2024 Yerel Seçimleri şüphesiz birçok bakımdan beklenmedik ve şoke ediciydi. Türkiye’de seçimler iki kutup arasında epey öngörülebilir hale gelmişti. Öyle ki sürprizler dahi zaten dar bir öngörülebilir ihtimaller havuzundan çıkıyordu. CHP yerelde de, genelde de hedeflediği, ittire ittire almayı umduğu yerleri zorlardı ve hiç de öyle kolay bir iş olmadığından, tüm çabalarına rağmen son düzlükte nefesi yetmezdi.
Diyelim Balıkesir; diyelim Denizli, diyelim Beyoğlu, Üsküdar, Etimesgut. Bu seçimde ise en nitelikli anketlerin dahi ihtimal atfetmediği, zikredilse bile sayıklama gibi gelen sayısız irili ufaklı yerleri patır patır alıverdi. Kadirli, Gaziantep-Şehitkamil, Korkuteli, Gaziosmanaşa, Keçiören bir çırpıda akla gelen alâkasız örnekler.
Çoğu kişinin ne alâka diyeceği yerler. Aynı şekilde, ittire ittire alınması umulan, acaba denilen yerleri, bir sel boşanmışçasına, yüzde on, hattâ bazen on beşe yaklaşan farklarla aldı. Bir kere bu durum Türkiye siyasetinin yirmi yıldır sıkıştığı alanın dışına kaçış demekti.
Sosyal medyada sıklıkla eski seçim haritaları paylaşılır ve “işte bakın bilmem kaç seçiminde CHP Anadolu’da şurayı aldı” denirdi. Oysa ki düz haritaya bakılarak yapılan analizler en basit gerçeği atlardı — belki de bunları paylaşanların yaşları 1990’ları dahi hatırlayacak kadar yüksek olmadığı için.
İki kutuplu siyasete dönmeden önce yerel seçimlerde beş altı parti yarıştığından birçok şehri herhangi bir parti pekâlâ alabilirdi (bir de CHP’ye Erzincan’da, Sivas’ta % 45’i gördüren, 1970’lerdeki pogromlar sonrası yaşanan büyükşehirlere göçün öncesindeki yoğun Alevi varlığının âdetâ unutulmuşluğunu not edelim).
Hattâ 1970’lerde daha muhafazakâr şehirlerde Adalet Partisi kendi sağına (MHP ve MSP) çok oy kaçırdığından ve oy yoğunlaşmasını sağlayamadığından, yarı-kaza olarak, tabanının sınırlılığına rağmen CHP belediye başkanlıklarını alabiliyordu. Pekâlâ bunun son örneklerinden biri 1989’da SHP’nin Kayseri’yi yerelde kazanmasıydı.
2004 Trabzon-CHP galibiyeti de en son, zamanı dolduktan sonraki bir kalıntıydı belki. Oysaki mevcut ikili blok siyaseti coğrafi kesin hatlar çizdi ve bunları aşılamaz kıldı. Hatta AK Parti 2009’da hâlâ İzmir’i ve Tunceli’yi hedeflerdi ve alabilmesi ihtimal dahilinde görülürdü. Ancak 2014’te bunların imkânsızlığı kabul edilmişti.
Bu hat 2010’larda sabitlendi ve CHP “Beyaz Türk” karikatürizasyonunda Çankaya-Alsancak-Bağdat Caddesi’ne hapsedildi. Bu taban (bazı hüsn-i zanlı çıkarsamalara rağmen) daha önceki onyıllarda da çok farklı değildi. Buna karşın dolaşan seçim haritaları bu çarpık tarihsel algıyı üretti ve besledi. İkili siyasal blok esaslı, aşılmaz haritaların çizilir hale gelmesi, evrensel bir süreç olarak son yirmi-otuz yıla aittir. Haritaların açık ettiklerinden çok sakladıklarına dair devâsâ bir literatür vardır ve seçim haritaları bunun en açık örneklerindedir.
Ancak 2024 seçim haritasının tüm renkliliğine bakıldığında, renk dönüşümünü mümkün kılanın yine büyük bir oy geçişliliği olmadığı söylenebilir. Henüz sandık verileri olmasa da il ve ilçe bazlı bakıldığında, bir önceki yerel seçime kıyasla katılım oranının AK Parti seçmeninin yoğun olduğu sandıklarda %10’lara yaklaşan derecede düştüğü görülüyor ki, bu boyut kendi başına sonuçlara büyük etki edecek derecede.
