Ana SayfaYazarlarKaçan fırsat

Kaçan fırsat

 

Tarihimizin gördüğü en kanlı darbe girişiminin üzerinden bir yıl geçti.

 

Toplum, gün be gün yeni tanıklar ve belgeler ortaya çıktıkça nasıl bir tehlikenin kıyısından dönüldüğünü daha iyi görüyor. Çok kısa bir zaman dilimi içinde can pahasına verilen kitlesel mücadelenin önemi ve kıymeti daha iyi fark ediliyor.

 

Hangi inanç ve kimlikten olursa olsun, hangi siyasi parti ve gruba mensup bulunursa bulunsun, ülkenin seçimle gelmiş yöneticilerinin darbe yoluyla devrilip toplumsal rızanın gasp edilmesine karşı sergilenen ortak direnişin tarihsel anlamı ve değeri bugün daha iyi anlaşılıyor.

 

Gerek henüz aydınlanmayan bazı noktalar nedeniyle, gerekse darbecilerin mevcut AK Parti hükümetiyle geçmişteki uzun süreli işbirliği ve inanç ortaklığı nedeniyle darbeyi kurgu veya tiyatro gibi değerlendiren tuhaf anlayışların, geçen süre ve ortaya çıkan yeni bilgilerle giderek sahneden çekildiği görülüyor.   

 

Adil ve şaibesiz yargılama

 

Darbenin arkasındaki örgütün yaşananlardan sorumlu yönetici kademeleri, üye ve taraftarlarına konusunda, AK Parti hükümeti bir hesap sorma kararlılığı ifade ediyor ve operasyonları genişleterek sürdürüyor.  Önü ve arkası, askeri, polisi, yargısı, sermayesi ve siyasi ayağı demeden, bu işe karar verenler, yönlendirenler, uygulayanlar, suç kategorisinde destek verenler… Hepsi, demokrasi ve hukuk kuralları içerisinde ve adil bir şekilde yargılanıp gerekli cezaya çarptırılmalıdır.

 

Üstelik bu gecikmeden, zamana yaymadan, sündürmeden, içinden çıkılmaz devâsâ davalara dönüştürülmeden yapılmalıdır. Bunu bekliyoruz. Çünkü adalet bakımından şaibeli yargılamalardan uzak durulması, bu darbeye karşı direnenlerin hak ettikleri ve bekledikleri bir şey; bunu hiç unutmasak iyi olacak.

 

Burnunun dibinde dönen dolabı görememenin ağır bedeli

 

Bilindiği gibi son bir iki aydır dâvâ haberleri birbirini izliyor. Gözaltına alınanları, tutuklananları, yurt dışına kaçanları, kamu kurumlarına yönelik açılan ve henüz açılmayan soruşturmaları işittikçe, gözaltı listelerini okudukça ülke olarak hayretten hayrete savrulmaya devam ediyoruz.

 

Haydi biz sade yurttaşlar olarak uyuduk ve tehlikenin farkına varamadık! Peki, koca devlet yöneticileri, yıllardır iktidar edenler,  istihbarat kurumları, senelerdir burunlarının dibinde dönenleri görmediklerini, farkına varmadıklarını nasıl söyler ve savunurlar! Hâlâ bunu anlayabilmiş değilim ve bu durumun affedilir hiçbir yönü bulunmuyor.

 

OHAL kalkmalı ve KHK mağduriyetleri giderilmeli

 

İktidar tarafından darbenin askeri ve sivil bütün sorumlularına karşı etkin, hızlı ve kapsamlı mücadele için ilan edildiği söylenen OHAL ve KHK uygulamaları ise maalesef amacın hayli dışına taşmış bir vaziyette. Bu tablo adalet duygusu ve beklentisini tahrip eden ciddi bir memnuniyetsizlik kaynağı olmaya devam ediyor.

 

Halbuki başlangıçta OHAL’in devletin FETÖ ile daha iyi mücadelesi için ilan edildiği söylenmiş ve çok sürmeyeceği sözü verilmişti.  KHK ise güya yalnızca darbeye bulaşanları ve örgüt mensuplarını hedef alacaktı. Bilerek veya bilmeyerek yaratılan mağduriyetlerden kaynaklanan toplumsal hoşnutsuzluk, sonuç itibariyle bu iktidara bir fatura çıkaracaktır. Siyasetin realitesinin böyle olduğunu biliyoruz.

