Ana SayfaYazarlarCHP’de neler oluyor?

CHP’de neler oluyor?

 

Referandum sonrasının en rağbet edilen tartışma konusu CHP’deki gelişmeler oldu.

 

Her seçim sonrası yaşanan olağanüstü kurultay talepleri, adayların iddialı çıkışlarla medyada boy göstermesi, aralarındaki farkın ne olduğu bir türlü anlaşılamayan parti içi grupların kıpır kıpır halleri, kamuoyunun alışık olduğu şeylerdi.

 

Deniz Baykal’ın ince hesap yüklü hamleleri ise bunların içinde daima özel bir yer işgal ederdi.

 

Baykal ön aldı

 

Bu kez de öyle oldu.  

Önce Baykal Kemal Kılıçdaroğlu’na (mealen) “Ya CHP genel başkanı olarak 2019 seçimlerine cumhurbaşkanı adayı ol, bu iddiayla ortaya çık, ya da çekil” dedi. Bununla yetinmedi; Abdullah Gül, Meral Akşener ve Ahmet Türk’ün adlarını bu yakın gelecek sorunuyla ilgili bir cümlenin içinde geçiriverdi.

 

Aportta bekleyenlerden bazıları derhal Kılıçdaroğlu’nun istifasını ve olağanüstü kurultaya gidilmesini istedi. Bir diğeri, iktidara yakın olduğu ileri sürülen bir gazetede partisinin durumunu değerlendiren görüşler açıkladı diye genel merkezin tepkisini çekti ve Parti Meclisi kararıyla, ihraç isteğiyle disipline sevkedildi.

 

Parti sözcüsü ve ekonomi politikalarından sorumlu genel başkan yardımcısı Selin Sayek Böke ise, kendisinden beklenmeyen radikallikte açıklamalarla aniden görevlerinden istifa ederek dikkatlerin iyice CHP üzerinde toplanmasına yol açtı.

 

Ak Parti rahatladı

 

Halbuki kamuoyu ilk günden itibaren daha çok “evet” cephesinin, onca güçlü ve devlet destekli bir kampanyaya rağmen umduğu kadar oy alamamasının nedenlerini konuşuyordu.  Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti de, referandumdan bekledikleri düzeyde bir sonuç alamayınca, çok belli etmeseler de bu durumu ciddi bir şekilde sorgulamaya girişmişlerdi.

 

Öyle büyük bir başarı elde edilmiş gibi halleri hiç yoktu. Büyük şehirlerden, dindar sosyolojinin güçlü olduğu ilçeler ve gençlerden yeterince oy gelmediğinin farkındaydılar. MHP seçmeninin büyük bölümünün “hayır” cephesine kaydığını görüyorlardı. Daha önemlisi, küçümsenmeyecek oranda Ak Parti seçmeninin bu anayasa değişikliğini benimsemeyip, parti sadakatlerinin sorgulanacağını bile bile  “hayır” oyu kullanmayı tercih etmiş olmalarından, yakın gelecek adına ciddi ölçüde endişe duyuyorlardı.

 

Siyaset çevreleri, medya ve araştırma kurumları harıl harıl bu durumun nedenlerini anlamaya çalışıp, çok güçlü bir “hayır” dinamiğinin ortaya çıkmasının geleceğe neler taşıyabileceğine kafa yorarken, CHP’nin aculları kamuoyunun dikkatini yeniden ana muhalefetin iç didişmelerine çekmeyi başardı.

 

Beklenebileceği gibi bu durum en çok referandumu kıl payı kurtaran iktidarın işine geldi. Mercek altına alınmış bulunan iktidar nefes almaya başladı. Bunun yansımaları medyada hemen kendini gösterdi ve derin siyasal magazinin vazgeçilmez konusu yine CHP oldu.

 

Müesses nizamın ilk gözağrısı CHP

 

Şurası bir gerçek ki CHP ağır sorunlarla malûl. Birçok yönüyle ağır eleştiriyi hak eden bir parti.

