Başkanlık sisteminin Türkiye’yi demokrasiden uzaklaştıracağı ve giderek tek kişilik bir yönetimin ülkede egemen olacağı tezi üzerinden, farklı kesimler tarafından Kürtlere referandumda “hayır” oyu kullanmaları çağrısı yapılmakta. Kimler bu “hayır” çağrısını yapmıyor ki! Kemalistler, neo-Kemalist HDP’liler, ulusalcılar, İttihatçılar, hattâ Barzani’nin şahsında Kürt halkının tüm değerlerine saldıranlar bile Kürtlere “hayır” çağrısı yapıyor. Türkiye’nin demokrasiden uzaklaşmasının ilk önce Kürtlere çok büyük zarar vereceği konusu işleniyor. Sanki Türkiye’deki “muazzam demokrasi”den bir tek Kürtler nemalanıyormuş. Eğer “hayır” cephesi kaybeder ve demokrasi zaafa uğrarsa, asıl o zaman Kürtler korksun demeye getiriyorlar.
Padişahın devesi, Kürdün demokrasi korkusu
Demokrasi elden gidiyor diye Kürtleri korkutanlar, aklıma orijinali Kürtçe olan şu hikâyeyi getirdi: Henüz motorlu araçların olmadığı, ulaşımda genellikle hayvan gücünden yararlanılan bir dönemde, savaşlarda üzerinde top taşınan bir deve varmış. Bu deve işinde o kadar mahirmiş ki, tüm ordu mensupları arasında padişahın devesi olarak bilinirmiş. Deve, sırtında taşıdığı topa o kadar alışmışmış ki, top sırtındayken ateşlendiğinde bile istifini bozmaz ve asla zorluk çıkartmazmış. Devenin savaşlarda gösterdiği yararların haddi hesabı yokmuş. Bazen savaşların sırf bu deve sayesinde kazanıldığı bile rivayet edilirmiş.
Seyisi de padişahın devesine özenle bakarmış tabii. Sadece padişahın devesine tabi olmak üzere şöyle bir gelenek varmış: Her savaştan sonra padişahın devesi seyisinin ve bir grup askerin eşliğinde pazarda dolaştırılırmış. Böylece deve pazarda hangi tezgâha yönelirse yönelir, canı ne isterse yermiş. Bir gün yine savaş kazanıldıktan sonra, deve özel seyisi ve ona refakat eden askerler tarafından pazara getirilmiş. Deve bu. Pazarda hangi malın kime ait olduğunu bilmez; zenginlerin tezgâhlarına iliştiği gibi, fakirin de tezgâhına uğrar ve canının istediğini yermiş. Devenin kendi tezgâhına yöneldiğini gören çok yoksul bir adam, tezgâh arkasından, seyis ve askerlere de çaktırmak istemeden, “hişt” diyereek ve el kol hareketleri yaparak deveyi uzak tutmaya çalışıyormuş. Olup bitenler seyisin gözünden kaçmamış. Usulca yoksul adama yaklaşmış ve şöyle demiş: Her gün sırtında top patlayan bir deveyi, bir iki el kol işaretiyle korkutacağını mı umuyorsun? Top sesinden korkmayan bir deve, ne bir “hişt”ten korkar ne de el kol hareketinden. Akıllı ol, bir de üstüne askerden dayak yeme.”
Kadere bakın ki Kürtler de “hayır”cılar tarafından “demokrasi elden gidiyor” diye korkutuluyor. Aslında hangi demokrasinin elden gittiğini ve hangi haklarından yoksun kalacaklarını bilebilseler, belki o zaman korkmaları için bir neden olurdu. Ancak kendilerini “azınlık” haklarına bile lâyık görmeyen bir toplumda; yasalar önünde bir Rum, bir Ermeni, bir Yahudi vatandaş kadar bile “topluluk” haklarına sahip olmayan Kürtler, hangi kaybın korkusunu yaşayacak? Bu ülkenin üçte bir nüfusuna sahip olan Kürtlerin, 94 yıllık Cumhuriyet tarihinde ana dillerinde bir ilkokulları bile olmadı. Kürtçe üzerine çalışmalar yapmış olan Cezayirli dilbilimci Ramdan Tuati, IMP News’a verdiği röportajında, “Birisinin dilini yasaklamak ile kesmek arasında bir fark yok. Ha birinin dilini kes, ha kolunu veya bacağını; fark etmez” diyor. Kürtler kendi dillerine karşı yapılan ayırımcılığı unutabilir mi? İstanbul’daki reklam panolarında Suriyeliler için Arapça ilanlar verilmekte. Ancak İstanbul’da 5-6 milyon Kürt yaşamasına rağmen, reklam panolarında tek kelime Kürtçeye rastlanmaz. Yerinden ve yurdundan olmuş Suriyeli mülteciler bile, Türkiye demokrasisinden, vatandaş Kürt’ten daha çok yararlanmakta. Kürtler, kaybedecekleri hangi demokrasi için korksun ki?