 

Lakin AK Parti’nin hemen kapsamlı bir düzeltme yaparak OHAL’ i sonlandırmak ve KHK mağduriyetlerini ortadan kaldırmak yerine işi ağırdan alıp, kendisine ciddi zarar vereceği ayan beyan ortada olan bu durumu böyle sürdürmesini bir türlü anlayamıyorum. İzahatlarını ise ne tatmin edici buluyorum, ne de demokrasi ve adalet ölçüleri içinde anlamlı bir yere yerleştirebiliyorum.

 

Can pahasına!

 

Tabii bütün bunlar yine de tarihimizin bu en acımasız darbesine karşı mücadelede canlarını verenlere, darbecilerin silahlarına karşı bedenlerini siper edenlere, ülke ve geride kalan bütün yurttaşlar olarak sevgi, saygı ve minnet duymamızı unutturmuyor ve onların aziz hatıralarının kalbimizdeki yeri her gün biraz daha büyüyor.

 

Seçtiklerini, sevdiklerini, ortak iradelerini eli silahlı kurda kuşa yem etmek istemediler. Bir ülkenin demokrasi hikayesine bedenlerini yatırdılar. Unutulmazlar arasına isimlerini yazdırdılar.

 

Evet, çok büyük bir tehlike geride kaldı. Bütün Türkiye bu tehlikenin bertaraf edilmesi için birlikte mücadele yürüttü. Ortak bir direniş hattında buluşulması ve demokrasinin savunulması darbecilerin işini bitirdi.

 

Dindarların ve laiklerin tarihsel buluşması

 

Bu kanlı darbeye direniş, iki yüzyıldır ayrı kulvarlarda birbirine fazla değmeksizin farklı hayatlar sürdüren iki tarihsel sosyolojinin birbirine yakınlaşması ve demokrasinin ortak savunusunda buluşup dayanışma içine girmesi bakımından olağanüstü bir iklim ve fırsat yaratmıştı. Bu, toplumlarda çok seyrek yakalanabilen tarihî ânlardan biriydi, biridir.

 

Bugüne kadar siyasal kamplaşmaların kitle temelini oluşturup, siyasetin tarihsel ve güncel kan dâvâlarının güçleri olarak olur olmaz her yerde ve her konuda karşı karşıya getirilen, ülkenin farklı fikir ve inançlardaki yurttaşları, demokrasinin ve kendi iradelerinin korunması ve savunulması uğruna militarist zorbalara karşı aynı cephede bir araya gelmişlerdi.

 

Bu, ortak geleceğimiz için umut veren bir tabloydu ve geçmişten bugüne taşınan önyargıların, siyasal husumetlerin, ötekileştirici duyguların aşılması için ciddi bir fırsattı. O hat üzerinden, acele etmeden, dayatmalara girmeden, kendine benzetmeye çalışma gibi alışıldık reflekslere teslim olmadan, dikkatlice yürünebilirdi.

 

Fırsat kaçtı

Laik ve dindar toplum kesimlerinin, iktidarda kimin bulunduğuna bakmaksızın, silahlı vesayet güçlerine karşı meşruiyetin ve demokrasinin ortak savunusunda böyle yan yana gelmeleri, tarihsel açmazların ve hesapların geride bırakılması için iyi bir iklim yaratmıştı. Üzerine çok şey konabilirdi.

 

Olmadı.  Maalesef o fırsat kaçtı.

 

O yaşadıklarımızın bize ne kadar değerli bir fırsat sunduğunu biraz daha iyi anlatabilmek için, fazla ayrıntısına dalmadan geriye dönük küçük hatırlatmalar yapmak istiyorum darbeler tarihimizden.

 

Demokratik değerlerde buluşamamak

 

Bildiğiniz gibi, önceki darbelerde toplum daima darbeyi isteyenler ve darbenin hedefi olanlar şeklinde kabaca ikiye ayrılıyordu. Darbeye giden süreçte de bu kamplaşma hemen her olayda kendini gösteriyor, ülke o meşum güne adım adım sürükleniyordu. 15 Temmuz’da tersi olmuş; toplumun kahir ekseriyeti darbeye tavır almış ve herkes kendi meşrebince direniş sergilemişti.

 

Birçok darbede gördüğümüz bu geleneksel bölünme, genellikle Tanzimat’tan beri süregelen siyasal ayrışmanın doğrudan izdüşümü ya da onun hemen kıyısında yer alan versiyonları oldu. Özellikle Cumhuriyet dönemi darbeleri (1971’de 9 Mart’ı engellemek için yapılan 12 Mart’ı da hesaba katarak söylüyorum) aşağı yukarı böyle cereyan etti.