Datailor Veri Analiz’in koordinatörü Ahmet Turan Han’ın il ve ilçe bazlı analizine göre; “Ak Parti ağırlıklı bölgelerde katılım %7,83 oranında düşerken, CHP ağırlık bölgelerde katılım oranındaki düşüş %1,92‘de kalıyor.” (https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/31-mart-secimlerinin-rakamlari-ne-anlatiyor-162095/) 2019 yerel seçimindeki % 84,6’lık katılım oranı bu seçim % 78,6 olarak gerçekleşti.
Yeniden Refah etkisine baktığımızda ise, taşra ile büyük şehirler farklılaşmış durumda. Beklenenin aksine, YRP İstanbul’da (hele Anadolu’daki şahıs-temelli yüksek oylarına kıyasla) epey düşük kaldı. İstanbul belediye başkanlığı için gösterdiği güçlü aday Mehmet Altınöz, seçim öncesi dillendirilen daha yüksek beklentilere karşın % 2,6’da kaldı. Yani 2023 genel seçimlerinde yüzdelik dilim olarak YRP, İstanbul oyunun %0,7 altında.
Zaten meselâ YRP’ye cemaat ve tarikatların varlığından dolayı bir teveccühün beklendiği Fatih’te partinin oyu yalnızca %2,7’de kaldı ki, eğer %6,5 gibi görece mütevazı bir oya ulaşsaydı Fatih’i, Mahir Polat kazanacaktı.
YRP İstanbul’da sadece doğrudan iki ilçenin el değiştirmesine etki etmiş görünüyor; kesin olarak Gaziosmanpaşa ve kısmen Beykoz. CHP, Pendik, Ümraniye, Bahçelievler gibi % 1,5 – 3 bandında oyla kaybettiği ilçeleri de, eğer YRP İstanbul’da beklenen etkiyi yaratsaydı kazanmış olacaktı. Oysa YRP bu ilçelerden sadece Ümraniye’de %7’ye ulaştı; diğer ikisinde ise Zafer’le başa baş olmak üzere Bahçelievler’de %2,6’da, Pendik’te %4,0’da kaldı. Yani İstanbul’da ve diğer metropollerde iki taraf da bloklaşmış durumda denebilir.
Ve Kürt seçmenin İmamoğlu’na yoğun teveccühü, ancak bu çifte keskinleşme içinde okunabilir. YRP, düşünüldüğünün aksine, İstanbul’da AK Parti’ye büyük bir darbe vurmadı.
Oysa taşra hiç öyle değil. Birincil ilişkilerin siyasete etkisinin dar olduğu metropolde, seçmen siyasi sadakatlerini ve blok önceliklerini öne koyar ve YRP’ye düşünüldüğü kadar teveccüh göstermezken, adayların şahıslarının önemli olduğu taşrada YRP adayları zaten iki il dışında 39 ilçeyi kazanırken, ucundan kaybettikleriyle beraber birçok ilçede %20’yi rahatlıkla geçti.
Taşra illerinde dahi YRP’nin CHP’nin il kazanmasına etkisi sınırlı kalsa da, bu ikili durum, birincil ilişkilerin daha önemli olduğu ilçe bazında CHP’nin beklenmedik sıçramasını getirdi.
Elbette bu hikâyenin bir tarafı. CHP’nin başarısıyla ya da seçmenin içsel refleksleriyle muhalif blok, tüm farklı adaylarla seçime girilmesine rağmen sonuçta CHP’ye yöneldi.
Öngörülmeyen temel dinamik, bu derece kesin bir yönelmeydi. İstanbul ve diğer metropollerdeki CHP’nin başarısı, YRP etkisinden çok blok sadakatinin gücünden ve yanında (bunu kolaylaştıran) İmamoğlu, Yavaş, Karalar gibi adayların cazibesinden kaynaklandı.
Bu sebeple de İYİP-CHP seçim ittifakının yaşandığı 2019’a kıyasla, CHP’nin oyu yüzdelik dilimde %8 artarken İYİP %4 geriledi. Seçmen kerhen değil, ikili bir sistem olduğu sürece CHP’li olduğunu gösterdi.
Parti ise bunu sahada sağlayarak başarısını gösterdi. Bu matriste de, 2002-2015 arasına damgasını vuran ve CHP’yi sosyolojik olarak da siyaseten de daraltan meşhur “kıyılar ve iç taraf” haritası hepten tavsadı.