 

Kurulduğu ve ülkeyi yönetiği yıllarda şekillenen ideolojik ve politik yapısı, halen bu parti üzerinde çok etkili. Aradan uzun yıllar geçmiş olmasına ve koşullar hayli değişmesine rağmen, bir türlü o çerçevenin dışına çıkamıyor; seçmenlerin çoğunluğuyla buluşmayı sağlayacak radikal bir değişim ve dönüşümü bir türlü yaşayamıyor.  

 

CHP’den hamle beklenen her kritik eşikte, geride kalmış dönemin bu çerçevesi değişim amaçlı her adımını sınırlıyor, onu geriye çekiyor ve halkın çoğunluğuyla buluşmasını önleyen bir ayak bağı haline geliyor.

 

Mevcut yapılanmadan hoşnut bazı yöneticiler ve parti içi gruplar, çoğu zaman gelişmelerin seyrine göre bunun yeniden ve yeniden üretilmesi doğrultusunda çaba gösteriyorlar.

 

Parti fikriyatının üzerinde yükseldiği bu ideolojik ve politik kolonların çoğu tabu haline geldiğinden, yönetim kademelerinin ve partiye gönül verenlerin önemli bölümünün onları değiştirip zamanın ruhuna uyumlarını sağlamaktan sakınmaları da artık kimseyi şaşırtmıyor.

 

Değişmek kolay mı?

 

Bu nedenle değişim adına yapılan ufak tefek hamleler de çoğu kez siyasal makyajdan öteye geçmiyor. Derin bir dönüşüm beklentisi içinde olanlar hep hayal kırıklığına uğruyor.

 

Bir başka açıdan bakınca, devletin kuruluşunda tayin edici rol almış ve kadrolarının tamamı neredeyse o devlete rengini verenlerden oluşmuş, yani devletle özdeşleşmiş bir partinin değişmesinin hiç kolay olmayacağını düşünebiliriz.

 

Böyle şartlar içinde doğan, fikri ve zikri bu koşullarda şekillenen, devleti ve ülkeyi yıllar boyu kendi bildiği gibi yöneten bir siyasi organizasyonun, şartlar değişse bile zihniyetini değiştirmesi en az ortaya çıkışı kadar çetin olur, zor olur.

 

Bu değişim için yönetim kademelerinin kararlılık göstermesi, üye ve taraftar kitlesini yeni yaklaşıma ikna etmesi, birçok şeyi göze almalarını gerektirir. Tasfiye ve tecrit olmaları işten bile değildir. Bu ihtimal de “,şi oluruna bırakmak, günü kurtarmak ve eski mirası esas alan bir retorikle idare edip gitmek” diye tarif edebileceğimiz bir formüle yol açar. CHP’de çok sık görüldüğü gibi, “partide yönetimde, ülkede ise ana muhalefette kalma” haliyle yetinilir.

 

Bülent Ecevit sonunu getiremedi

 

Şimdiye kadar değişim ve dönüşüm yönünde (bazı tartışmalı tarafları olsa da) başarılı olup ciddi sonuç alan yegâne isim Bülent Ecevit oldu. Bu partiyi kısmen ve bir süre için laik sosyolojinin dışına taşıma gayreti içinegirdi ama sonunu getiremedi.

 

Ecevit’in 28 Şubat 1997 postmodern darbesi sonrasındaki koalisyonlarda izlediği çizgi ise bambaşka bir yönelimi ifade ediyordu.

 

SHP ile yeniden açılan CHP’nin gene CHP çatısı altında birleşmesi sonrasında, tüzük, program ve politikalara bazı yeni unsurları getirildi (örneğin Kürt sorunuyla ilgili, içeriği az çok olumlu sayılabilecek bir rapor hazırlanabildi). 

 

Medyatik değişim örneği

 

Deniz Baykal’ın genel başkanlığı dönemi ise yenilenme adına birer medya stratejisi olarak ortaya kâh “Anadolu Solu”nun atılması, kâh“ Şeyh Edibali” güzellemesine girişilmesi, inandırıcılığı olmayan birer siyasal şok örneğiydi. 

