Yerliliğe çağrı yapan bir eleştiri ne anlama geliyor? Yerlilik herşeyden önce bir öznellik (sübjektivite) meselesidir. Bu anlamda yerliliğin sağla veya solla doğrudan bir ilgisi yok. Varlığı bir israf olmayan bir özne olabilme ile ilgisi var. Yerlilik tabiri sağcılık eliyle millilikle beraber (yerli ve milli tamlamasıyla) silah olarak kullanılmıştır. Bazen İslamcılar eliyle anti-Batı, anti-kolonyal bir içerik katılarak Müslümanca bir millilik arayışı için istihdam edilmiştir. Bu kullanımlar, kavramın anlaşılmasını zorlaştırmıştır—özellikle de kendini sağ ve sola hapsetmiş zihinler açısından.
Yerlilik lüzumunu veya yerlilik eleştirisini sağcı bir klişe olarak duymak ve hemen etiketlemek hoş bir düşünmeme hamlesidir. Hele hele bunu İslamcı bir söylem olarak Batıcı, çağdaş vesair Cumhuriyet müktesebatına bir reddiye olarak okumak da aynı düşünmeme ısrarının kestirme yollarından biri. Tabi en ucuzu bunu AKP yancılığı olarak görmek, bir iktidar olumlaması olarak okumaktır. Kendini iktidara kaptırmış ucuz söylemlerin veya müzmin ve sorgusuz bir muhalifliği meziyet sayan tutumların bir kıymeti yok. Onları birbirlerine havale etmeli. Ama bazı okumuşların klişelerden medet uman düşüncesizlikleri gerçekten entelektüel bir ye(te)rsizliği ifade ediyor.
Önce şunu söyleyeyim: Ben şahsen yerlilik eleştirisini ‘Doğu’dan yapmıyorum, ‘Batı’dan yapıyorum. Yerlilik lüzum ve faziletinin doğuyla veya batıyla bir ilgisi yok (İslam’la da yok). Ama yerliliğin hem ‘doğu’ hem de ‘batı’ için gerekli olduğunu düşünüyorum. Batı öykümeciliğinin eleştirisini ve yerlilik çağrısını Batı karşıtlığı olarak görme eğilimi bu sebeple tam da Batı’yı anlamamış olmakla ilgilidir. Batılının Batılı olmak gibi bir derdi yoktur, olmamıştır. Kendi olma derdi onu Batılı yapmıştır. Ve varsa bir üstünlüğü/başarısı bu kendi olmasından kaynaklanıyor, Batılı olmasından değil. Bu nedenle hem Batı öykünmecisi hem de Batı karşıtçısı aynı yolun yolcusu, aynı sathiliğin kurbanıdır. Bir örnek vermek gerekirse bunların ikisi de Avrupa’da zuhur eden kimi kurum veya deneyimlerin Avrupa’ya ait olduğunu düşünürler. Millet ve milliyetçilik olguları bunun tipik örneğidir. Fransız Devrimini düşünmeden milliyetçiliği anlayamazlar. Birinin hayran kalarak müşteri, diğerinin kendini tenzih ederek düşman veya gizliden müşteri olması bundandır.
Yerlilikten yoksunluk sadece solculukta değil, sağcılıkta da İslamcılıkta da vuku bulan bir zaaf. Tekrar etmek gerekirse yerlilik ile millilik arasında bir bağ yok. Millilik olsun veya olmasın yerlilik bir gereklilik olmaya devam eder. Sağcılık yerliliği “biz bize benzeriz” hapishanesine sokup murdar ederken, solculuk yerliliği milliyetçiliğin yolaçtığı bu körleşmeye bir davet olarak görüyor. Yerlilik bu ikisinin gördüğü şey olmak zorunda değil.
Yerlilik eleştirisi bir yerindelik davetidir. Görüldüğü gibi bunun herhangi spesifik bir yerle bir alakası yok. Yerlilik, zamanı, mekanı ve kendiliği ciddiye almayı gerektiren varoluşsal bir radikal tarihselleştirmeyi ifade ediyor. Klişelerle düşünmeye, daha önce veya başkalarınca üretilmiş formüllerin içinde yüzmeye, taklit ve gayri-eleştirelliğe bir itirazdır yerlilik. Başlangıçsal (natal) bir düşünme iradesine sahip olmayı ifade eder. Yerlilik çağrısı, öznellik selahiyet ve lüzumuna bir işarettir.
Şunu da eklemek lazım: Benim kullandığım haliyle yerlilik kavramının da “yerli halklar” ibaresindeki (postkolonyal) yerlilik kavramıyla bir ilgisi yok. Sömürge bağlamındaki “yerli” kavramı, özneyi bir incinmenin nesnesi olarak kurar. Bu tarz bir yerlilik, bilince ihtiyaç duymayan bir doğallığı ifade eder ve bir meziyet sayılamaz. Üçüncü Dünyacı yerlilik siyaseti ise meşru olduğunda bile en fazla bir politik meşruiyet söylemidir. Kürt, Türk veya Fransız olmanın bir meziyet olduğunu düşünmek yerlilik değil milliyetçiliktir.
Yerlilik bir yerin hakiki sahipliğini (veya sahiplerini) değil, herhangi bir yerde hakikiliğin sahipliğini (özgünlüğü) ifade eder. Biri muayyen bir yere aidiyet davası iken diğeri herhangi bir yerde hakkını vererek varolmayı ifade eder. Yerlilik bir sahicilik (authenticity) meselesidir: ancak bu bir yeri kutsayan bir aidiyeti değil, heryerde konuşlanabilecek bir öznelligi dile getirir.
Demek ki “yerlilik”in aranıp bulunacaksa kullanılması daha doğru olan komşu tabiri “millilik” değil organiklik veya evrenselliktir. Dünyaya “bir yer”den dahil olmanın hem bir vakıa hem de bir ihtiyaç olduğunun farkında olmak bir fenomenolojik özbilinçtir. Bir öznellik olarak yerlilik bu farkındalığın mevcudiyetidir. Yerlilik, zaman ve mekanda, başka yerin veya başka öznenin gölgesi, izdüşümü, tekrarı, replikası olmamak, olmayabilmek kapasitesidir. Bir olma cesaretidir. Böyle anlaşıldığında yerlilik muhafazakar bir ezberi ve biz (veya onlar) tapıncını değil, düşüncenin her seferinde dünyanın tazeliği ile yüzleşme lüzumunu anlatır. Bir benlik kibri değil bir kendinden başlama tevazusudur.