Ana SayfaYazarlarRuhani İran’ın Erdoğan’ı olabilir mi?

Ruhani İran’ın Erdoğan’ı olabilir mi?

 

İran İslam Cumhuriyeti halkı, bir gün önce 12. dönem cumhurbaşkanlığı seçimi için sandık başına gitti. Halk mevcut Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile İbrahim Reisi arasında bir tercih yaptı. Ruhani dünya ile iyi ilişkiler kurmayı, özgürlükleri genişletmeyi, her alanda şeffaflığı savunuyordu. Reisi ise katı muhafazakâr bir kimliğe sahipti; dini lider Ali Hamaney tarafından destekleniyordu ve kampanyasını Ruhani’nin son dört yıldaki icraatının eleştirisi üzerine kurmuştu. Yarıştan oyların yüzde 57’isini kazanan Ruhani galip çıktı.  Halk muhafazakâr köklere geri dönme çağrısı yapan Reisi’yi değil, muhafazakâr köklerden kurtulma çağrısı yapan Ruhani’yi benimsediğini deklare etmiş oldu.

 

Nükleer anlaşma onaylandı

 

Seçimler demokratik bir olgunluk içinde geçti. Ancak yarış, tüm toplumsal kesimlerin katılımına açık değildi. Kimin aday olabileceğine karar veren Muhafızlar Konseyi, eski cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın eşinin de aralarında bulunduğu 137 kadının cumhurbaşkanı adayı olma başvurusunu kabul etmedi. Kadın adaylara kapatılan siyasi yarışta, ağırlıklı olarak işsizlik, yolsuzluk ve 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşma gibi konular ön plana çıktı.

 

Reisi ve taraftarları Ruhani’yi başarısız bir anlaşma imzalamakla, ülkeyi dış güçlere satmakla, İran’ın nükleer bir güç olmasını engellemekle itham ederken, Ruhani ve taraftarları anlaşmanın ekonomik fırsatlar penceresini açmak, ülkeyi izolasyondan kurtarmak ve milyonlarca İranlıya iş imkanları yaratmak için imzalandığını savundu. Ruhani kampanya boyunca sık sık “ulusumuz ya barışçıl bir yolda gitmeyi ya da gerilimli bir yolda yürümeyi tercih edecek” temasını işledi. Böylece statükocu güçlerin amaç ve niyetlerinin halk tarafından sorgulanmasını sağladı.

 

Kazandı ama…

 

Ilımlı Ruhani’nin seçimleri ikinci kez kazanması İran tarihi açısından bir dönüm noktası. Büyük kentler, orta sınıflar, gençlerin ezici çoğunluğu ve özellikle üniversite gençliği, esnaf ve sermaye birikimi olan sanayiciler Ruhani’yi desteklerken, ülkenin tarımsal yerleşim alanları, geleneksel muhafazakârlar ve büyük şehirlerin varoşları Reisi’ye oy verdi. Bu sonuçlar toplumsal bir kutuplaşmaya işaret ediyor. Seçim sonuçları kutuplaşmanın yüzde 60-40 şeklinde bir orana ulaştığını gösteriyor.

 

Halkın yüzde 57’isi sandıkta çok net bir “özgürlük içinde yaşamak, daha kaliteli bir hayat sahibi olmak, izolasyondan kurtulmak, diğer ülkelerle iyi ilişkiler kurmak istiyoruz” mesajı vermiş görünüyor. Bu mesajlar da halkın beklentileri ile rejimin tahayyülleri arasında büyük makas farkı oluşmaya başladığı anlamına geliyor. Tıpkı 2002 Türkiye’si gibi. İran Türkiye’nin 2002-2010 arasında yaşadığı deneyime benzer bir şeyi tecrübe edecek.

 

Reformcular rejimin halk iradesi doğrultusunda şekillenmesi, geleneksel muhafazakârlar ise statükonun sürdürülmesi için çalışacak. Sistemin şeffaflaştırılmasında, izolasyondan kurtulmak için dış dünyayla kurulacak temasta, seçilmiş iradenin vesayetten kurtarılmasında iki güç sık sık karşı karşıya gelecek. Çünkü sistemin iç mantığı buna çok müsait.

 

İran’ın geleceğinde ne etkili olacak?

 

İran rejimi, hem İslâmî teıkrasiyi, hem demokratik parlamenter bazı özellikleri sentezleyen bir sistem. Sistemde halkın oylarıyla seçilen bir cumhurbaşkanı, 290 vekilli bir parlamento gibi demokratik özellikler; ama aynı zamanda dini lider, Muhafızlar Konseyi, Uzmanlar Meclisi, Düzenin Yararını Teşhis Konseyi gibi teokratik yapılar var. Sistemin nevi şahsına münhasır karakteri, dini kurumların demokratik kurumları denetlemesinden kaynaklanıyor.

