Katalunya ’da 9 Kasım 2014’de yapılan ancak Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda Katalan özerk parlamentosunun çıkardığı yasayı (Ley de consultas) iptal etmesiyle hukuki geçerlik kazanmayan bağımsızlık referandumu hakkında bugüne kadar çok yazdım. Konuyu yakından izleyenlerin bildiği gibi, İspanyol Anayasası özerk yönetimlere siyasi konularda referandum düzenleme yetkisi tanımıyor. Bu yetki merkezi hükümete ait. Ama merkezi hükümetin bu konuda elinin serbest olmadığının da altını çizmek gerekiyor. Merkezi hükümet istese ya da ikna edilse bile bir özerk topluluğun (comunidad autónoma) bağımsızlığı konusunda sadece o özerk topluluk halkının oy kullanacağı bir referanduma izin vermesi mümkün değil. Anayasa Mahkemesi’nin bu konuyla ilgili içtihadı son derece açık: bir özerk topluluğun bağımsızlığı için referandum yapılması uygun görülüyorsa, bu ancak İspanya genelinde yapılabilir. Çünkü bir özerk topluluğun bağımsızlığı aynı zamanda İspanya’dan ayrılması anlamına geldiği için sadece o özerk topluluğun değil İspanyol halkının tümünü ilgilendirir.
Anayasa Mahkemesi’nin içtihadı aslında özerk topluluklara kendi kaderini belirleme hakkını tanımamış olan 1978 Anayasası’nın ruhuna son derece uygun. Gerek Bask gerek Katalan ayrılıkçı parti ve hareketleriyle ilgili yazılarımda altını defalarca çizmiş olduğum gibi, özerk yönetimlere dayalı bu anayasa, ulusal egemenliğe sahip olan merkezi otoritenin, yetkilerinden bir bölümünü özerk topluluklara devrettiği bir sistem kurgulamış bulunuyor. Her ne kadar 2. maddesinde özerk topluluklar arasında “milliyet” (nacionalidad) ve “bölge” (region) ayırımı yapıyorsa da 78 Anayasası, Katalan ve Bask milliyetçilerin ileri sürdükleri gibi milliyetlerin birer “millet” (nación) oldukları ve bir anlaşmayla (anayasaya verdikleri onay) egemenlik haklarını merkezi otoriteye devretmiş bulundukları yaklaşımını benimsemiyor. Milliyetleri sadece özerklik konusunda bölgelerden bir adım önde görüyor.
Kabul etmek gerekir ki 1978’den bu yana milliyetler, özellikle Katalunya ve Bask Ülkesi, özerklik konusunda bölgelerin bir değil onlarca adım önünde bulunuyor. O bakımdan çevresel milliyetçilerin ileri sürdükleri gibi, İspanya’yı bugün artık 3 milliyet ve 14 bölgeden oluşan bir devlet ya da adı konulmamış asimetrik bir federasyon olarak nitelemek de mümkün. Ama ne var ki İspanya statülerinde milliyet olarak tanımlanmış özerk topluluklarının dilediklerinde kendi geleceklerini referandumla kararlaştıracakları bir konfederasyon da değil.
Buraya kadar yazdıklarım konunun her vesileyle yinelediğim anayasal ve siyasal veçhesinin özetini oluşturuyor. Tekrar oluyor belki ama Katalan veya Bask bağımsızlıkçılar özetlediğim görüşleri bağlamında yeni bir adım attıklarında bunları hatırlatmaktan başka çarem de yok. Çünkü sorunun anayasal ve hukuki çerçevesi bu ve anayasada çevresel milliyetçilerin arzusu doğrultusunda bugün için imkânsız görünen bir değişiklik olmazsa hep böyle kalacak.
Bu konuyu tekrar gündeme getirmemin nedeni, özerk hükümet (Generalitat) Başkanı Carles Puigdemont’un bundan haftalar (9 Haziran) önce 1 Ekim’de yeni bir referandum yapılacağını açıklamış olması. Bu referandumda Katalan halkına “Katalunya’nın bağımsız bir Cumhuriyet olmasını ister misiniz” sorusunun yöneltilmesi öngörülüyor. Özerk parlamentoda (Parlament) bağımsızlık yanlıları (Junts pel Sí ve CUP) çoğunlukta olduğu için çözümü olmasa da bu tür yasa dışı girişimlerin her vesileyle yinelenmesi olanaksız değil kuşkusuz.
9 Haziran ikinci turunun arifesine rastladığı için önceliği Fransız Cumhurbaşkanlığı seçimine vermiş, Katalan referandumu hakkında yazmayı ertelemiştim. Tarafların tutumu belli, 1 Ekim tarihine kadar neler olabileceği de öngörülebilir olduğu için konunun hangi yönde gelişeceğini gözlemlemek bakımından biraz beklemekte yarar vardı aslında.
Çatışmaya doğru
Aradan geçen zaman dilimi içinde Madrid’in anayasal çerçevede hareket ettiği, Puigdemont hükümetinin ise giderek radikalleştiği görülüyor. Referandumu ne pahasına olursa olsun gerçekleştirmek isteyen Generalitat Başkanı 14 Temmuz’da kabinesinde bir revizyon yaparak “ılımlı” tabir edilen, yasalara aykırı davranmaktan çekinen bakanlarını “saf bağımsızlıkçı” olanlarla değiştirmiş bulunuyor.