 

Hele o dönemde yapılan kurultay salonuna Ricky Martin müziği eşliğinde ve merdivenlerden renkli dumanlar arasından süzülerek inmesi, değişim ve dönüşüm umudunun siyasal magazinin sığ sularına gömülmesine işaret ediyordu. 

 

Gerek 2007’deki cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde meydana gelen 367 krizinde, gerekse Kürt sorunu bağlamında patlak veren Habur krizinde CHP’nin oynadığı olumsuz rolleri hatırlayınca, sanıyorum hikayenin gerisini anlatmaya pek de ihtiyaç kalmıyor.       

 

Kılıçdaroğlu bir şeyler yapmaya çalışıyor ama…

 

Soru işaretleri yüklü bir kaset olayı sonrası partinin başına gelen bürokrat kökenli Kemal Kılıçdaroğlu da partiyi 2010 yılından beri yönetiyor. Henüz kazandığı bir seçim yok. Geride kalan yılları parti içindeki gücünü tahkim etmek ve kadrosunu oluşturmakla geçmiş görünüyor.

 

Ecevit gibi karizmatik bir yapısı yok. İddialı bir duruşla ve adını koyarak herhangi bir değişime de girişmedi. Liderliği devraldığından beri bilerek ya da bilmeyerek birçok hatanın altına imza attı. Kürt meselesinde, HDP’ye yaklaşımında, dış politikaya bakışında eleştirilecek birçok nokta bulunabilir.

 

Ancak bir süreden beri laik sosyolojinin ötesine seslenebilmek bakımından abartısız ve samimi bir çaba içine girdiği de görülüyor. Bunu seçim dönemlerine mahsus oy kazanma taktiğinden ibaret görmediğine dair kuvvetli işaretler de var. Örneğin, parti içinden epey karşı çıkan olmasına rağmen Kartal Belediyesi’nin 15 Temmuz darbe girişimi sonrası düzenlediği “Günümüz İslam Dünyasındaki Meseleler ve Çözüm Yolları” isimli üç günlük sempozyuma genel merkezin destek vermesi, teşvik etmesi ve açılış konuşmasını Kılıçdaroğlu’nun yapması, dikkat çeken örneklerden biriydi.

 

Yine aynı dönemde Yenikapı Mitingi’ne katılması, sık sık Ak Parti hükümet temsilcileriyle bir araya gelmesi, hattâ Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı konutuna gitmesi de aynı bağlamda atılan adımlardı. Başörtüsü nedeniyle taciz edilen bir genç kızın evini ziyaret edip ailesiyle görüşme yapması da yeni bir davranış tarzıydı.

 

Referandumda başlayan çizgi         

               

Referandum döneminde muhafazakar ve dindar kesimi incitecek bir dilden sakınmayı parti politikası haline getirmesi, bu adımların en önemlisiydi. Giderek bu tarzın bir içerik ve istikrar kazanmaya başladığı görülüyor.

 

Henüz kesin şeyler söylemek için çok erken olsa bile, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Türkiye nüfusunun büyük bir bölümünün güvenini ve desteğini samimi politikalarla ve gündelik davranışlarla kazanmadan iktidara ulaşmanın imkansız olduğunu gördüğü anlaşılıyor.

 

Buna karşılık aynı zaman diliminde CHP, özellikle iktidarın gerçekleştirdiği kimi olumlu adımlar karşısında negatif tavırlar da alabiliyor. Özellikle dış politikada bu çok görülüyor. Bu zigzaglı politikalar, eklektik tercihler, bütünsel bir yaklaşımdan ziyade parça başı bir yaklaşımın söz konusu olduğu gibi bir izlenim de yaratıyor. Sanki yıllar boyunca hayli sertleşmiş ve kayda değer bir politik esneklik sergileyemeyen parti aktivistleri ile laik seçmen kitlesini kaybetmemek için aşırı ihtiyatlı, bazen geri çekilmeyi göze alan davranışlar sergilendiği gibi bir hissiyata neden oluyor.

