Sıradan bir günlük gazete taraması bile kafalarda çeşitli soru işaretleri yaratıyor. Örneğin düne bakalım: "Darbecilerin karargahı Akıncı Üssü" davası başladı. Darbecilere tepki gösteren ve "idam isteriz" diyen müdahillerin fırlattığı idam iplerinden biri, basın açıklaması yapan Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı'ya isabet etti.
Almanya, Avrupa Birliği’ne başvuruda bulunarak Türkiye'nin Gümrük Birliği üyeliğinin yenilenmesinin askıya alınmasını istedi. Ekonomik yaptırım talebinde bulundu.
Bir başka haber: Alman şirketleri, Türkiye'deki şirketlere, sanayi hammaddesi ambargosu uyguluyor, bu yüzden birçok büyük şirket üretimi durdurmak zorunda kalıyor. ABD, PYD'ye 900 TIR dolusu silah verdiğini açıkladı. PKK'nın düzenlediği saldırılarda, Diyarbakır ve Tunceli'de biri binbaşı 5 asker yaşamını yitirdi.
Üç sene önce
Bu tabloyu, hemen her ay veya her hafta, aşağı yukarı benzer şekilde sıralamak mümkün. Tabloya, gazetecilerin yargılandığı davaları da ekleyebiliriz. Halbuki, daha 4 sene önce; görüntü, bunun tamamen tersiydi. Çözüm süreci vardı, çatışma ve ölümler son bulmuştu. AB üyelik müzakerelerinde olumlu hava esiyordu. Özgürlükler genişliyordu. Ekonomi yolundaydı, kişi başına düşen gelir artıyor, TL değer kazanıyordu.
Kabahat kimde?
İşler yürümeyince bir şeytan aranır. Biz şeytanı bulduk: ABD ve Avrupa. Türkiye'yi köşeye sıkıştırıp, bölge çapında güçlü bir aktör olmasına izin vermiyorlar. Erdoğan'ı iktidardan alaşağı etmek niyetindeler. PYD'yi bundan destekliyorlar, FETÖ'yü başımıza saran da onlar. İçeride de, muhalefet içindeki işbirlikçileri vasıtasıyla ortalığı karıştırıyorlar.
Evet, batı devletlerinin, Erdoğan yönetimine iyi gözle bakmadığı, doğru. Onu “tek adam rejimi” kurmakla suçluyorlar. Suriye'de Kürtlere özerklik sağlayacak bir çözüm konusunda kararlı görünüyorlar. Buna değişik başka boyutları eklemek de mümkün…
Tabii kabahati başkasında bulmak, kolay yol. Önce kendi hatalarımızı görmek zorundayız…
Hayati Yazıcı'ya çarpan idam ipi bir örnek. Bir süredir, "İdam cezasını çıkaracağız" diyen bir iradeyle karşı karşıyayız. İnsan hakları örgütlerine dün destek verirken, onların raporlarına gönderme yaparken bugün onları casuslukla suçlayacak noktalara geldik. Dün "OHAL'i kaldırdık" diye övünürken, bugün sonsuz bir OHAL savunucusuna dönüştük…
Sorunlara muhalefetle birlikte çözüm arama günleri geride kaldı. Çok sayıda muhalefet milletvekili hapiste. İşlerin tıkırında olduğu söylenebilir mi?
Yeni baştan düşünmeyi denemek gerekmiyor mu? Gerçekçi ve uygulanabilir yaklaşımlarla, geleceğe yeniden bakmak, yeni formatlar aramak gerekmiyor mu?