 

Sistemin en tepesinde dini lider (Velayet-i Fakih), onun altında Muhafızlar Konseyi, onun da altında Cumhurbaşkanı var. Cumhurbaşkanı, Meclisin önerisi doğrultusunda dini lider tarafından görevden alınabiliyor. Eğer dini lider öneriyi onaylamazsa, cumhurbaşkanı görevine devam edebiliyor. Öte yandan cumhurbaşkanı yargı tarafından da sınırlandırılabiliyor. Ama bu cumhurbaşkanının sistem içinde hiç ağırlığı yok anlamına gelmiyor. Örneğin 1989-1997 Rafsancani döneminde İran dünyaya açıldı. 1997-2005 Hatemi döneminde İran’da reformlar dönemi başladı. 2005-2013 Ahmedinejad döneminde ise Batı ile gerginlik ve krizler yaşandı. Tüm bu gelişmeler bize cumhurbaşkanlarının izlediği yol ve aldığı kararların önemli sonuçlar doğurduğunu gösteriyor.

 

Ruhani döneminin farklı bir özelliği oldu. Cumhurbaşkanı ile statüko güçleri Ruhani’nin ilk beş yılında diğer cumhurbaşkanlarından farklı olarak sıklıkla karşı karşıya geldi. Dini lider Hamaney, kampanya sırasında Ruhani’yi mütemadiyen ekonomik icraatı yüzünden eleştiri konusu yaptı.  Newroz mesajında açıkça Ruhani’yi işsizlikle mücadele etmemekle itham etti. Aynı gerginlik Yargı Gücü Başkanı Sadık Laricani ile de yaşandı. Laricani 2 Ocak 2017’de yolsuzluk nedeniyle idama mahkum edilen Babek Zencani’nin Ruhani’nin seçim çalışmalarını finanse ettiğini öne sürünce Ruhani sert bir yanıt vererek her türlü belge ve bilgiyi paylaşmaya hazır olduğunu, aynı tutumu yargının da benimsemesi gerektiğini söyledi.

 

Daha çok özgürlük

 

Ruhani seçim öncesi Tahran Stadyumunu dolduran mor renk giymiş binlerce kişiye hitap ederken şu sözleri vermişti: “Biz daha çok basın özgürlüğü, dernek kurma, düşünce özgürlüğü istiyoruz.”

 

Ama bu, Ruhani ve arkasındaki reformcular için o kadar kolay olmayacak. Nedenleri İran rejiminin iç dinamiklerinde gizli. Ruhani’nin özgürlükleri gerçekleştirebilmesi, dünya ile daha sağlıklı, ekonomiye dayalı iyi ilişkiler kurabilmesi için, dini lider Hamaney’i, Devrim Muhafızlarını, yargı ve güvenlik bürokrasisi engellerini aşması, daha doğrusu bunlarla mücadele etmesi, tıpkı statükoya karşı mücadele veren Erdoğan gibi mücadeleyi kazanması gerekiyor.

 

Ruhani’nin işi gerçekten zor. Çünkü İran’ın güvenlik ve dış politikasının genel çerçevesini İran Muhafızları Ordusu ile birlikte dini lider Hamaney belirliyor. Ancak Ruhani de genel sekreterini seçtiği Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi’nde bu politikalar konuşulurken ve belirlenen politikalar uygulanırken önemli ölçüde söz sahibi. Örneğin Ruhani, nükleer anlaşmanın uygulanmasında baş müzakereci sıfatıyla çok aleni bir şekilde rejimin kırmızı çizgilerini ihlal edebildi. Ruhani ile dini lider Hamaney, Yargı Gücü Başkanı Laricani, Devrim Muhafızları ve ordu arasındaki güç ilişkisinin nereye evrileceği, Trump’ın ve İsrail’in İran politikalarına da yakından bağlı. Eğer Trump ve İsrail İran’ı izole ve destabilize etmeye ağırlık verirlerse, savunmacı refleksler ön plana çıkacak ve milliyetçi duygular dikey olarak tüm farklılıkları ortadan kaldıracak. Ama dış dinamikler etkili olmamayı tercih ederse, iç dinamikler arasındaki mücadele daha belirleyici hale gelecek. Ama nereden bakarsak bakalım, İran’da artık işler eskisi gibi olmayacak. Cin bir kere şişeden çıktı.

 

Son söz medyaya!

 

İran cumhurbaşkanlığı seçimleri sadece İran’ı değil bütün bölgeyi, Batı dünyası ile kurulacak ilişkilerde doğuracağı sonuçlar itibariyle daha geniş bir coğrafyayı etkileyecek. O yüzden seçimler tüm dünyada, özellikle de Batı medyasında yakından takip edildi. Ama kapı komşusu Türkiye, resmi haber ajansını dışarıda tutarsak, bir gazetecisini bile seçimleri izlemek için İran’a gönderemedi. Peki neredeydi, “bölgemizi şekillendireceğiz, bölge lideri olacağız” diyen medyamızın genel yayın yönetmenleri, televizyon yorumcuları, köşe yazarları, gazeteciler? “Ne oluyor ne bitiyor”u yerinde izleyecek öngörü ve çaptan dahi yoksun insanların kalkıp “önce dünyaya sonra bölgemize nizam ve şekil vereceğiz” diye ahkâm kesmeleri, ne kadar inandırıcı ve etkileyici olabilir?

 

Tabii niyet “gibi olmak” değilse… Ama sanırım bizim temel sorunumuz yeterince ruhumuzun olması, fazla aklımızın olmaması.

 

- Advertisment -