 

Peki, son tartışmalarda haklı olan kim?   

 

‘Hayır ‘cephesinin bütünü, referandum sonuçları konusunda aslında benzer şeyler düşünüyor. Ama konu bundan sonra ne yapılması gerektiğine gelince yaklaşımlar farklılaşıyor. CHP’de yaşanan tartışmalar da aslında bire bir bu durumu yansıtıyor.

 

Kemal Kılıçdaroğlu yüzde 48.6’lik “hayır” oyunun tamamen CHP’ye mal edilmesini ve bundan sonra izlenecek politikanın bu yaklaşım üzerinden şekillendirilmesini doğru bulmuyor.

 

Yine Kılıçdaroğlu, YSK’nın ilân ettiği sonuçları benimsemiyor ve bu kurumu referandumun gölgelenmesinde başlıca sorumlu olarak görüyor.

 

Ama bunu ifade ederken, sonuçlara itirazın içinden “İkinci Gezi Direnişi” çıkarılması yönündeki talep ve girişimleri doğru bulmuyor. Bu durumun hem meşruiyet sorunu yaratacağını, hem de (başta dindar ve milliyetçi seçmenler olmak üzere) tercihi “hayır” olan önemli ve hayati bir kesimin kopuşunu getireceği kanısını taşıyor.

 

Tutarlılık gereği, partili cumhurbaşkanı modeline itirazını koruyor. Fırsatçı bir yaklaşımla ve alelacele CHP genel başkanının kendisini 2019’un cumhurbaşkanı adayı ilan etmesinin “hayır” cenahını dağıtacağını belirtiyor ve doğru olanın zamanın geldiğinde birlikte kucaklayıcı bir ismin etrafında toplanmak olduğuna işaret ediyor. Bu amaca hizmet edecek çalışmalara da şimdiden başlanmasını teklif ediyor.

 

Bunlara da itiraz etmek için çok fazla sebep görünmüyor.

 

Disiplin çıkmaz yol

 

CHP içindeki saflaşmada tercih yapmak elbette bizim işimiz değil. Havada uçuşan fikir ve davranışlara bakınca, (sanki öncesinde kazanan olmuş gibi) bugüne kadar seçim kazanamadığı tekrarlanıp duran Kemal Kılıçdaroğlu’nun, hem bu anayasa değişikliğinin önüne geçmek, hem de bunu meşruiyet hattını koruyarak toplumun bütün yelpazesinin içinde yer alan seçmenlerle birlikte yapmak konusunda ağır adımlarla ilerlemek istediği görülüyor.

 

Lâkin bunu yaparken parti içindeki farklı fikirleri disiplin mekanizmasını çalıştırarak bertaraf etmeye girişmenin çıkar yol olmadığı ve tasvip görmeyeceği de ortadadır. Güçlü fikir ve adil davranışın yerini hiçbir tedbir ve mekanizma tutamaz.

 

Bu vesileyle, kişisel tarihimden bir parçayı aktararak bu yazıyı bitirmek isterim. ÖDP’nin, kuruluşundan 3 Kasım 2002 seçimlerine kadar, genel koordinasyondan sorumlu genel başkan yardımcılığını yapmıştım. Kürt meselesinde ve başka bazı konularda bir grup arkadaşla aramızda fikir farklılığı vardı ve bu durum çalışmaları olumsuz etkiliyordu. Demokratik ve çoğulcu bir perspektifle soruna çözüm bulamadık.

 

“Onlara” yönetim mekanizmalarında alan açmak istemiyorduk aslında. Parti kararlarının tanınmamasını, iç gerilimin şiddete varabileceğini filan bahane ederek o grubun bütün önde gelen isimlerini disiplin yoluyla parti dışına ittik. Bu adımımız tarihî ÖDP’nin sonunu getirdi. Çok geçmeden o arkadaşlarla birçok alanda beraberce çalıştık ve önemli faaliyetler ortak imza attık. Bu konu benim için hâlâ utanç vesilesidir.

 

 

    

 

- Advertisment -