Almanya’nın eski başbakanı Angela Merkel’in anılarını anlattığı “Freiheit. Erinnerungen 1954–2021″ (Özgürlük. Anılar 1954–2021) isimli kitabı yayımlandı. Kitapta küresel finansal kriz, Avrupa’nın borç ve göç krizleri ile COVID-19 salgını gibi kritik dönemlerde kararları nasıl aldığının yanı sıra diğer devlet başkanları ile olan ilişkilerine de yer veriliyor. Kitapta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile temasları da yer alıyor.
Merkel kitabında, Yıldız Sarayı’nda Erdoğan’la oturdukları “altın tahtlar”ın olduğu fotoğrafın Almanya’da tepkilere neden olduğunu anlatıyor:
“Altın tahtlı fotoğraftan sonra Erdoğan karşısında diz bile çökebileceğim yazıldı”
“İstanbul ziyaretim sert şekilde eleştirildi. Bundan iki sandalye, daha doğrusu iki altın taht sorumluydu. Birine Erdoğan oturdu, diğerine ben oturdum. Sadece fotoğrafçıların kesit almaları için değil, sohbetimiz sırasında da bu koltuklarda oturduk. ‘Bunlar harika’ diye düşündüm, ancak bunun dışındaki duruma odaklanmadım. Bunun yerine içerik açısından neyi başarmak istediğime odaklandım.”
“AK Parti’ye seçimler için yardım etmekle suçlandım”
“Ama sonradan ‘Bir resim bin kelimeye bedeldir’ şeklinde, Erdoğan’ın karşısında sarayında hükümdar karşısında gibi sindiğim ve gerekirse onun önünde diz bile çökebileceğim yazıldı. Türkiye ile daha fazla sığınmacıyı bizden uzak tutabilecek bir anlaşma imzalamak üzereydik. Daha da kötüsü, ziyaret Türkiye’deki parlamento seçimlerinden iki hafta önce gerçekleştiği için, ziyaretimi Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’ne seçim yardımı sağlamak için kullanmakla da suçlandım.”
Eleştirileri terbiyesizce, kısmen sahtekarca buldum. Bir yandan sağdan sola politikacılar, haklı olarak Ege, Yunanistan, Balkan rotaları, Avusturya üzerinden Kuzey Avrupa’ya doğru sığınmacı hareketlerini kontrol edebilmek için elimden gelen her şeyi yapmam gerektiğini söylüyordu. Diğer yandan ‘Ankara’daki otokratla işbirliği yapma, eğer yapacaksan seçimlere daha uzak bir zamanda olsun’ diyordu. Bu, ucuz bir tutumdu. Haritaya ve Ege’deki gerçeklere bakıldığında, gelişmeleri düzenlemenin ve kontrol etmenin ancak Türkiye ile mümkün olduğu, gecikmeye yer olmadığı görülüyordu. Geriye kalan her şey bir yanılsamaydı ve ben yanılsamalara teslim olmadım.”