Geçen yazının sonunda Avrupa’da birbirini izleyen popülist-otoriter iktidarların yol açtığı tedirginliğe şimdi de Trump’ın muhtemel seçim zaferinin yarattığı kaygının eklendiğinden söz etmiş, bu kaygının yer yer demokrasinin işletim sistemi olan genel oy sisteminde artık işlemeyen bir şeylerin olduğunu imâ eden ve buradan da popülist liderlerin iktidara gelmelerini engelleyecek, gelseler de yönetmelerini sınırlayacak ‘bürokratik’ çare önerilerine vardığını söylemiştim.
Bugünkü yazının konusu bu ‘çare’ler…
Geçen yazıda “Demokrasinin Sonu” başlıklı makalesinden söz ettiğim Prof. Shawn Rosenberg’in görüşleri, bu ‘çare’ önerilerine bir ‘altlık’ gibi düşünülebilir. Çünkü, hatırlayalım, Lizbon’da düzenlenen Uluslararası Politik Psikologlar Derneği’nin toplantısına sunulan makalesinde Rosenberg, demokrasinin artık neden işlemediğini, seçmenlerin neden popülist liderlere meylettiğini izah etmeye çalışıyordu:
“Rosenberg, insanın özünde önyargılı ve bencil bir yapısının olduğunu ve doğrudan kendi çıkarları ile bağlantılı olmayan verileri göz ardı etme eğiliminde olduğunu öne sürüyor, buradan, insanoğlunun gelişiminin modern demokrasinin talepleriyle uyum içinde olmadığı sonucuna varıyordu. İnsanlar, bu özellikleri nedeniyle kendilerini ‘zora koşan’ demokrasiler yerine düşünmede ve sorumluluk almada kendilerinden hiçbir talepleri olmayan popülist liderlerin önerdiği rejimleri destekliyorlardı.”
Rosenberg, bu tespitiyle popülist-otoriter liderlerden önce tartışma konusu yapılmayan genel ve eşit oy hakkını kantara çekmeyi mi imâ ediyor? Makalesinden böyle bir sonuca varmak mümkün görünmüyor, fakat daha sonra bunu imâ edenler çıktı, otoriter liderler tartışmasına Türkiye’den katılanlar arasında da çıktı. Mesela Prof. Umut Özkırımlı…
“Hırsızın hiç mi suçu yok?”
Umut Özkırımlı Shawn Rosenberg ile aynı günlerde Ahval’de, popülist liderlerin halk tarafından seçildiğini hatırlatarak “hırsızın hiç mi suçu yok” diye sordu:
“Aşırı sağ, popülist siyasetçiler halkın çoğunluğunun desteğiyle seçiliyor. Bu durumda o siyasetçinin yaptıklarının tek sorumlusunun kendisi olduğunu söyleyebilir miyiz? Amiyane tabirle hırsızın hiç mi suçu yok? Popülizmin yükselmesinden, demokrasi krizinden bahsediyoruz. Ama bunları tartışırken özne olarak hep siyasetçileri seçiyoruz ya da öznesiz konuşuyoruz. Oysa tüm bu krizlerin merkezinde sadece elitler değil, kitleler de var. Neden öznesiz konuşuyoruz? Neden hem popülizmi eleştirip hem de ‘halk yardakçılığı’ yapıyoruz? Liderleri, sistemi, muhalefeti eleştiriyoruz da neden halkı eleştirmiyoruz?
(…)
“Günümüzde siyaset şeffaf. Aşırı sağ, popülist liderler halkı kandırmıyor, ne olduklarını açık açık söylüyorlar. Ve tam da bu nedenle, yani savundukları düşünceler nedeniyle oy alıyorlar. Halkı eleştirmekten korkmamamız gerekiyor. Tıpkı bireyler gibi, halklar da birer özne. Kolektif özne. Bireyler nasıl karar alabiliyor, o kararların sonuçlarına katlanmak zorunda kalıyorlarsa, halklar da aldıkları kararların sonuçlarına katlanmaya hazır olmalı.”
Geçen Eylül ayında Commonwealmagazine.org’da yer alan makalesinde, derginin editörlerinden Alexander Stern, örneğini Özkırımlı’da gördüğümüz “Popülist liderlere değil, onları seçene bak” türünden analizlerin kaçınılmaz olarak yönetimin esasen uzmanlara bırakıldığı, siyasetin önemli ölçüde dışlandığı ‘teknokratik liberalizm’ limanına demirleyeceğini savundu:
“Liberalizm savunucuları, bazen haklı olarak, iktidar yetkisi kullananların liberal demokrasi için yarattığı riskleri ihmal pahasına sıradan insanların ve halk hareketlerinin oluşturduğu riskler üzerinde durma eğilimindedirler. (…) Bu savunmalar aynı zamanda üstü kapalı veya açık bir şekilde liberalizmi teknokrasi ile eşitleme ya da yönetimin uzmanlığa ve uzmanlara bırakılması eğilimindedir. Sonuçta, liberalizmin devamı için gücü azınlığın elinde bırakan demokratik olmayan, teknokratik bir liberalizm biçimine razı olmamız gerektiğini öne sürüyorlar. Bu öneri, liberalizmin krizini daha da derinleştirmek, toplumumuzdaki çatlakları daha da genişletmek ve tam da önlemeye çalıştığı sonuçları davet etmek anlamına geliyor.”
