Ana SayfaYazarlarSabrın sonu selamet

Sabrın sonu selamet

 

Trabzon'a ilk defa 2013 yılında gittim. Ailemle birlikte bir hafta kadar kaldık. Trabzon’u merkez edinerek elden geldiğince çevreyi gezdik, gördük. Gönülden bağlı olduğun takımın kentini çok sevdim, kendimi adeta evimde hissettim. Elbette Avni Aker’e de uğradım. Anadolu İhtilali’ne ev sahipliği yapan mekanı huşu içinde ziyaret ettim. Ne var ki efsanevi statta maç seyretme zevkini yaşayamadım.

 

Tesadüf bu ya, Akyazı’da kalıyordum. Yeni stat için deniz dolgu işlemleri yapılıyor, iş makineleri vızır vızır çalışıyordu. Kendime söz verdim; yeni stadımızdaki ilk derbi maçını kaçırmayacaktım. Gel zaman git zaman, stat bitti, maçlar oynanmaya başladı. İlk derbideki rakibimiz ise Galatasaray oldu.   

 

Sözümüzü tutmak adına Cumartesi günü biri Galatasaraylı, diğeri de benim gibi Trabzonsporlu olmak üzere iki dostumla beraber Diyarbekir’den yola revan olduk. Yağmurlu bir sabahtı. Yol boyunca da yağışın her türünü tecrübe ettik. Diyarbekir’den yağmurla başladık. Bingöl’e sulu sepkenle girdik. Karlıova’da yoğun kar yağışı karşıladı bizi. İçimiz ısıtmak için bir çorba molası verdik. Sıcak çaylar eşliğinde muhabbete kurulduk. Üç gündür kar yağıyormuş. Şehir merkezinde diz boyu abartı olur ama bilek boyu kadar kar vardı.    

 

Asfaltın siyahı

 

Tekrar yola düştük. Karlıova-Çat arası tek parça beyaza bürünmüş. Ne bir işaret görmek mümkün ne de bir iz. Bir beyazlık deryası üzerinde ilerledik. Yolun ortasında kalan tırlara, yokuşu çıkmak için zincir takan kamyonlara, iş arabaları tarafından çekilen ve itilen otomobillere rastladık. Çat’ı aşıp Erzurum görününce asfaltın siyahına kavuştuk. Erzurum’dan sonra yollar mevsim normallerine döndü.

 

Lakin Bayburt-Gümüşhane yoluna saptıktan sonra işin rengi yine değişti. Kop Dağlarına tırmandıkça yağış sertleşiyor, yer yer tipiye dönüyor, yol şartları ağırlaşıyordu. Adamakıllı kar yağıyordu yani. Hani öyle bir serpiştirip kaybolan bahar karı değil, niyeti yer tutmak olan bildiğin kış karı bastırıyordu. Tekerleklerin asfalt ile irtibatı kimi yerde zayıflıyor, kimi yerden tümden kesiliyordu. Tak tekmil bir kış manzarası! Gümüşhane’den sonra da kar devam etti, ama daha kabul edilebilir sınırlara indi.        

 

Nihayet Diyarbekir-Bingöl-Erzurum-Bayburt-Gümüşhane üzerinden dokuz saatlik bir yolculuğun ardından Trabzon’a vardık. Şehre girer girmez maçın bereketliliği karşıladı bizi. Akyazı’ya giden bütün yollar kapalı! Önce Meydan’a uğradık. En son bir yüzyıl önce statta maç seyretmiştim. O zaman maç günü gider, stadın önünde kuyruğa girer, biletiniz alır, itiş kakış stada girer ve maçın başlamasını beklerdiniz. Devran tamamen değişmiş! Önce Passolig’e başvurduk. Kartımız yetişmediği için bir maçlık geçici kartı almak için Meydan’daki büroya uğradık. İşi bayağı sıkı tutuyorlar; kimliğinizi ve şahsınızı bizzat görmeden kartınızı vermiyorlar. Neyse formaliteleri tamamladık, kartımızı cebimize koyduk. Artık gönlümüz rahat.

