Geçen yazımda CIA’in direktörü Pompeo’nun Aspen Güvenlik Forumu’nda Venezuela’da mevcut hükümeti, dolayısıyla Chavist rejimi devirmek için (öteden beri) çalıştıklarını itiraf etmesini konu almış, bu bağlamda ABD’nin seçilmiş hükümetleri devirmek de dâhil Latin Amerika ülkelerine yönelik müdahalelerini meşru kılan Monroe Doktrini ’ni eleştirmiştim. Ama bu haklı eleştirinin bu ülkelerdeki iktidarın demokratik olmayan girişimlerine otomatik destek niteliği taşımaması gerektiğinin de altını çizmiştim.
Chávez’in gerçekleştirdiği Bolívar Devrimi ve söylemlerinde dile getirdiği “21. Yüzyıl Sosyalizmi’ hakkında bugüne kadar çok yazdım. Chavist rejimin başarılarının yanı sıra, özellikle Chávez’in ölümünden sonra Nicolás Maduro’nun yaptığı ciddi hataları da evrensel demokrasi objektifinden değerlendirerek dile getirdim. Bu bağlamda, “Kaybettikleri seçime 'darbe' diyen devrimciler” başlıklı yazımda belirttiğim gibi, Maduro’nun özellikle 2015 genel seçimlerinde muhalefetin Meclis’te üçte iki çoğunluğa (112/167) ulaşmasını “milli iradenin ifadesi” kabul etmeyerek “seçim darbesi” (golpe electoral) olarak nitelemesi, rejimi artık geri dönüşü olmayan biçimde çöküş yoluna soktu. ( https://www.serbestiyet.com/yazarlar/akin-ozcer/kaybettikleri-secime-darbe-diyen-devrimciler-651104)
Chavist rejim bir devrime, başka bir deyişle “eski düzenle bağını koparan, halka dayalı bir siyasi sistem değişikliğine” dayanıyorsa, halkın bir bölümünün, hatta seçim sonuçlarına bakılacak olursa çoğunluğunun iradesine “darbe” demek ve bu tür darbeleri engellemeye kalkışmak aslında kendini inkâr etmekten başka bir şey değildi. Başkan Maduro o dönemde “bizler bu durumu değiştireceğiz ve Sağ’a seçim darbesini konsolide etme izni vermeyeceğiz” dediğinde niyetinin “karşı devrimci” bu Meclis’i “by pass etmek” olduğu anlaşılıyordu ama başlattığı “Komünal Parlamento” girişimiyle bunu nasıl başaracağı akla pek yatmıyordu.
Ayrıntılara girmeden anımsatmak gerekirse, organik bir yasası bulunmakla birlikte o zamana kadar yerel düzeyde daha kurulmamış komün meclislerinden ulusal düzeyde bir parlamento oluşturmak hukuki yönden sakattı. Kaldı ki organik yasaya dayanan böyle bir parlamento var olsaydı bile mevcudiyeti anayasaya dayanan Ulusal Meclis’in yerini alamazdı. Venezuela başkanlık sistemiyle yönetildiği için Devlet Başkanı Ulusal Meclis’i feshedemez, yerine başka bir kurulu da koyamazdı.
Ulusal Kurucu Meclis
Komünal Parlamento düşüncesi sandığa gömülen Bolívar Devrimi’ni kurtarma refleksiydi. Seçim sistemi aslında devrimin itici gücü Venezuela Birlemiş Sosyalist Partisi PSUV’un çıkarları doğrultusunda 2009’da değiştirilmiş, bir yıl sonraki genel seçimlerde de meyvesini vermişti. Ama sistem bu defa tersine işlemiş, Demokratik Birlik Divanı MUD (Mesa de la Unidad Democrática) yüzde 56 oyla devrimcilerin yaptığı anayasayı değiştirebilecek üçte iki çoğunluğa ulaşmıştı. Kısacası devrim elden gidiyordu. Bunu önlemek için Meclis’i paralize ya da by-Pass etmekten başka çare de yoktu.
Geçen Pazar (30 Temmuz) yapılan muhalefet cephesinin boykot ettiği seçimlerle 545 üyesi belirlenen Ulusal Kurucu Meclis de sonuçta Bolívar Devrimi’ni kurtarma refleksinin bir başka ürünüydü. Devrimciler, “karşı devrimci” Ulusal Meclis’in devrimin izlerini silecek yeni bir anayasa yapmasına fırsat vermeden, PSUV’u kollayan bir sistemle seçilecek bir Kurucu Meclis’e, Maduro’nun deyimiyle “kurumları düzene sokacak”, aslında Bolívar Devrimi’ni daha çok kollayacak yeni bir anayasa yaptırmayı düşünmüşlerdi.