“Hayır” cephesi öncülerinden, CHP Sözcüsü ve Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke, Atatürk Havalimanında Kürdistan bayrağının göndere çekilmesi üzerine, şu kışkırtıcı sözlerle MHP’yi göreve çağırıyor: “Her konuda bir sözü olan Sayın Bahçeli’nin belki de kendi seçmenlerine anlatacağı bir şey olabilir. Henüz bir şey duymadık kendisinden.” Peki, Kürtler bu derin Kürt düşmanlığını görmüyor mu?
Kemalist tren demokrasi durağına uğramaz
Neo-Kemalist HDP’nin Kemalist trene binmesi doğal. CHP, HDP’nin eşbaşkanlarını ve birçok milletvekilini hapse gönderse de, ideolojik akrabalık bunu gerektiriyor, çünkü ideolojiler körleştirir. Bunu anlamak mümkün, zira HDP’nin en önemli önceliği Kürt meselesinin çözümü değil; AK Parti’nin iktidardan düşürülmesi ve yerine, Kemalist rejimin yeniden inşasıdır. Zaten “hayır” gerekçelerinde, Kürt dili ve kimliğinin tanınması anlamında bir talep de mevcut değil. Ayrıca HDP’nin, MHP’yi kıskandırırcasına Kürtçe olarak hazırladığı “hayır” klipinde, şarkının ilk sözleri “li dijî parvebûnê bêje ‘na’” (bölünmeye karşı “hayır” de) şeklinde başlıyor. Şimdi buna güler misin, ağlar mısın?
Öte yandan dışarıdan “hayır” çağrısı yapan PKK’yi de anlamak mümkün değildir. Çünkü kendi sistemi tam anlamıyla katı başkanlıktır. Yıllar önce Yalçın Küçük Abdullah Öcalan’a “Başkan siz ilksiniz, peki sizden sonra kim geliyor?” diye sorduğunda, Öcalan “birden yirmiye kadar olan kadrolar boştur” demişti. Belki Öcalan şakadan söylemişti, ama sistemlerinin tek kişi olan “başkan”a “başkanlık” (Serokatî) diyecek kadar katı olduğu bilinmektedir. Eğer PKK var olan sistemi iyi ve demokratik olarak görüyorsa, o zaman neden şiddet ve silahlı mücadele yoluyla yıkmaya çalışıyor? Madem eski anayasa ve parlamenter sistemi savunuyorsunuz, o zaman neden hendek ve barikatlarla sivil ve demokratik mücadele imkânlarını ortadan kaldırdınız? 94 yıllık Cumhuriyet tarihinde, sadece bir kez Kürt meselesinin sivil ve demokratik yollarla çözümü imkânı oluştu; ancak bu imkân da hendek ve barikatlarla ortadan kaldırıldı. Kürtlerin parlamenter sistem içinde bir daha böyle bir şansı elde etmeleri ihtimali yok denecek kadar zayıftır. Onlar böyle bir şans yakaladıklarında bile, bu kez karşılarında meselenin çözümünden yana olan bir AK Parti de olmayabilir.
“Bizim ‘hayır’CHP’ninkinden farklıdır”diyenler
Referandumda “hayır” diyeceğini açıklayan kimi Kürt aydınları da şu gerekçeyi ileri sürüyor: “Biz hayır diyoruz. Ancak bizim ‘hayır’ CHP’nin ‘hayır’ı ile karıştırılmasın.” Sanki onların “hayır’ı” farklı sandıklara atılacak ve ayrı sayılacak! Kürt meselesine çözüm getirmeyecek olan eski sistem ve statükoyu savunacaksın; Kemalizmin değirmenine su taşıyacaksın ve bir de tutup “benim ‘hayır’ım farklıdır” diyeceksin. Böyle komik bir gerekçe olamaz. Hz. İsa şakirtlerine seslenirken “Evet ’iniz evet, Hayır’ınız hayır olsun” diyordu. Bu cephede yer alanların bir kısmı da şu gerekçeyi ileri sürüyor: “Aslında biz başkanlık sistemini savunuyoruz, ancak tüm yetkilerin tek elde toplandığı böylesine güçlü bir başkanlığı tercih etmiyoruz.” Efendiler, ancak güçlü bir başkanlık Kürt meselesi gibi zor bir sorunu çözüme kavuşturabilir. Kürt meselesi çözüldüğünde, zaten sistem ister istemez demokratik bir hal alacaktır.
Ben başkanlık sistemi geldiğinde, memleket meselelerinin çözümünde tam yetkili olan başkanın, kırk yıldır şiddet yöneteniyle çözülemeyen Kürt meselesini barış ve diyalog yoluyla çözmeye kalkacağına inanıyorum. Parlamenter sistem içinde Kürt meselenin çözümü için irade sergileyen her iktidar, şu veya bu şekilde zarar gördü veya cezalandırıldı. Ancak başkanlık sisteminde meclis iktidar için adeta Demokles’in kılıcı gibi bir tehdit oluşturmayacaktır. Kürt meselesini çözen başkan, bu ülkeyi demokraside birinci lige çıkartmakla kalmayacak; yarın Nobel Barış Ödülünü de alarak tarihe geçecektir.