 

Meydan’ın kıvamı

 

Meydan tıklım tıklım; herkesin üzerine mutlaka bordo-mavi bir şey var; forma, eşofman, mont, kaşkol, yağmurluk, tişört… Marşlar söyleniyor, meşaleler yakılıyor, galibiyet yeminleri ediliyor. Taraftarın yüzünde öyle bir coşku, öyle bir heyecan var ki görülmeye değer.

 

Coşku bizi de sirayet etti, kıvamımızı bulduk ve stada doğru yol aldık. Trabzonlu dostlar önceden uyardılar bizi “Arabayı stada yakın bir yere park edin, yoksa maç sonrası çok zor olur” diye. Onlara uyduk, stada 3-4 km. uzaklıktaki bir akaryakıt istasyona arabayı koyduk, yürümeye başladık. Az ötede bekleyen bir grup gençle karşılaştık, lafa koyulduk. “Abi, stat uzak, biraz bekleyin, bizim Vakfıkebir taraftar otobüsü gelecek, birlikte gideriz” dediler.

 

Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz! Otobüs geldi, atladık. Taraftar otobüsüne binmeyeli bir asır olmuş! İçerisi bir alem; herkes birbirini tanıyor doğal olarak. Daha önce lafladığımız gençler, bizi arkadaşlarına tanıştırıyor. Diyarbekir’den geldiğimizi öğrenince hem şaşırıyorlar hem de çok mutlu oluyorlar. Alaka doruğa çıkıyor, sohbet koyulaşıyor. Stada geldiğimizde kucaklaşıyoruz, boynumuza kaşkolu bağlıyorlar, birbirimize başarı dileyip ayrılıyoruz.

 

Akyazı Spor Kompleksi ulaşıyoruz sonunda. Henüz bağlantı yolları tamamen bitmemiş. Park yerlerinde de eksiklikler var. Ama bu kadar kusur kadı kızında da olur. Tesis, mükemmel. Merdivenler geniş, kapılar büyük, stada nerden girmeniz gerektiğini size gösteren çok sayıda görevli hizmetinize amade. Stada giriş ve çıkışınızı kolaylaştırmak için elden gelen yapılıyor. Stadın içi tertemiz, koltuklar çok şık.        

 

Seyirci ise inanılmaz, tam manasıyla bir itici güç. GS karşısında -sadece TS’yi değil- 90 dakika boyunca maçı yaşayan ve maçın içinde olan bir seyirci buldu. Koltuklar rahat ama kimsenin oturmaya niyeti yok. Hele bir 61. dakika şovu vardı ki, hakkıyla anlatılabilmesi çok güç, en iyisi yaşamak.

 

Kışın ardından bahar 

 

TS taraftarı böyle coşkulu günleri çok bekledi. Geçen sezon bir felaketti. Öyle ki TS gibi bir takımın kümeden düşme ihtimali bile seslendirilir olmuştu. Bu yılın ilk yarısı da parlak değildi. Takım 16 maçta 18 puan toplayabilmiş, Trabzonluyu canından bezdirmişti. Yalnızca maç sonuçları değil sahada oynanan top da seyircinin beklentisinden fersah fersah uzaktı.

 

TS’linin ne istediği bellidir: O, takımı sahada her şeyini ortaya koysun ister. Yener veya yenilir, o ayrı bir mesele. Ama takımı baskı kursun, rakibini hapsetsin, dalga dalga karşı kaleye gitsin! Bezgin, dengeci, yavaş bir oyundan zevk almaz, böyle bir oyunla gelecek neticeden de hazzetmez.

 

Ersun Yanal’ın taraftarın bu talebiyle örtüşen bir oyun anlayışının olduğu izahtan vareste. Agresiflik, rakibi önde (üçüncü bölgede) karşılama, baskı kurma, hızlı ve dikine oynama Yanal takımlarının karakterini oluşturur. Ancak ligin ilk yarısında elindeki kadro Yanal’ın oynatmak istediği oyuna uygun değildi. Devre arasında nokta transferler yapıldı. İki tane sağlam bek alındı. Mas ve Pereira gibi TS’nin uzun zamandır ihtiyaç duyduğu gerçek iki bek sayesinde hem geride müdafaa örgüsü sağlam bir şekilde kuruldu hem de ileride hücum zenginliği sağlandı. Olcay beklenenden çok daha kısa bir sürede adapte oldu; takımı ileri taşımada ve takım ruhunu ateşlemede önemli bir rol üstlendi. Hücum bölgesine atılan her topa bir şekilde müdahale eden Rodellega forvet hattını güçlendirdiği gibi N’Doye’un kendisine gelmesini de sağladı.