Örneğin Kürt seçmen dolayısıyla CHP, artık İstanbul’da sadece orta sınıfların yaşadığı ilçelerin partisi değil; Esenyurt ve Küçükçekmece’nin ötesinde Sancaktepe’nin, Gaziosmanpaşa’nın, Tuzla’nın, ucundan seçimi kaybettiği Zeytinburnu’nun, Bahçelievler’in, hattâ Arnavutköy’ün de partisi.
Elbette bu durum taşraya da yansıyınca harita epey geçirgen hale geliyor.
Detaylarda aslında daha da ilginç hikâyeler var. Artvin demografisinden çok Erzurum karakteri gösteren, Artvin’de sağın (AK Parti ve MHP’nin) kalesi niteliğindeki Yusufeli’yi 56 yıl sonra alan CHP, bunun yanısıra geçen seçimde kaybettiği Murgul’u da kazanmış. Ama 2019’da aldığı ve zaten çoğunlukla alageldiği Şavşat, Ardanuç ve Arhavi’yi kaybetmiş.
Yine Uşak’ta, merkezin yanı sıra ilçelerin de çoğunu alırken, 2019’da bu ilde aldığı tek ilçe olan Sivaslı’yı bu sefer kaybetmiş. CHP aslında Türkiye genelinde, 2019’da aldığı azımsanmayacak sayıda ilçeyi de kaybetmiş. Gelibolu gibi, Babaeski gibi, Menemen gibi, Mengen gibi, Avanos gibi.
Bu durum ise aldığı ilçelerin temsil ettiği önem ve değeri, sayısının ötesinde arttırıyor. Üstüne CHP’nin seçilmesinin garanti olduğu üst ota sınıf ilçelerin çoğunda CHP’nin oyu tepkili vatandaşların tavrıyla %5-10 aralığında düşmüş: Çankaya, Beşiktaş, Konak, Karşıyaka.
“Kıyılara karşı devâsâ Anadolu” ikili haritasını değiştiren dinamikleri, biliniyor da olsa, belki yine hızlıca özetleyebiliriz.
2017 Referandumu’nda ilk kez bir fiili durum olarak bir “muhalif blok” inşa edilmişti. Bu kalıcı değil anlık oluşan bir bloklanmaydı. Bu blokta CHP doğal önder olarak temayüz ederken Kürtleri, milliyetçileri, hattâ sayıları az da olsa sosyalistleri ve “kırgın muhafazakarları” da altına alıyordu.
Bu sinerji Altılı Masa’ya giden doğal süreç oldu. Ancak Altılı Masa’nın pozitif sinerji üretmesi umulurken çeşitli sebeplerle yük de haline gelebildi. Çünkü her parti ve tabanı için söylemsel daralmayı gerektiriyordu. En azından sosyal medyanın öfkeyi mayaladığı ortamda bu bir mesele oldu. Öfkeli ve çoğu zaman izansız taban olarak sosyal medya kartopu, hem CHP tabanında hem de İYİP tabanında fazlasıyla görünür oldu. Partilerin hazmetmesi de kolay değildi. Her ne kadar Akşener uzun süre kendi tabanını ve tepkileri soğurmaya çalıştıysa da, Kılıçdaroğlu’nun adaylığı artık onun için taşınamayacak bir yük haline geldi ve seçim sonrası ittifakı yer ile yeksan eden çıkışta bulundu.
Tüm fevriliğine ve irrasyonelliğine rağmen siyasi söylemler, çoğu zaman olduğu üzere siyasi rasyonaliteye galebe çalar. Bu da aslında normaldir ve hattâ olması gerekendir. Siyasetin doğası gereği siyasi rasyonalite, söylemlere, kaygılara, önceliklere ve hatta ihtiraslara tabi olmak durumundadır.
İYİP için Kılıçdaroğlu yönetiminde CHP, artık CHP ve Atatürk’ün partisi olmaktan çıkmıştı. Kürtlere, “köpekseverlere,” marjinal gruplara tavizkârdı. Oysa kendileri anaakım Atatürkçülüğü, yani “normalliği,” makul Atatürkçü merkezi temsil ediyordu. Kılıçdaroğlu ve emekli asker-bürokrat aurası, Kılıçdaroğlu’nu vurulması kolay bir korkuluğa çevirmişti.
Herkes haklılığını Kılıçdaroğlu’na vurarak ispatlıyor ve temiz kalıyordu. Ancak bu yolun sonu, Kılıçdaroğlu’nun “asla değişmez” denen parti yöneticiliğinin, CHP geleneğinin ayrılmaz parçası olarak bol kavga, dövüş ve çirkeflik içinde de olsa, kongrede sona ermesiyle geldi.
