Çevremde kiminle konuşsam; “Elimizde heyecan duyduğumuz, kah sevinip kah üzüldüğümüz bir futbol kalmıştı onu da elimizden aldılar” yakınmasını duyuyorum. Oyuncağı elinden alınan çocuklar gibiyiz, kime dert anlatacağız bilemedik. "Endüstriyel futbol" diye diye elimizde ‘kirli bir oyun’ kaldı…
‘Endüstriyel futbol, marka değerimiz’ lakırdıları yapılırken bu dünyanın en güzel oyununa dair bütün değerlerin yerle yeksan olduğu dönemdeyiz. Ne olursa olsun kazanmanın tek değer olduğu, kaybedenin de suçu kendisi dışında her şeyde bulduğu günlerden geçiyoruz. Haliyle devlet olanaklarıyla yapılan albenisi muhteşem statlarımız giderek artan oranda boşalıyor. Kahvelerde, orada burada maç izleyenler pürdikkat televizyon ekranlarına bakmıyor artık. Arkasını televizyona çevirerek oturan insanlara çok sık rastlar oldum son zamanlarda. Çevremde bir sürü insan Lig Tv aboneliğini iptal ettirmek için kuyruğa girmiş durumda. Olmayan marka değerine ‘deli’ para yatıran Lig Tv ne yapsın, iptal etmemek için abonelikleri kırk dereden su getiriyor. Hatta rüşvet babında fazladan paketler sunuyor kullanıcılarına; yeter ki iptal ettirmesinler diye…
Futbolun, saha içinde oynanan bir oyun olmanın dışında her şey olduğu yeni bir kavramla karşı karşıyayız. Yüzyıldan fazla bir süredir oynanan ve dünya üzerinde hemen hemen herkesin ilgi duyduğu oyun sahanın dışına çıkmakla bütün değerlerini yitirmeye başladı. Bunu ülkemizde çok daha sert bir biçimde yaşıyoruz. Paranın birinci değer olduğu oyunda kazanan ve kaybedenlerin sahanın içinde değil, dışında belirlendiği ya da öyle bir algının yaratıldığı ortamda bu oyuna yüreğini verenlerin kalpleri kırılıyor haliyle. Para, birinci değer mertebesine ulaşmışsa eğer, oyuna dair bütün değerler zaman içinde anlamını yitir, yitirecek de…
İşte böyle bir ahval içinde ülkemizde oynanmaya çalışılan “Endüstriyel Futbol” kazananların yoluna kendini kandırarak devam ettiği, kaybedenlerin de kendisi dışında herkesi suçladığı bir sezon geçiriyoruz. Bu senenin ‘şeytanı’ kaybedenler için hakemler oldu. Allah için hakemlerimiz bu şeytanlığı hak etmeseler de yaptıkları fahiş hatalarla futbolumuzu yönetenlerin cehennemine odun taşıdılar bolca… Her maçtan sonra hakem hataları konuşulup saha içine, oyuna dair yaşanan güzellikler konuşulamaz oldukça insanlar sevdikleri bu oyundan soğudu bir sevgiliden nefret eder gibi…
Yabancı sınırlamasının kalkmasıyla, bir futbolcu mezarlığına döndü ülkemiz futbolu. Gelenler, gidenler, insanın aklı karışıyor. Her sene yeni baştan takım kurmalar, alınan komisyonlar, borç batağındaki kulüpler, sahada o paranın asla karşılığı olmayan oynanan futbol. Haliyle bu kadar paranın döndüğü ‘kirli oyun’da süreklilik sağlayabilmek için bir günah keçisi bulmak gerek. Zaten ülkemizde, iyi yönetici olabilmenin birinci kuralı kendi hatalarını görmeyip; “Cambaza bak” diyenlerdir. Bunu ne kadar yüksek sesle söylersen o kadar sürekliliğinin oluyor yöneticilikte. Herkes, Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım’ı örnek alıyor haliyle. 