Mesela Zizek…
Alexander Stern’in eleştirdiği bu görüşün önde gelen temsilcilerinden biri Slovaj Zizek.
Zizek, bu konudaki görüşlerini Fransa’daki Sarı Yelekliler hareketini eleştirerek geliştirmeye başlamıştı. Zizek’e göre halktan gelen bazı talepler -tıpkı Sarı Yeleklilerin taleplerinde olduğu gibi- “vizyonsuz” olabilirdi, ilerleme sağlayamazdı; böyle durumlarda o taleplere kulak asmamak gerekirdi. (Zizek’e göre, Fransız hükümeti küresel ısınmadaki payını azaltmak amacıyla mazot üzerindeki vergileri birkaç katına çıkarmakta haklıydı. Buna karşılık otomobil sahibi alt ve orta sınıf Sarı Yeleklilerin talepleri arkaikti.)
Zizek, Sarı Yeleklilerin taleplerinin neden arkaik olduğunu, işadamı Henry Ford ve Apple’ın müteveffa CEO’su Steve Jobs’un davranışları üzerinden şöyle izah ediyordu:
“Yaşlı Henry Ford, ilk seri üretim otomobili piyasaya sürdüğünde, insanların ne istediğine bakmadığını söylerken haklıydı. Özlü bir şekilde ifade ettiği üzere, insanlara ne istediklerini sormuş olsaydı alacağı cevap ‘At arabamız için daha hızlı ve güçlü bir at!’ olurdu.
“Bu kavrayış, Steve Jobs’un bednam mottosunda da yankısını bulur: ‘İnsanlar çoğunlukla siz onlara gösterene kadar ne istediklerini bilmiyorlar.’
“Apple’ın müşterilerden gelen geribildirimleri ne ölçüde dikkate aldığı sorulduğunda lafı yapıştırdı: ‘Ne istediğini bilmek müşterinin işi değildir… ne istediğimize biz karar veriyoruz.’
“(…)
“Yani gücü kendi vizyonuna bağlılığındadır, ondan ödün vermemesindedir. Aynısı bugün ihtiyaç duyulan siyasi lider için de geçerli. Fransa’da protestocular daha iyi (daha hızlı ve güçlü) bir at istiyorlar – bu durumda, ironik şekilde, otomobilleri için daha ucuz akaryakıt.
“Oysa akaryakıt fiyatının artık önemli olmadığı bir toplum vizyonuna ihtiyaçları var. Tıpkı, otomobillerden sonra at yeminin fiyatının hiçbir önemi kalmadığı gibi.”
Halk için “doğru karar”ı kim versin?
Zizek’in, “müşteri-şirket” denklemi ile “halk-tüm sosyopolitik sistemimiz” denklemi arasında kurduğu paralellik, akla ister istemez birinci denklemde müşteri için “doğru” ve “vizyonlu” karar alan şirketin ikinci denklemdeki muadilinin ne ya da kim olduğu sorusunu getiriyor.
Bu sorunun cevabını da Russian Today adlı haber kanalının YouTube sayfasında “Haberleri Nasıl İzlemeli” adlı mini serinin ilk bölüm konuğu olarak yayımlanan konuşmasında bulmak mümkün. Zizek burada Sarı Yelekliler hareketini değerlendirirken demokrasinin yerine bürokratik sosyalizm diye tarif ettiği bir sistem öneriyor:
“Bu talepleri karşılamak için sistemi biraz değiştirmek çözüm değil. Bu talepler karşılanamaz. Bir şekilde tüm sistemi aşama aşama değiştirmek zorundayız. Tüm yaşam biçimimizi değiştirmek zorundayız. Böylece bu taleplerin çoğu bir anlam bile taşımayacaktır.”
Zizek, videonun bundan sonrasında, yukarıda okuduğunuz Henry Ford örneğini tekrarlıyor, “insanlara, işlerine yarayacağının henüz farkında olmadıkları bir şey” sunmak gerektiğini söyleyerek müşteri-halk metaforuna geri dönüyor ve bunun kim tarafından nasıl sunulabileceği hususunda çok ilginç şeyler söylüyor:
“İhtiyacımız: Entelektüel liderlik ve bürokratik sosyalizm”
“Bunu söylemek çok zor ama entelektüel bir liderliğe ihtiyacımız var. Bunu ifade etmekten korkmuyorum. Doğrudan demokrasiye inanmıyorum.
