yerlerde patlak verir. Kan dökmek sınır tanımıyor.
Dünya aniden tersine döndü ve Filistinlilerin günlük kabusu, İsrail yaşamını onlarca yıldır karakterize eden normallik cephesini paramparça etti.”
Gideon Levy ise köşesinde İsrail’i eleştiren Arap vatandaşlarının tutuklanmasını sert bir şekilde ele aldı: “Gazzelilerle empati kurmak bile yasak.”
Haaretz’in editöryel yazıları. En dikkat çeken başlık “Bütün sorumluluk Netanyahu’nun” oldu
Haaretz genel olarak Filistin’deki insani krizi birçok Batı medyasından daha objektif bir şekilde gündemine taşıdı, hatta İsrail muhalefetinin fersah fersah ilerisinde konumlandı. Zira muhalif lider Benny Gantz Netanyahu’nun savaş kabinesine girmiş, liberal Yair Lapid İsrail’in Gazze’deki saldırısını şerhsiz dile getirip, BM ve Filistin’in F’sini ağzına alan Batılı gazetecileri sert bir şekilde eleştirmeye başlamış, birçok kamusal entelektüel Netanyahu’ya ancak “neden güvenliği iyi sağlayamadın” eleştirisi yapabilmiş, Filistinlilerin varlığını yok sayan bir konuma gelmişti.
Gazete sosyal medyada “kendinden nefret eden Yahudi” olmakla suçlanması, siyasetçilerden tepkiler gelmesine rağmen tazminat davaları, Filistin’e geçmişte izinsiz geçtiği için ara sıra Amira Hass’ın gözaltına alınıp serbest bırakılması, bazı yazarlarına düzenlenen saldırılar dışında kapatılma, hapis cezası gibi bir baskıyla henüz karşılaşmadı. Fakat Haaretz yazarlarının özellikle Yüksek Mahkeme’nin meclisin kabul ettiği yasaları denetleme yetkisini kısıtlayan yargı reformuna bu denli karşı çıkmalarının en büyük gerekçelerinden biri belki de gazete üzerindeki ifade özgürlüğü kalkanının bu yargı reformuyla birlikte etkisiz hale gelebilme olasılığı. Zira Haaretz en çok radikal sağcıları ve Ortodoks kökten dinci partileri rahatsız ediyor, eleştiriyor. Ve şu anda da bu radikal sağcılar Netanyahu’yu yolsuzluk dosyalarından hapse girmesini engelleyen, başbakanlık koltuğuna yapıştıran en kritik koalisyon ortakları.
İsrail’de birileri var…
Haaretz, tek başına İsrail’in veya dünya kamuoyunun Filistin ve Gazze’de yaşanan zulmü görmesini sağlayamaz. Bugünlerde bazı içeriklerinde, haberlerinde veya köşe yazılarında Haaretz bile Filistinlilerin yaşadıklarını gündeme taşıma konusunda ve İsrail’in resmi söyleminin dışına çıkma konusunda yetersiz kalabiliyor.
Fakat Batı İsrail’e “hiçbir kırmızı çizgimiz yok, hodri meydan” derken, Filistinlilerin yaşam hakkını savunan herkese “Hamasçı” yaftası vurulurken, Filistin bayrakları ve gösterileri yasaklanırken, Filistinli çocuklar öldürülmesin diyenler işlerinden atılıp “cancel” edilirken, “İsrail’de birileri var” diyebilmek paha biçilemez.
Haaretz, tiraj rekorlarını Oslo Barış Görüşmeleri sırasında kırmıştı. Ne acı ki 1994’te Arafat’la Clinton’ın arabuluculuğuyla Oslo Barış Anlaşması’nı imzaladıktan sonra radikal sağcıların suikastine uğrayıp öldürülen eski başbakan İzak Rabin’i suikastten önce arabasındaki amblemi çalarak tehdit eden radikal sağcı Ben-Gvir şimdi polisten sorumlu devlet bakanı.
O zamandan beri İsrail’de çok şey değişti. İki şey hariç: bir zamanların “post-Siyonist” Haaretz muhabiri Amos Elon’un dediği gibi Filistinlilerin İsrail’in kurbanı olmaları ve Haaretz’in ahlak pusulası.