Regnum
Batı ve aklı için ironik bir biçimde hem seküler hem de kutsal üç kavramdan ilkini regnum oluşturur. Regnum, evvelde ve şimdide hem siyasi sınırları olan ülkelerin birliğini doğuran hem de bugünkü Avrupa Birliği yahut Dünya Ticaret Örgütü veya Birleşmiş Milletler gibi küreselliği ifade eden kurumları tesis eden akli bir icat ve keşiftir. Bu yüzden son derece uzak kaçsa da regnum felsefi anlamda Batı’nın hem dünü hem de bugünüdür. Sırf bu nedenle regnuma dikkat kesilmeden Batı hakkında söylenecek pek çok şey havada kalmaya mecburdur.
Her üç kavram Batı aklının dünyayı nasıl gördüğü, ele aldığı ve anlamlandırdığına son derece güzel örneklerden biri olarak verilebilir. Batı aklında dünya ve üzerindeki canlı olsun ya da olmasın varlıkların tümüne karşı geliştirilen yaklaşıma, ne olmalıdıra bir cevap ya da bir karine teşkil etmektedir. Çünkü her üç kavram da birbiriyle alakalı olarak ve tarihsel bir süreklilik içerisinde belli olmayan bir takvimle ortaya çıkmışlardır. Bu bakımdan hem hukuk hem akıl hem de madde ile yakından akalaları bulunmaktadır. Mesela regnum yönetime ait bir durumu ifadeyi de içinde barındırır. Öyleyse nedir regnum? İlk başta ve heyecanla kelimenin Latince anlamı regnumun royalite ve krallığa ait bir tanımlama olduğunu söylese de buna katılmak şimdilik mümkün görünmüyor. Zira kraliyet konusu belki ve ancak regnumun bir alt meselesi olarak ele alınabilecek kalibrede olduğunun söylenmesi gerekiyor. Regnum daha başka bir şeye karşılık gelmekte aslında. Keza zamanla anlamı genişlemiş ve zenginlemiştir de. Bilhassa Aziz Agustin’den sonra kuvvet, güç, denge ve kontrol gibi anlamları bünyesine katmıştır. Akla gayriihtiyari bir dengeyi getirir. Bahsi edilen dengenin sadece canlılar değil tüm varlıklar arasında olanına da delalet eder.
Bugün için Batı ve Batı aklı mefhumları gündemimizin en önemli kısmını oluşturuyor. Kendimizi, fikrimizi ve dahası tarihimizi de buna göre şekillendiriyor ve anlamaya çalışıyoruz. Gerçekten anlamak işi oldukça zor ve yıpratıcı bir sürece karşılık geliyor. Üzerinde uzun uzun tartışılıp düşünülmemesi halinde ön kabuller, zanlar ve hisler bilgilerin yerine kolaylıkla geçiveriyor. Sonrasındaysa gerçek olmayan hususlar gerçekmiş gibi kabul edilmeye başlanıyor. Çünkü tahkiki bilgiye dayanmayan bir şekilde kabuller inşa ediliyor ve edilmiş olana da sağlam bir inançla bağlanılmış olunuyor. Sonuçta görünen, gerçekte göründüğü gibi değil de istendiği şekilde görünüyor.
