Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIBir mecaz veya hukuki suç olarak “terör ve terörist”

Bir mecaz veya hukuki suç olarak “terör ve terörist”

Hangi durumda Golani terörist iken, bugün hangi durumda “devlet başkanı saygın zat” konumuna yükseldi? Eş Şara, dün başta BM olmak üzere Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa vd. muhalif olduğu için mi “teörist” idi, yoksa masum sivilleri hedef alan eylemlerde bulunduğu için mi? İkincisinin olmadığı açık.Değişimde tek bir kriter söz konusu: Dünün Golani’nin bugün bu ülkelerle çatışmayan çizgiye gelmiş bulunan Ahmet eş Şara’ya dönüşmesidir. Demek ki “reel politiğin ilkesi ve ahlakı yoktur” fehvasınca terör ve terörist nitelemeleri çıkarlara göre değişebiliyor.

“Medeniyetler çatışması” tezini ortaya atan Samuel P. Huntington, “Biz kimiz?” adlı kitabının son bölümünde tarihte büyük imparatorlukların kendilerine bir “öteki” yaratarak başarı kazandıklarını örnekler vererek anlattıktan sonra, Soğuk Savaş döneminde batının ötekisi Soveytlerin çökmesinden sonra, şimdi Amerika’nın kendine düşman bir öteki var etmeden ayakta duramayacığını anlatır, düşman olarak da “İslam”a işaret eder.

“Öteki”nin var edilmesinde ona seçilecek isim önemlidir. Her dönemin kendine özgü ötekileştirici isim ve sıfatları vardır. İsimlendirmenin “ötekileştirici” fonksiyon görmesi amacıyla seçilen terimin ustalıklı kullanımı ötekinin kriminalize edilmesi, gayrımeşru, zarar verici, yıkıcı fail ilan edilip şu veya bu yolla diskalifiye edilmesini hedefler. Sahiden suçlu, zarar verici, yıkıcı fail yanında bu isnatları hak etmeyenler de bu tanıma girer. Kişinin veya hedef alınan grubun buna müstahak olacak zararlı sıfatlara ve eylemlere sahip olup olmadığı önemli değildir, önemli olan imajınının ötekleştirilmeye aday haline getirilmesidir. Bu bir kere sağlandı mı, artık öteki, masum olmaktan çıkar, ötekileştirilir, şeytanlaştırılır ve her türden cezaya müstahak yeni bir profile büründürülür. Bu bir imaj üretimi ve suçlu üretme tekniği kullanılarak “terörist” olarak kodlanan şahıs veya grup artık bir günah keçisidir, geçmişten bugüne işlenen bütün kötülüklerin failidir. 

Zamanımızın en etkili ötekileştirici isim-sıfatı “terörizm, terrorist”tir. Yöresel ve ulusal iktidar mücadelelrinden küresel rekabet ve güç mücadalesine kadar, “terör ve terörist” en etkili silahtır. Sürüp giden deneylerden anlıyoruz ki, genellikle siyaset söz konusu olduğunda terör veya terörist eylemle suçlananların büyük çoğunluğu gerçekte bu suçlamayı hak etmiyor.

Hayatında eline silah almamış, dört aylık askerlik sırasında mecburi silah kullanımında üç atışı da karavana olmuş, her türden terör eylemine karşı kaç yazı yazmış ve konuşmuş ben de “terör” suçlamasıyla 3’er kez ağırlaştırılmış müebbet ve artı 15 sene hapis cezası ile yargılandığımda bu konu üzerinde daha etraflı düşünme lüzumunu hissettim.

Vardığım sonuca göre, a. terörün üzerinde mutabakata varılmış bir tanımı yok, b. herkes muhalifini kolayca terörist ilan edebiliyor, c. bazan da ifadeye kuvvet kuzandırmak üzere terör kelimesi mecazi olarak kullanılıyor, d. mecazi de kullanılsa dahi, “terörist” diye damgalanan kişi veya grup genellikle gündelik sosyal hayatta “terörist muamelesi” görüyor.

Bu meyanda 18 Eylül 2017 günü yaptığımı 80 sahifelik savunmamda bu  konuyu metne dercettim.

