Anayasaya oy vereceklerin içeriğini yeterince bilmeden vereceği gibi bir endişe var. Evet önümüze getirilen taslağın içeriğiyle yeterince ilgilenilmediği doğru da olabilir. Peki o taslak bizlerle ilgileniyor mu? İşte onun cevabı o kadar muğlak değil: Çünkü igilenmiyor! Bizim bir tek konumumuzla ilgileniyor ki, o da seçmen oluşumuz. Yani bizi sadece seçmen kimliğimizle muhattap alıyor o kadar.
Oysa biz belli aralıklarla sandığa gitmekten ibaret bir güruh değiliz. Başka yanlarımız da var: Üretiyoruz, tüketiyoruz, kentliyiz, köylüyüz, çiftçiyiz,denizciyiz, çocuğuz, yetişkiniz, sosyaliz, yalnızız, çeşitli yerlere, pozisyonlara aitiz vs… Taslak diye önümüze konanın bunlarla hiç alakası yok, varsa da yoksa da şu sıfatla seçilenle bu sıfatla seçilenin görevi/yetkisi, kimleri nasıl atayacağı/azledeceği vs. Bunlarla ilgili iki profil çıkıyor ortaya, seçilme ve atanma ihtimali olanlar, yani politikacılarla bürokrat, teknokrat adayları. Yani devletle toplum ve toplumsal katmanlar ve kurumlar-arası bir sözleşme teklifi değil önümüze konan. Politikacılarla bürokrat/teknokratlar-arası bir ilişkiler manzumesi. Seçmenin umabileceği yegâne şey olarak oy verdiğinin yeterli niceliği tutturup seçilmesi kalıyor geriye.
“Ne mozayiği lan!?” demişti Alpaslan Türkeş, “….beton,beton! ”u da o mu eklemişti, sonradan mı yakıştırıldı? Hatırlamıyorum. Ama o gün bu gündür etnik, dini aidiyetlerden geçtik, insan olmaklıktan gelen en basit nüanslar bile hiç bu denli yok sayılmamıştı. Seçilecek bir başkanın herkesi temsil edeceği varsayılıyor. Ya etmedikleri? Ufuk Uras “Bu kadar farksız bir homojenlik, sosyolojnin değil, zoolojnin alanına girer.” derken hayvanlara haksızlık ediyordu. Onlar da o kadar aynı değiller.
Sadece siyaseten etmedikleri de değil. İnsani kapasite sınırları nedeniyle temsile gücünün yetmeyeceği insani ve sosyal hasletlerimiz ne olacak? Mozayiğin taşı değil, betonun harcı olmaya razı olunacak demek ki…