Yukarıda izah edilen çerçeveden bakıldığında regnum kavramı Batı anlaşılmak gerektiğinde muhtemelen üç temel şarttan biri olarak telakki edilebilir. Zira kökenini din, tarih ve mitolojiden alan bu kavram eklektik ilişkiler zümresinin hem bir nedeni hem de bir sonucu. Yönetmeye müteallik bir kavram olması nedeniyle dünyevi görünse de bizatihi evrensel ahlakileştirme ve kültürleşme iddiası yüzünden de dini bir kisveyi her zaman üzerinde taşımakta. Bu yüzden uzaktan bakıldığında bazen Roma’nın emperyal güç ve nüfuzunu bazen de Aziz Pavlos’un ekümenikliği tasavvur edilebiliyor. Son tahlilde her ikisi de nereden bakılırsa bakılsın dini ve dünyevi bir gücün kuvvet ve hakimiyetine bir atıf niteliğinde. Hem dünyadan hem de dinden uzakta bireysel yaşam övülüyorken bile altta yatan derin bir bilinç, kültürleşme ve medenileşme eğilimlerini örtüvermekte. Oysa 12. yüzyıldan sonra Batı’nın fikri nüfuzunu her alanda göstermeye matuf adımları atması her iki faslın tek bir potada ustaca eritilmesi ile mümkün olabilmiştir. Kilise Babaları da zaten bu yüzden Kilise’nin babaları olmuştur.
Regnum belki her şeyden çok halin karşılığıdır. Dolayısıyla regnum, geniş anlamda ele alınması durumunda politik bir anlamdan ziyade felsefi ve bir ölçüde metafizik bir varoluşa da karşılık gelir. Regnum bir hal, oluş, duruş ve daha da önemlisi metafiziğin fizikleşmiş merkeziliğidir. Batı’da kavramın bir varoluş sebebi var ve akla sirayeti için de geçirdiği bir süreç mevcut. Ancak regnumun bir şekilde ve çoklu olarak önce metafizik, sonrasında felsefe, oradan da politikaya uzanması tarihin bir cilvesi olsa gerek. Sırf bu yüzden artık regnum denildiğinde ilk akla gelen yönetim ve güç oluyor. Regnum nasıl bu hale gelmiş olabilir ki? İlk devirlerde de Avrupa’da devlet yok değildi. Ancak şehir devletleri şeklinde örgütlenmiş olan düzen merkezi bir yapı çizmekten de uzaktaydı. Galiba devletleşme ya da felsefi anlamda ifade edilecek olursa hale yola koyulma durumu ilk defa şehirlerde Batı aklının başka bir icadı sacerdotiumu regnumla karşı karşıya getirdi. Her ikisi de üçüncüsünde olduğu gibi merkezileşme, sıkı ve yıkılmaz bir hiyerarşi kurulmasını zorunlu kıldı. Böylece modern Batı’yı kendi küllerinden doğacak bir yapı haline getirecek bir duruma sokulmuş oldu. Böylece regnum, beraberinde commune, civitas ve sonrasındaysa res publicayı icat etmediyse de icat etmişçesine yeniden inşa etti. Gücün nasıl dağıtılacağı ve kuvvetin nasıl berkitileceğinin kuralları zımnen yazıldı ve çevre uyulmaya zorlandı. Mücadele ise yeni anlayışların doğması ile sonuçlandı.
Regnum bir prensip olarak anlaşılmaya da belki mahkum bir kavram. Çünkü status regni, yönetim gücü ve yaygınlığını ifade eder. Garip bir şekilde kelime anlam olarak krallığı karşılıyor gibi görünse de alemi oluşturan tüm varlıkların ortak birlikteliğine yönelik bir işaret de taşıyor bünyesinde. Hukuki ve politik kimlerin ortaya çıkması veya daha görünür kılınması ise primus inter pares ilkesini akla getiriyor hemen. Zaten ileride ortaya çıkacak olan Christendom düşüncesi ve Kilise ile bağlantılı bir şekilde üretilmesi kuşkusuz bu görünürlüğün kendisine bağlıdır. Jürgen Habermas’ın publici modern zamanlarda tartışma konusu edinmesini ise Christendomın kapsayıcılıkta regnumun bir parçası olmasından çıkarılmasında aramak muhtemelen yanlış olmaz.