Savunma metninde “15 Temmuz, “bir kalkışma, bir darbe teşebbüsü” olmak yanında yeter şartları havi tam bir terörist eylemdir” hüküm cümlesini kullanmıştım, lakin sonraları üzerinde daha etraflıca düşündüğümde bunun yanlış olduğuna kanaat getirdim. Şöyle ki; 15 Temmuz kalkışması –ki en yetkili kişiler “bunun bir kalkışma” olduğunu belirtmişti- askeri bir darbe teşebbüsüydü. Terör ise örgütlü bir grubun faaliyetinin tamamını silah kullanarak, masum insanları öldürmek suretiyle yürütmesine denir. 15 Temmuz’da silah kullanılmıştı, kullananlar belliydi, dolayısıyla bunların darbecilik suçlamasıyla yargılanmaları anlaşılır bir şeydi ama yapının tamamı –öğretmen, esnaf, ev hanımı, kamu görevlisi vs.- eline silah almadığı halde “terör ve terörist” suçlamasıyla yargılanıp cezaya çarptırılması  hukuki değildi. Ben ve diğer yazar arkadaşlarımın onbinlercesi gibi tutuklanmamız haksızlıktı. Savcı, üzerinden 3,5 sene geçmiş altı yazımı suç nesnesi gösteriyordu.  Beni tutuklamaya karar veren Sulh Ceza hakimi gerekçe olarak şunu söyledi: “Gazetenin yayın yönetmeni yurt dışına kaçtığı halde siz gazetede yazmaya devam ettiniz.” İddianameyi hazırlayan savcı ise şu gerekçeyi öne sürdü: “Her ne kadar yazılarında suç unsuruna rastlanmadıysa da duruşundan dolayı…” Önceleri “duruş”tan bir şey anlamadım, sonraları Zaman Gazetesi’nde “durup yazmaya devam ettiğimden dolayı” tutuklandığımı anladım. Hergün resmi ve sivil 14 birimin denetiminde yayınlanan bir gazetede yazdığım için müebbet hapisle yargılandım.

Velhasıl ben de “teröist” olup çıktım.

(Tahliye olduktan birkaç hafta sonra Fatih’te sokak arası bir kafede eşimle çay içiyordum. Yan Masada bir hanım bana dikkatle bakmaya başladı. O kadar ısrarlı bakıyor ki neyi merak ettiğini ben de merak ettim. Acaba zihninden şunları mı geçiriyordu: “Bu Ali Bulaç mı, ne zaman çıktı, niçin çıktı? Bir canlı teröriste daha yakın bakayım vs.” Eşim dayanamayıp hanıma “-Ne bakıyorsun, dedi. Hiç mi terörist görmedin?” Hanımın “işte terörist!” dediği ben oluyordum.)

Siyasetin doğasından kaynaklanan  polemik ve  mücadelelerden biliyoruz ki, siyasetçiler ifadelerine kuvvet kazandırmak amacıyla mübalağaya, bu arada hayli ağır suçlama içeren metafor ve mecazlara başvururlar. “Hain, hırsız, yalancı, katil”,  İslam tarihinde “kafir, mürted, mülhid, zındık”, 12 Eylül’de “anarşist” revaçtaydı; şimdilerde “terör ve terörist”  kullanımda. 

Gündelik dilde  mecazlar kullanırız. Mesela  her  istediğini ağlayarak, bağırarak yaptırmak isteyen çocuğa “terör estiriyor” deriz. Bir ara “damperli kamyon terörü” kullanıldı. Mübalağada kullanılan bu türden suçlayıcı ifade ve sıfatların siyasi getirisi varsa da, hukuki karşılığı yoktur. Birkaç örnek vereyim:

Sn. R. Tayyip Erdoğan, Merkez Bankası eski başkanı Erdem Başçı’yı takip ettiği faiz politikası dolayısıyla “ihanet” ile suçladığında kimse Başçı’nın gerçekten ihanet içinde olduğu anlamını çıkarmadı. Cumhurbaşkanı da “ihanet” sözcüğünü mecaz olarak kullandı.