20 yıla yakın bir süredir, kendinden başka herkesin hatalı olduğunu bağırarak başkanlığı yürüten ve isterse kulübü son nefesine kadar yönetebilecek Yıldırım, idol olmasın da kim olsun. Geçenlerde Fenerbahçe kendi sahasında Adanasporla berabere kalınca Yıldırım yine gürledi. Açıklamalarını dinlerken acı acı güldüm. Kendisinden başka herkesi suçlayan Yıldırım, hakem hatalarını kastederek, “Cumhurbaşkanı bu olaya el koysun” dedi. Halı sahada oynanan bir mahalle maçında bile sorun çıkınca Cumhurbaşkanı’nın el konulmasının istendiği bir dönemde evet- hayır tartışmaları ilgimi çekmiyor artık…
Yıldırım, bu ülkenin futboluna 20 yıldır aktif olarak yön verenlerin başında gelenlerden biri olduğunu unutup, bütün futbolu yönetenleri suçladı. Sonra fikrini sundu: “Beş yıl süreyle yabancı yasağı konulsun, bu sürede futbolcu yetiştirilsin.” Aynı Yıldırım, iki yıl önce de uluslararası arenada yasak yüzünden rekabet şanslarının olmadığını söylemişti. Yasak biraz da bu yüzden kalkmıştı. Memleket toptan balık zaten, bir gün öyle diğer gün böyle… Şimdi buraya Müjdat Yetkiner, yazsam yaşı 30’un altında olan hiçbir Fenerbahçeli hatırlamaz. Vasat bir futbolcuydu belki Müjdat, onu özel kılan ise Fenerbahçe alt yapısından yetişen ve formasını sarı lacivert formayla asan futbolcu olmasıydı. Başka da futbolcu gelmedi Fenerbahçe’nin alt yapısından… Sayın Yıldırım’a birileri engel olmuş olacak ki bir türlü yetiştiremediler Müjdat’tan bayrağı devralacak futbolcuları…
Giderek dibe batan futbolumuzda ‘erken kupa finali’ denilen Beşiktaş- Fenerbahçe derbisinde iyice karaya oturduk. Sahada futbolun dışında her şey yaşandığı için zaten oynanan oyuna kimse değinmedi. Hâlâ da devam ediyor. O, ona tekme attı, bu şuna kafa attı, yok koridorlarda şu oldu, bu oldu. Karşılıklı suçlamalar…İşte bu ortamda Beşiktaş Kulübü Başkanı Fikret Orman “Hatalıysak özür dileriz” dedi. Bir gün sonra da Fenerbahçe’den cevap geldi: “Özür kabul edildi, biz de hatalıysak özür dileriz…”
Özür dilemek elbet erdemli bir davranış, sözümüz yok. Fakat bu gidip gelen özürler arasında o gece orada neler yaşandı ‘niye özürler’ havada uçuştu bilen eden yok. ‘Hatalıysak aramızda kalsın’ gibi bir özür oldu bu. Bir sonraki maç öncesi ortamı gerer yine birbirimizi yemeye devam ederiz kıvamında bir özür bu. Yeter ki tatlı çıkarlar korunsun futbolu yönetmeye devam edelim gibi…
Futbol seyrinin keyif vermediği bütün kurumlarıyla dibe vurduğu zamanlardayız. Buradan çıkmanın, bu oyunu güzel kılmanın yolunu elbet bir şekilde bulacağız. İşe; bir kaybedenin olduğu yerde kazanmanın o kadar da anlamlı olmadığını ilke edinerek başlamalıyız. O zaman bu oyun yine değerlerini bulur, yine sahaya gözlerimizi çeviririz. Bir altüst oluş yaşanmalı artık. Bunun yolu da futbolu yıllardır yönetip giderek bataklığa çeviren yöneticilerin, bu güzel oyundan ellerini çekmesinden geçiyor…