Sanayi Devrimi ile örselendiği düşünülen regnum ilkesinin post-modernizmin, ilkesel olarak, öncelikle dini tahkim etmeye girişmiş olmasının ardında da bahsi edilen öncelik yatmaktadır. Bir süre sonra regnum spritüale şeklinde tanımlanmış olan regnumun ilahilik içeren yorumunun fizik ötesine erişen etkinliği, manevi sınırları tamamen ortadan kaldırır. Böylelikle hükümranlık düşüncesi kendisini ifadede sınır, hukuk ve dünyaya ait insani hiçbir engeli tanımayacak bir üst yapıya kavuşur. Regnum spritüale gibi regnum politicum da hayatın bizatihi kendisine yönelik bir yapıya kavuşuverir. Regnumun bu olgunluk evresinde az yukarıda anılan civitas, commune ve respublica ortaya çıkar. Şehir, medeniyet, birlik ve birliğin yönetime ait bir aygıt haline dönüşmesi varlığa hakim olma durumunun görünür ve maddi ifadesidir. İnsani birliktelikler ise hukuki düzeni ya da yasaları zorunlu bir hale getirir. Kendiliğinden civitas ile regnumu birbirine muhtaç bırakılır ya da öyle bir görüntü vermesine yol açılır. Aristoteles’in Politika’sında görünür kılınan kuvvetin şehir devleti halinde terbiye edilmesine de burada değinmek icap eder. Aslında dönüşüm denilebilecek olan bu durum felsefenin ya da akılda olanın tarihe doğru evrilmesi şeklinde anlaşılması da muhtemeldir. Tam da burada seküler görüntüye karşın göksel olanın insani olana dönüşmesinin regnumu ortaya çıkardığı da söylenebilir. Yönetimsel araçlarla gökle yer arasında sarsılmaz bir bağ kurulur. Bunun araçları ve metotları zaman zaman farklı olsa da bağın örselenmesi söz konusu edilemez.
Regnumun, karmaşık görünse de mücadeleyi içinde barındırması Batı aklının oluşmasında önemli bir dönüşüme yol açtığını ileri sürmek mümkün görünmekte. Politik ve coğrafi olduğu kadar maddi ve manevi sınırların uzağında müdahaleci bir kimlik sahibi olması özgüveni doğurur. Polis olarak makro kozmosun mikro boyutunu oluşturması bunun bir ifadesidir. Düzenin kendi kendine oluşması muhakkaktır. Ancak bir şekilde mücadeleci bir şekilde arayış içinde olmak zorunluluğunu da hatırlamak doğru olur. Bu seviyede şehirliler ile dengenin ayrıcalıklılar arasında bir değişikliğe gidilmesi şaşırtıcı değildir. Dolayısıyla regnum kural koyma ve buna uymak mecburiyeti demek anlamına da gelir. Kuralın koyulması da dar kapsamlı bir özgürlük anlayışına delalet ederken kuralların yaşamı şekillendirmesi kendiliğinden özgürlük fikrinin üretilmesine neden olur. Zira dünyevi olana müteallik bir şeyin varlığı başka bir şeyle mukayesesi ile mümkün olduğundan özgürlük fikrinin icracı hale gelmesi bundandır. Yoksa özgürlük salt fiil ve fikir serbestisi şeklinde geliştirilemez. Bu bakımdan kural koyma hassası regnumun kendisine işaret eder.
Roma’nın ya da Atina’nın özgürleri eliyle hürriyet ile birlikte yönetim telakkisinin yeniden hatıra getirilmesi bir ihya değildi ama keşifti. Din bu keşfi ecclesia ve studium ile birlikte meşrulaştırıcı bir seviyeye yükseltti. Şimdi bakınca birinin diğerinden bir öncelik içinde olamayacağı görülse de birinciler arasında ilk olma kuralının göz ardı edilemeyeceğini akla getirmektedir. Her halükarda ne olursa olsun bir kültürleşme ve medeniyet götürücü algısının yakıcı çekiciliği kendine haklı bir yer buldu. Regnum çeşitli veçhelerden bir medenileşme hareketi haline dönüştü. Bugün regnum yönetim ile birlikte bazen ondan ileride bazen de geride olmak üzere medeni varoluşu oluşturdu. Batı dışı dünya şiddetle karşı çıksa da Batı bugün regnum ilkesi ile her alanda kanun koyucu veya üreticisi konumuna erişti.