 

Gerek devre arası doğru transfer planlaması gerek Yanal’ın oyun felsefesini takıma daha fazla oturtmasıyla ikinci yarıda art arda maçlar kazanıldı. 9 maçtan (7 galibiyet, iki beraberlik) tam 23 puan çıkartıldı. Uzun bir kışın ardından TS’ye bahar geldi. Bunda Başkan Muharrem Usta’nın kötü gidişata rağmen Yanal’ın arkasında durmasının ve büyük sıkıntılar yaşanmasına karşın takım oluşturma çizgisinden taviz vermemesinin büyük bir payı var.  

 

İştahlı Trabzonspor

 

Gelip seyretmişken maça dair bir-iki kelam etmemek olmaz: TS, giderek daha kompakt bir takım haline geliyor. Yanal, oyunun boyunu mümkün mertebe kısa tutup rakibe her alanda baskı kurmayı hesap ediyor. GS’yı da bu anlayışla boğmaya çalıştı. TS, GS karşısında son derece iştahlı ve saldırgandı. N’Doye ve Yusuf Yazıcı GS’nin stoperlerine, Castillo ve Olcay da GS’nin beklerine nefes aldırmadı. Kağıt üzerinde 4-2-3-1 görünse de TS sahaya 4-2-4 gibi yayıldı. Maç içinde avantaj ve dezavantajlı (skor olarak öne geçme, kırmızı kartla eksik kalma) durumlara bağlı olarak dizilişler arasında geçişkenlik yaşandı.      

 

Birinci bölgesinde TS’nin dörtlü baskısına maruz kalan GS, ne oyun kurabildi ne de TS’nin üzerine gidebildi. Doksan dakika boyunca GS tek bir pozisyon bulabildi. O da 2-0’dan sonraydı, Sinan Gümüş topu boş kaleye değil auta gönderdi. Denilebilir ki sahanın en rahat adamı Onur’du, zira ona neredeyse hiç iş düşmedi.

 

Medjani tahminimin ötesinde bir performans sergiledi. Onu biraz savruk bulurum ama bu maçta çok tertipliydi. Durica’nın yokluğunda Uğur’un iki vazifesi vardı: Defansı toparlama ve geriden oyun kurma. İyi oynuyordu ama yanlış bir hamle ile kırmız kart gördü. Okay’ın oyunu her geçen gün daha da olgunlaşıyor; GS maçında da sorumluluk almaktan kaçınmadı, takımını iyi yönlendirdi. Onazi, ilk yarıdan çok daha iyi ama yine de arzuladığım seviyede değil. Televizyondan seyrederken pek fark edilmiyor ama çıplak gözle seyredildiğinde N’Doye’nun sahada çok çalıştığı, rakibin savunmasını sürekli rahatsız ettiği, topu ayağında tutup takımının karşı alana yerleşmesini sağladığı görülüyor. Yanal’ın Rodellega’yı kenarda oturtup onu sahaya sürmesinde en önemli etken bu olsa gerek. Yusuf Yazıcı ise parıldıyor; Allah nazardan esirgesin!   

 

TS’nin peş peşe yenilgiler alıp ligin dibine doğru seyrettiği ve birçok kişinin Yanal’ın ipinin çekilmesini istediği bir dönemde “TS için sabır yılı”* başlıklı bir yazı yazmıştım. O yazıda, Yanal’ın doğru isim olduğunu ve onda ısrar edilmesi gerektiğini belirtmiştim. Yönetim sabır gösterdi, şimdi o sabrın meyveleri alınıyor. Gelecek yılın daha iyi olması için aynı kararlılıkla devam etmek lazım.

 

* Serbestiyet, 03.10.2016

https://www.serbestiyet.com/yazarlar/vahap-coskun/ts-icin-sabir-yili-723605

 

- Advertisment -