Yeni isimlerden biri olan hükümet sözcüsü Jordi Turull, 18 Temmuz’da yaptığı açıklamada, tek yanlı referandumun “sorun değil onur” olduğunu söyleyerek yeni hükümetin bu konuda ne kadar kararlı olduğunu ortaya koymayı ihmal etmedi. Hükümetin yol haritasına göre, her şey açık: 1 Ekim’de anayasaya aykırı referandum yapılacak, katılım oranı ne olursa olsun “evet” oylarının kazanması halinde de tek yanlı olarak bağımsızlık ilan edilecek. Bu durum, ister istemez Madrid’le en azından anayasal bir çatışmanın göze alındığını gösteriyor. Peki ama bu çatışma sahaya da yansır mı?
Bu soruyu yöneltmemin nedeni, Rajoy hükümeti Anayasa Mahkemesi’nin “anayasaya aykırı” olduğunu teyit ettiği referandumun yapılmaması için sandıklara müdahale kararı alırsa bu kararın nasıl uygulanacağının bilinmemesi. Puigdemont’un yeni atadığı İçişleri Bakanı radikal bağımsızlıkçı Joaquim Forn, özerk polis Mossos d’Esquadra’nın ılımlı bulduğu direktörünü değiştirmiş bulunuyor. Göreve atanan polis şefi Pere Soler de Twitter üzerinden “1 Ekim’de oy kullanılmasını kimsenin engelleyemeyeceği” mesajını veriyor. Devlet ve özerk topluluk güvenlik güçlerinin sahada çatışmaması için sandıklara müdahale edilmemesi daha uygun olur belki ama o zaman da şu sorunun yanıtı aranıyor: “yasa dışı referandumdan her şeye karşın bağımsızlık aleyhinde bir sonuç çıkar mı?
İspanyol gazeteleri iki gündür Generalitat Kamuoyu Etütleri Merkezi CEO’nun (Centro de Estudios de Opinión de la Generalitat) yayımladığı son verileri manşetlerinden veriyor. Zira bu verilere göre, yasa dışı referanduma yaklaşık iki aylık bir süre kala bağımsızlık yanlılarının oranı yüzde 3,2’lik bir düşüş kaydederek 49.1’e karşı 41,1 düzeyinde bulunuyor. CEO aslında Generalitat’a yani özerk hükümete bağlı bir kuruluş. Ama bağımsızlık cephesi yüzde 37,6’ya karşı 62.4 ile bağımsızlık yanlılarının kazanacağını öne sürüyor. Generalitat Başkanı Carles Puigdemont, zaferden o kadar emin ki “İspanyol devleti bağımsızlığı ancak daha iyi bir öneri yaparsa engelleyebilir” diyor.
Bağımsızlık yanlılarının yasa dışı referandumu yineleme arzusu referandum sonuçlarının lehte olacağına inançlarından kaynaklanıyor gibi gözüküyor belki ama yukarıda belirttiğim gibi İspanya’da bu konuda Londra ile Edinburgh arasındaki gibi bir uzlaşma yok. Anketlerdeki oranlar bu nedenle çok da önemli değil. Katalan bağımsızlıkçıların asıl çabası, uluslararası arenada sözü geçen büyük ülkelerin desteğini sağlamak. Bunun için ellerinde şimdilik çok büyük kozlar yok. Bağımsız Katalunya, Kosova ya da Karadağ’da olduğu gibi Rus, Güney Sudan’da olduğu gibi İslam kampından Batı kampına geçmiş olmayacak. Ayrılmak istediği İspanya zaten Batı cephesinde yer alıyor.
İspanyol gazeteleri bundan bir süre önce ABD’nin konuyu İspanya’nın içişleri olarak gördüğüne ve “Birleşik ve güçlü” bir İspanya’dan yana olduğuna ilişkin Dışişleri sözcüsü Noel Clay’in yapmış olduğu açıklamayı manşetten aktarmışlardı. El País, konuyla ilgili haberine “ABD Katalan bağımsızlıkçılığını reddeden pozisyonunu koruyor” başlığını atmıştı. Haberde atıfta bulunduğu NYT de bu konudaki başyazısında İspanya’ya referandum izni vermesi ki Anayasa Mahkemesi’nin içtihadına göre anayasaya aykırı- Katalan halkına da Québec ve İskoç halklarının yaptığı gibi “hayır” oyu kullanması çağrısında bulunmuştu. (https://politica.elpais.com/politica/2017/06/26/actualidad/1498444879_015539.html)
Görünen o ki Katalan milliyetçiler bağımsızlık referandumunu yineleyerek doğrudan hedefe varabilecek değiller. Ama hukuki çatışmayı körükleyerek ve sivil itaatsizlik uygulayarak Madrid’i uluslararası arenada zor duruma düşürecek hatalara zorlama çabasındalar. Carles Puigdemont’un bundan üç hafta önce Avusturya’nın Salzburger Nachrichten gazetesine verdiği demeçte dile getirdiği “kavganın demokrasi yanlıları ile kendi kaderimizi belirleme hakkımızı kullanmamızı istemeyenler” arasında olduğuna ilişkin sözler bağımsızlıkçıların nasıl bir arayış içinde olduğunu ortaya koyuyor.