Regnum kavramının Batı aklını anlamada her şeyden önce dingin bir zemin oluşturduğu ifade edilebilir. Çünkü, bilhassa sömürgecilikte kendini gösteren olumsuz tanımlama süreci Batı’nın anlaşılmasına doğrudan ve sarsılmaz bir zırh geçirmiştir. Kendi dışındaki her kültürü ve coğrafyayı maddi ve manevi olarak olabildiğince ele geçiren, kullanan ve zenginlikleri kendi yurduna taşıyan bir akıl olarak telakki edilen Batı’nın bu yaklaşımı bir neden olmaktan çok sonuç olmaya daha yatkındır. Kültürler arasında bir öncelik ve sonralık sıralamasına girişildiğinin betimlenmesi de bu çerçevede ele alınmaya daha elyaktır. Asıl üzerinde düşünülmesi gereken ya da tartışılması icap eden mesele Batı’nın böylesi bir yaklaşımı nasıl ve neden tesis ettiğidir. Regnum galiba bünyesinde bu türlü sorulara verilecek cevapları barındırmaktadır. Görüleceği üzere regnumun tarihten ve hukuktan kaynaklı derin içerikli niteliği hem erken modernizmi hem modernizmi hem de post-modernizmi tamamıyla şekillendirmişe benzemektedir.
Evet; regnum bir güç ve yönetim anlamını bünyesinde taşımaktaysa da öteden beri nüvelerinden birini medenileştiricilik oluşturmaktadır. En azından Batı aklında regnum ile medenileştiriciliğin birbirinin ikamesi şeklinde anlaşılması önerilecektir. Çünkü kapsayıcı yönetim ve bu yönetimin içselleştirilmesine muvafık adımlar bir ölçüye kadar askeri ve siyasi olmakla birlikte daha fazlası kültür ve inanç amaçlı bir dönüşüme karşılık gelir. Bugün Batılılaşma olarak formüle edilmiş olan yaklaşım uzun süre boyunca gelişmiş ve kurumlarını oluşturmuştur. İlk bakışta sömürgeci ya da baskıcı bir izlenim oluşsa da Batı aklı bakımından bunun anlamı regnum ile birlikte ele al alındığında özgürleştirici bir etki şeklindedir. Batı dışı dünya tarafından irrasyonel bir görünüm arz etse ya da öyle kabul edilmiş olsa da kültürleştirmenin dayanılmaz yüksek değer ifadesi Batı dışı dünyanın da ilgisini fazlasıyla çekmektedir. Zira farklı yoğunluklarda da olsa bu türlü yaklaşımların kademe kademe tercih edildiğine ayrıca şahit olunmaktadır.
Şimdi tekrar geriye dönüp bakmak gerekiyor. Şehirlerin kurulması, birliklerin tesisi, kurumların inşası ve yeni bir aklın icadının arkasında bir muharrik güç ya da güçler bulunmalıdır. Batı için bu güçlerden biri regnumdur. Regnum dünyanın her bir parçasını kuşatır ve onu sahiplenir. Batı dışı için bu anlamsız ve mütehakkim bir durum iken Batı için bu medenileştirici ve dolayısıyla da özgürleştirici bir töze karşılık gelir. Bu töz ise kuvvetini hem derundan hem de taşradan alır. Dolayısıyla Batı aklının belki en önemli icatlarındandır. Bu yüzden Batı’yı ne onun istediği gibi ne de istediğimiz gibi görelim. Tüm hislerden, sanılardan ve zanlardan uzakta görüldüğü gibi görelim. Kendimizi anlamada değiştirmeye çalışalım ki sırları faş edelim.