Kılıçdaroğlu gidince birden parti o hayal edilen has Atatürkçü, vatansever, woke‘lara haddini bildiren noktaya gelmedi. Hele iktidar olmak isteyen CHP’nin çizgisi, kazara oluşmuş değil yapısal bir durumdu. Aynı zamanda, Kılıçdaroğlu’yla beraber partinin oturan yeni kimliğinin ve sosyal demokrat iddiasının gerekleriydi.
CHP bu sıkışmışlıkta bir kumar oynamak zorunda kaldı. İttifakı halkın aşağıdan yapacağını umdu ve öngördü, daha doğrusu öngörmek zorundaydı. 1930’lar ve sonrasında Avrupa’da sosyalistler ile komünistlerin birbirleriyle ittifak kurmayı reddederken sarıldıkları “tabandan ittifak” argümanı gibi.
Gerçekten de tabandan bir ittifak gerçekleşti ve böylece CHP, AK Parti’nin MHP veya YRP’ye kayan ya da sandıktan uzak duran seçmeninin etkili olduğu birçok il ve ilçede seçimi kazanabildi. Hakkını yemeyelim; sadece kazanmadı, fark da attı (Adıyaman, Amasya, Kilis, Kırıkkale, Kastamonu, Afyon hep en az %10, hattâ çok daha fazlası fark oldu).
Seçmen tercihinde İYİP’lilerin tüm yaftalama ve ithamları neredeyse hiç rol oynamadı. Nasıl bir AK Partili ya da CHP’li, partisinin uçtan uça savrulmalarına rağmen partizan bir sadakatle oyunu şaşmaz şekilde o partiye verirse (ve bu siyasetin tabiatında olduğundan kanıksanır ve normal görülürse), aynı seçmen davranışını bu derecede DEM ve İYİP seçmeninde görmek bir nitel sıçrama sayılmalı.
DEM seçmeni de metropolde pekâlâ “geniş kilise” CHP’lisi olmuş denebilir. Bu, metropolleşme dinamiklerinin de beklenebilecek sonucu ve akıl öğreten telkinlerle değişecek bir şey değil. YRP tandanslı İstanbul seçmeninin de seçim öncesi oluşan beklentilere karşın benzer tepki verdiğini düşünürsek, bu iki siyasal davranışı beraber okumamız gerekir.
Belediye seçimleriyle genel seçimler biraz elmayla armut gibi. Belediye seçimlerinde muhalefet bütünlüklü ve tutarlı bir siyasal söylem üretme yükünden azadeydi. Afyon’da başka, Esenyurt’ta başka konuşmak mümkün. Hatta Mansur Yavaş gibi hiç konuşmamak ve hiç konuşmadan % 60 oy almak. Seçim kazanılan bir çok Anadolu şehrinde de, özellikle seçim bölgesinde karşılığı olan (ve çoğu kendi seçim bölgelerinden çok uzun süre sonra ilk CHP vekili olarak 2018’de parlementoya girmiş) milletvekilleri olmak üzere, “doğru adaylar” ve kişiler üzerinden birleşme, bütünleşme çok daha kolay ve mümkün.
Yavaş’ın akıl almaz şekilde %60’ı şahsının sağa itimat veren temsil gücü (ve hatta Sağ’ın ta kendisi olması) üzerinden taşrayı MHP’li ilçe başkan adaylarıyla örgütlemesi bir genel seçim için tanımsız bir durum. Yavaş devasa bir istisna teşkil ederek Cumhur blokundan yaklaşık %20’lik bir oyu devşirdi. Yavaş böylece sıradışı bir hikayeyle Ankara’nın 16 taşra ilçesinin 10’unu alabildi.
Bu dinamiklerin ötesinde bu seçimde on ay ertelenmiş çok fazla tepki oyu var. Zira yerel seçimler tepki oylarının daha doğal zeminidir. Hala CHP bir tabela olarak oy verilen parti. Ancak yine de ABD’deki Cumhuriyetçiler vs. Demokratlar ikiliğindeki taraflanma anlamında geçmişe göre daha bir “geniş kilise” partinin omurgası olmaya yakın. Oylarını “emanet oy” saymak çok da olası değil.