Ne var ki düşüncelerin hayata geçirilmesi sorunsuz olmuyor. Sorunlardan ilki Kurucu Meclis seçimlerinin nasıl yapılacağı, ikincisi yeni anayasada devrimin elden gitmesini önleyecek ne gibi önlemler alınacağıydı. Meclis’in üçte iki çoğunluğunu muhalefet cephesi kazanabiliyorsa, PSUV adaylarının çoğunlukla sandıktan çıkacağı bir sistem mi oluşturulmalı, Meclis’in yetkileri anayasa yapmanın ötesinde de kısıtlanmalı mıydı? Peki, nihai kararı verecek olan halksa, genel seçimlerde tercihini muhalefetten yana kullanmış olan seçmen nasıl olacaktı da bu defa PSUV’un yeni anayasa projesini destekleyecekti?
Bu sorulara verilen cevaplar, Chavist rejim içinde de görüş ayrılıklarına yol açtı. Kurucu Meclis projesine ilk baş kaldıran, Chavist rejimin yıldız isimlerinden Devlet Başsavcısı Luisa Ortega oldu. Bayan Ortega, Mayıs ayında resmi bir yazıyla Kurucu Meclis projesine karşı çıktı. Gerekçesi, mevcut anayasanın 347. maddesinin yeni bir anayasa yapılması için Kurucu Meclis oluşturulmasını öngördüğü ama bunun ne gerekli ne de uygun olduğuydu. Başkanlık kararnamesiyle öngörülen ve “sektörel ve korporatif nitelikleri ağır basan dolaylı seçim sistemi” sosyal barışı sağlamak bir yana mevcut siyasi kutuplaşmayı daha da derinleştirecekti.
Bayan Ortega yazısında ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin Meclis’in yetkilerini tırpanlamaya yönelik olarak Mart ayında aldığı 155 ve 156 sayılı kararları da eleştiriyordu. Özetle ifade etmek gerekirse, bu kararlarla Chavistlerin hâkimiyetindeki Anayasa Mahkemesi, Başkan’a bazı temel konularda Meclis’in onayı olmadan kararname çıkarma yoluyla yasama yetkisi tanımıştı. Bu yetkilendirme başkanlık sisteminin dayandığı erkler ayrılığına aykırıydı elbette.
Luisa Ortega, Kurucu Meclis’i ve Pazar günkü seçimin temelini, sürecini ve sonuçlarını tanınmayacağına ilişkin son açıklamasıyla Başkan Maduro ve arkadaşlarıyla ipleri tamamen koparmış durumda. MUD’un aday göstermediği, seçmeni boykota çağırdığı ve sonuç olarak katılımın çok düşük olduğu bu seçimlerin Chavist rejime sürekli olarak iktidarda kalabilmesi için anayasayı tümden değiştirme imkânı sağladığına işaret eden Bayan Ortega, “bunun iktidarın bir azınlığın elinde toplanmasına yol açtığını ve Hugo Chávez’in projesinden büyük bir sapma olduğunu” vurguluyor.
Pazar günkü seçimlerde ayrıca manipülasyon yapıldığı iddiaları da var. İddialar Venezuela’da elektronik oylamaların sorumluluğunu üstlenen Smartmatic’in temsilcisi Antonio Múgica’nın açıklamasına dayanıyor. Múgica Salı günü (2 Ağustos) sistemin kayda girdiği oylar ile Ulusal Seçim Konseyi CNE’nin (Consejo Nacional Electoral) açıkladığı veriler arasında 1 milyondan fazla fark olduğunu ileri sürdü. Bu iddiaların, Bayan Ortega’nın altını çizdiği demokrasiden sapma anlamına gelen hukuki sakatlıkların yanında pek de önemi bulunmuyor kuşkusuz.
Sonuç olarak, geçen yazımda da altını çizdiğim üzere, Washington’un diğer Latin Amerika ülkelerine yaptığı gibi, Venezuela’ya da siyasi müdahalede bulunmasını eleştirirken, Başkan Maduro ve Chavist rejiminin yukarıda özetlediğim anti-demokratik girişimlerine de destek vermekten kaçınmak gerekiyor. Çünkü Chavist rejimin yaptıkları da tıpkı ABD’nin siyasi müdahaleleri gibi, milli iradeyi devre dışı bırakmaktan başka bir şey değil.