“İnsanları kışkırtmak için bir adım daha ileri gideceğim. Çoğu solcunun rağbet gösterdiği ‘temsili olmayan doğrudan demokrasi’ye inanmıyorum. Benim çözümüm, şaka yapmıyorum, bürokratik sosyalizmdir. Devlet bürokrasisinin, işte ne bileyim halk bürokrasisinin benim için anlaşılmaz olan temel şeyleri bir şekilde ayarladığı bir toplumda yaşamak isterdim. Su nasıl geliyorsa gelsin, elektrik, sağlık hizmetleri de öyle. Tüm bu şeylerin nasıl çalıştığını bilmem gerekmiyor, kendi köşemde yaşayabilirim. Bence gelecekte böyle olacak. Ve bence bunu mottomuz olarak belirlemekten korkmamalıyız: Etkili bir bürokrasi ve bir miktar yabancılaşma.”
Kemal Gözler: “Demokrasi nereye gidiyor? Nerede hata yaptık?”
İtibarlı bir anayasa hukukçusu olan Prof. Kemal Gözler de Trump’ın iktidarı sırasında yoğunlaşan ‘otoriter liderlere karşı mücadele’ tartışmasına Türkiye tarafından baktı ve otoriter liderlere karşı demokrasinin kendisini savunmasında hukukun neler yapabileceğini iki makalede inceledi “Hukuk Nereye Gidiyor”* ve “Demokrasi Nereye Gidiyor, Nerede Hata yaptık?”**
Kemal Gözler makalelerinde, başta “Kamu görevlilerinin halka ve halkın temsilcilerine karşı sorumluluğu mitinin baştan sona sorgulanması” olmak üzere, halkın seçtiği popülist liderleri dizginleyecek bir dizi anayasal öneriyi tartışmaya açıyordu.
Mesela (1): Seçim sistemlerinin, “Popülist liderlerin parlâmentolarda anayasayı değiştirme çoğunluğunu tek başına elde etmeleri”ni engelleyecek şekilde yeniden düzenlenmesi…
Mesela (2): Popülist liderler, anayasaları değiştirmek için parlamentoda nitelikli çoğunluğa ulaşamadıklarında yüzde 51’in yettiği referandumlara baş vuruyorlar… “Bu nedenle anayasa değişikliği sürecinde referandum usûlüne yer verilip verilmemesi hususu”nun yeniden tartışılması…
Mesela (3): “Çağdaş batı demokrasilerinde ve keza bizde, anayasa mahkemelerine yürütme ve yasama organlarının belli oranda üye seçmesi makul bir çözüm olarak görüldü…” Fakat bu uygulamanın yaşanan sonuçları, bizi bu konu üzerinde düşünmeye sevk ediyor. (Kemal Gözler’e göre aynı şey Hâkimler ve Savcılar Kurulu seçimleri için de geçerlidir.)
Mesela (4): Kamu görevlilerinin iktidar tarafından tayini usûlünde değişiklik: “Yine yaşadığımız tecrübeler, merkezî idarenin de kendi içinde siyasî makamlar ile kamu görevlileri arasındaki hiyerarşi ilişkisinin varlığı ve düzeyinin sorgulanmasına yol açıyor. Ataması siyasî makamların takdirine bağlı kamu görevlerinin ya tamamıyla ortadan kaldırılmasında ya da bu görevlerin sayısının çok büyük ölçüde sınırlandırılmasında yarar olabilir. Keza siyasî makamlar karşısında kamu görevinde kariyer ilkesinin güçlendirilmesinde yarar olduğu anlaşılıyor. Açıkçası kamu görevlilerinin halka ve halkın temsilcilerine karşı sorumluluğu mitinin baştan sona sorgulanması lazım.”
Otoriter liderlere karşı geliştirilen ve henüz nüve halindeki ‘çare’lerin taşıdığı radikal ton aslında hiç şaşırtıcı değil, çünkü neticede kültürel sınıflar arasındaki bir mücadeleyle karşı karşıyayız. Kimse kimseye iktidarını kavgasız-dövüşsüz teslim etmez. Bu ‘sınıf savaşı’nın önümüzdeki yıllarda daha da keskinleşeceğinden kimse şüphe etmemeli.
***
*Kemal Gözler, “Hukuk Nereye Gidiyor? Gözlemler ve Sorular”, www.anayasa.gen.tr/hukuk-nereye-gidiyor.htm
**Kemal Gözler, “Demokrasi Nereye Gidiyor? Nerede Hata Yaptık?”, www.anayasa.gen.tr/demokrasi-nereye-gidiyor.htm