 

Hasım kamplara bölünmek

 

Toplumun bir kesimi darbeyi çoğu kez kurtuluş olarak gördü; siyasal hasımlarının iktidarının yıkıldığı günü bayram gibi kutladı; darbecileri bağrına bastı; rejimin onların ihtiyaçlarına göre düzenlenmesini ve tarihin onların istemleri doğrultusunda yeniden yazılmasını olağan karşıladı; sonuçta, olan biten bütün demokrasi dışı ve hukuksuz uygulamalara olanca gücüyle destek verdi.

 

Darbenin iktidardan indirdikleri ve onları destekleyenler ise dönemin mağdurları olarak hep acılar çekti. Yasaklar, sürgünler, aşağılamalar, ceza evleri, işkenceler, mahkumiyet, mahrumiyet, mağduriyet hep onlar içindi. Çektiklerini hiç unutmadılar; dolayısıyla siyasette daima bir kan davası ve intikam dili varlığını gösterdi.

 

Yıllarımız bu darbe sonrası travmalar ve siyasal hasımlık psikolojisi içinde geçti. Sadece darbenin rengine göre yurttaşların muktedirlik ve mağdurluk konumları değişti.

 

Hele son yıllarda darbeler, darbe girişimleri, hazırlıkları, söylentileri, tehditleri, iddiaları ve ortalıkta uçuşan belgelerden, iktidarı ve muhalefetiyle, dindarı ve laikiyle, velhasıl bütün Türkiye çok yorgun düşmüştü.

 

Darbe ve kutuplaşma yorgunu Türkiye!

 

Vesayetin her türlüsü ve bu yöndeki arzular artık bütün kesimlerde tepki görüyor, meşru bir istek gibi karşılanmıyordu.

 

Özellikle laik toplum kesimlerinin önemli bir bölümü,  son yıllarda vesayet güçlerinin ve onların maşaları durumundaki kimi silahlı bürokrasi gruplarının Türkiye tarihinin en karanlık işlerinde parmakları olduğunu gördükçe; katliam, suikast ve bariz siyasal cinayetlerde izlerini buldukça, giderek oralara umut bağlamama ve doğrudan   halkın, seçmenin rızasına dayalı demokratik süreçlerle iktidara gelmenin siyasal ahlâk bakımından değerini farketmeye başlamışlardı.

 

Hatta bu yönde açık deklarasyonlar bile yapılıyordu. “Halka güveniyoruz ve onun demokratik rızası olmaksızın iktidara başka bir yolla gelmeyi düşünmüyoruz” türünden açıklamalar yükselmekteydi.

 

Hiç şüphesiz bunda, son dönemdeki demokrasi dışı girişimlerin başarısızlığının ve toplumun muhtelif kesimlerinde oluşan açık tepkiselliğin de rolü vardı. Böyle bakınca, sanki dönem artık “ Genç subaylar rahatsız” dönemi değil “ Seçmen rahatsız” dönemi gibiydi.

 

15 Temmuz 2016 darbe girişimi tam böyle bir dönemde geldi.

 

Yeni bir başlangıç için irade gösterilmedi

 

Cumhurbaşkanlığı makamında Recep Tayyip Erdoğan, Başbakanlıkta Binali Yıldırım ve TBMM Başkanlığı’nda İsmail Kahraman bulunuyordu. Başta ana muhalefet CHP olmak üzere bütün muhalefet partileri, darbecilere karşı meşru iktidarın ve seçilmişlerin yanında durduklarını açık olarak gösterdi. Birlikte mücadele çerçevesinde birçok şey yaptılar.

 

İşte o kritik eşikte, demokrasi ve halkın demokratik rızasına dayalı olarak hükümet etmek gibi temel bir anlayış, değer ve hukukta buluşanlar, Türkiye’nin çok uzun yıllardır farklı ideoloji, inanç, siyaset, kültür, kimlik altında ayrı kulvarlarda yaşayan temel sosyolojik kümeleriydi.

 

Yeni bir başlangıç için, çoğulcu bir demokratik sistem içinde, farklılıkların birbirini anlayarak kabul ettiği, ötekileştirmediği, aşgari demokratik değerleri ortaklaşa benimsediği, siyasal ve sosyal kamplaşmalara son verildiği bir zemini inşa etmeye yönelik adımlar atılabilirdi.

 

Zaten HDP’yi, yani Kürtleri dışarıda bırakan Yenikapı Ruhu, geride kalanları da toparlayamadı ve Yenikapı’nın ötesine geçemeden sönümlenip kayboldu.

 

Yeni bir başlangıç tabii tek yanlı adımlarla olmazdı. Ama AK Parti iktidarının sürecin yeniden bu noktaya gelmesinde başat rolünün altını çizmeliyim.

 

Sonuçta bir fırsat daha kaçtı ve tekrar geldik bu günlere.

 

        

 

 

- Advertisment -