Ancak bu seçimin diğer çok büyük kazananı da “siyaset” oldu. Bir kurum olarak siyaset. Zira siyasetsizlenme ve apati ülkedeki en sinsi yakın tehdit. 2000’lerde gözlenen yeni bir olguyu tespit etmek üzere ilk kez Levitsky ve Way (2010) tarafından kullanılan tabir rekabetçi otoriterlik (competitive authoritarianism) tabiri bir araform olarak seçimlerin kabaca özgür ama adil olmadığı, iktidarın değişmesinin mümkün ama pratikte oldukça güç olduğu ve seçilenin keyfi ve denetimsiz yönetiminin egemen olduğu rejimleri tanımlar.
Bu biçim 1990 öncesi demokrasilerin ve otoriter rejimlerin, seçimlerin yapılıyor olması ve diğer belli başlı kıstaslar üzerinden sarih şekilde ayrıştırıldığı ikili yapının ötesinde yeni bir fiili durumu saptar. Ancak bir soru da bu biçimin kalıcı ve sürdürülebilir olup olmadığıdır.
Yani aslında pekala bir geçiş aşamasından mı ibarettir? Süreç içinde tastamam bir otoriter rejime evrilme patikasıysa o halde aslında bir araform değil bir geçişten (transition) ibarettir.
Nitekim bu biçimin kendisi, devamlılığı, kalıcılığı ve istikrarı sandığın önlenemez bir meşruiyet kazandığı ve demokratik altyapıları yetersiz ülkelerde dahi norm haline geldiği son yirmi yılda gözlemlendiğinden yeterince ölçülmüş de değildir. İşte 2023 seçimlerinin ardından da Türkiye’nin son on beş (hatta yirmi?) yılını son noktaya bir geçiş patikasından ibaret görenler için “sandık yalanı bir kez daha boş çıkmıştı” ve Türkiye artık geri dönülmez yola girilmişti.
“Bu son seçimdi”.
Bu garkolunan hissiyat, muhalefetin kazanma iyimserliği ve inancına sahip olduğu bu seçimde bir önceki 2018 seçimlerine kıyasla çok daha yoğundu. Muhalefet seçim yıkımının ardından çatırdamış, İYİP ittifakı yırtıp atmış, tabanının zaten partiye öfke dolduğu CHP parti içi kavgaya tutuşmuş, muhafazakar muhalifler hepten yabancı kalmıştı. Kürtler ise kendi yoluna yönelmişti. Söz konusu olan bir çoklu yıkımdı. Bu ortamda adeta konsensüs 2024 yerel seçimlerinin artık bir formalite olduğuydu. İstanbul ve Ankara’nın “gitmesi” mukadderdi vs. Zaten aslında 2019’da iktidar cenahındaki manevi yıkımdan sonra sıkça dile getirilen teselli içerikli “öngörü”, CHP’nin bu belediyeleri bir kez kazara aldığı ancak başarısız belediyecilikten sonra halkın toplanmayan çöpleri ve pis sokakları gördükten sonra CeHaPe’nin ne olduğunu anladıktan sonra bu şehirlerin tekrar AK Parti’ye döneceği şeklindeydi. Ancak tam aksine bu durumdaki çoğu belediyede CHP 2024 seçimlerinde oyunu daha da arttırdı. Gözükmektedir ki İstanbul artık kalıcı olarak CHP’nindir. Keza Adana, Antalya vs.
Dolayısıyla muhalefet cenahındaki tüm yıkım senaryolarına karşın aslında 2018-2019’un bir remake’i yaşandı. Genel seçimdeki mukadder hale gelmiş oynamaz tercihler yerel seçimin görece esnekliğinde beklenmedik bir tablo çıkardı. Ancak bu seferki çok daha beklenmedikti. “Türkiye simülasyonu” ezberlerinin bayağı dışında çıktı. Genelde siyaset yapmaya dudak bükenlerin ve “merkezci siyaseti” yaftalayan maksimalistlerin sarıldıkları Putin Rusyası senaryoları bir kez daha boşa düştü.
Burada “Anadolu irfanı” devreye giriyor. Her seçim gecesi seküler timeline’ında yaşanan travmatik Aziz Nesin paylaşımları artık mizahı yapılan bir klasik haline gelmişti. Bunun ötesinde halkın bunu hakettiği sayıklamaları bir başka rutindi. Buna elbette 2023 seçimlerinde deprem faktörü eklendi. Her ne kadar deprem bölgelerinde kayda değer bir oy kayması yaşanmışsa da AK Parti’nin zaten çok güçlü olduğu bu havzadaki hala yüksek oyu, seçimin hemen ardından onları unutacak birçoklarının depremzedeleri aşağılamasını getirmişti.
Genel olarak 2023 genel seçiminde Anadolu’daki muhalefete yönelim Trakya, İzmir ve metropollerden çok daha belirgin olmuştu. Ancak bunu görmeyi reddedenler ikili bir matematik dilini konuşan haritaya baktıklarında bu kayışı görmediklerinden bunu algılamamışlardı. Bu yerel seçimde ise 1990’ların renkli, dağınık dağılmış seçim haritalarına ilk kez bu kadar benzeşen bir harita yeni bir durum oldu. Yazıda vurgulandığı gibi aslında bloklar arası muazzam, hatta ciddi oy kayışlarından ya da yapısal dönüşümlerden kaynaklanmadı bu durum. Ancak AK Parti kendi bloğundaki hakim konumunda darbe yerken CHP’nin kendi bloğunu yutmasının yanı sıra bir takım kesişimler ve dinamikler ufak hareketlenmeleri, ivmeleri birden haritaya yansıtabildi.
Bu yerel seçime il merkezinin CHP’ye geçtiği Adıyaman ve Kilis’in ötesinde yarısı CHP kırmızısına boyanan Maraş, Gaziantep ve Malatya damgasını vurdu. Hem halkı aşağılamak için, hem sözde Beyaz Türkleri aşağılayarak “halka” yarı-kutsal ulviyet, metafizik yüklemek ve siyasi eğilimlerine mutlaklık ve değişmezlik atfetmek için iki cenah tarafından da hiçbir anlam taşımadığı halde tekrarlanagelen “siz Anadolu sosyolojisini bilmiyorsunuz” beylik ifadesini epey hükümsüz bıraktı.
Aynı şekilde sıkça dile getirilen aslında Anadolu’da hissedilen bir yoksulluğun falan olmadığı, insanların çok küçük günlük harcamayla geçindiği, hatta üzerine bir kenara para koyabildiği, bu sebeple de Anadolu’nun asla sarsılmaz oy verme tercihinde bir değişiklik olmadığı gibi olmayacağı söylemlerini geçersiz kaldı.
Ötesinde hele ilçe bazlı haritalar ilk kez 1990’ları hatırlattı. Bir yandan CHP güçlenirken, aynı zamanda çoğu küçük sağ partiler olmak üzere, 2023 seçimlerinde hem AK Parti’yi, hem CHP’yi açıkta bırakmış küçük partilerin filizlenme sürecinin de devamı ortaya kondu. Haritanın paleti genişledi. AK Parti kırgınlığı dolayısıyla sağın küçük partileri bu palette kendilerine daha çok yer buldu. Ancak TİP de varlık gösterdi; Zafer de umduğu patlamayı yapamasa da oy bazında başarılı oldu.
Türkiye tuhaf bir ülke değil. Tuhaf derken tabii kendine özgü anlamında. Her ülke de her ülkenin insanı da benzer ülke siyasal rejimleri de benzeşme gösterir. Ama bizim gözümüzde duygusal bağımız sebebiyle tuhaf, kendine özgü bir ülke. Bazen tutkuyla bağlandığımız, bazen ölesiye öfke duyduğumuz ama sonrasında bir şekilde şefkatle sevdiğimiz tuhaf ülkemiz. Bir şekilde seçim haritası tüm kavga dövüşün ortasında ülkedeki renkliliği bize hissettiriyor.
Siyasetin ve partiler sisteminin tüm her şeye karşın ayakta kalması kıymetli. Zira ancak siyaset bize nefrete dayanan, ondan beslenen ve gösteri sanatına dönen ahlakçı keskinlik performanslarına karşı bir ortakyaşamı sunabilir.
Sosyalistler de, İslamcılar da, Kemalistler de, milliyetçiler de, anaakım muhafazakarlar da, anaakım sekülerler de dışlayıcı ahlakçılığa imanlılar. Ancak hayat öyle akmıyor. Ve o akan hayatı ancak tüm çelişkileri ve tutarsızlıklarıyla siyasetin zemini kavrayabilir. Gönül ister ki bunun güvencesi işler bir yargı, canlı bir kamusal alan, medya, akademi olsa ve bizi bu kadar yormasalar. Ancak bunların hepsine giden yol da siyasetten geçiyor. Siyasetin kavga dövüş ve çirkefliği de bu anlamda faydalı. Hatta siyasetin çürümüşlüğü dahi, kabul etmek zor gelse de buna içkin.