Yine 12 Ocak 2017 günü,Cumhurbaşkanı, Muhtarlar Toplantısı’nda “Elinde silah tutan da  teröristtir, döviz  tutan da” demişti.  Bu  ifadeyi  mecaz  değil   de  gerçek  anlamda  alacak olursak  her döviz bulunduran terörist, her döviz büfesi terör örgütü oluverir.

Haziran 2017’de Suudi Arabistan ve onu takip eden 10 ülke  Müslüman Kardeşleri, Sünni Âlimler Birliği Başkanı Yusuf Karadavi’yi ve El Cezire TV Kanalı’nı; hatta Katar devletini “terörist” ve “terör örgütlerine yardım yapmak”la suçladı. Türkiye haklı olarak bu suçlamalara katılmadı. 

Gümrük ve Tekel Bakanı Bülent Tüfenkçi, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ankara-İstanbul arası başlattığı “Adalet Yürüşü”nü “terör eylemi” ilan etti:  “Biz yollar yapıyoruz, millet yürüsün diye, teröristler yürüsün diye değil.” 

16 Nisan 2017’de  yapılan  referandum  dolayısıyla  Başbakan  Binali Yıldırım “Hayır diyecekler, terör örgütleriyle birlikte hareket edecek” mealinde  konuştu. Eğer bu  mecazi ifadeyi  mahkemeler  temel alsaydı “Hayır” diyen %48.7  için  gözaltı kararı verecek ve  milyonlarca kişi hapsi  boylayacaktı.

Maalesef  bazen yargı  mensupları da  siyasilerin  moduna girip  mecazi  ifadelerden  gerçek tehditler üretebiliyorlar. Antalya Cumhuriyet Başsavcı Vekili Cevdet Kayaoğlu da 16 Nisan referandumu için şu tweeti atmıştı: “Vereceğiniz oy aynı zamanda  PKK’ya destek oyudur.  Haberim yoktu demeyin, sandıkta “Hayır oyu” diyecek olanlar PKK ile aynı  muameleyi göze alıyorlar demektir. Küsmece yok!” 

Farz edelim ki Sn. Savcı referandumdan hayır diyenleri tespit ettiği kadarıyla içeri attırdı. Bu, hukuki bir karar  olur mu? Olmaz! Çünkü  hem  referandumda “evet” veya “hayır” demek kanuni bir hakkın kullanımı ve serbest sayılacak, hem “hayır” diyenler “terör örgütüne destek”ten yargılanıp benim gibi hapse atılacak!

Bugün adına “FETÖ” denen yapının gazetesiyle, okulu, bankası veya derneği ile geçmişte ilişki halinde olmak da aynı şeydir. Devlet madem bu yapıyı “terör örgütü” saydı, yapması gereken, mezkur yapıyla ilişkili her birim ve faaliyete mahkeme kararıyla yasaklamaktı.

Hukuk devletinde bir eylemin suç olup olmadığına siyasetçiler, medya, troller veya idari kurumlar değil, yasalar ve mahkemeler karar verir. 

15 Temmuz’a kadar bu yapı ile silah arasında bağ kurulamadı; idare  terörle suçladı ama faaliyetlerini yasaklamadı. Demek ki idarenin söyleminde “terör” suçlaması  ifadeye kuvvet kazandıran  bir mecaz idi. Söz konusu yapıyla hakkında yasaklayıcı bir mahkeme kararı alınmadı.”

Savunmamda öne sürdüğüm bu argümanların dışında biri iç, biri dış pek aktüel iki gelişme yaşandı. Biri Devlet Bahçeli’nin bugüne kadar “Bebek katili terörist başı Abdullah Öcalan”ın gelip Meclis’te konuşabiliceğini açıklaması. Yeni bir çözüm sürecine hizmet edeceğini umarak ve dua ederek bunun hayırlı olduğunu düşündğümü belirteyim. Ama bizim konumuz, dün kendisine “sayın” demenin terörist damgasını yemeye gerekçe teşkil ederken, bugün Öcalan’ın TBMM’e davet edilmesi.

Diğer gelişme, başta BM olmak üzere Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa vd. Golani yani gerçek ismiyle Ahmet eş Şara’yı terörist ilan edilip başına ödül koyarken bugün söz konusu ülkelerin nezdinde Suriye Devlet Başkanı olarak kendisiyle en üst seviyede görüşme yarışına girmiş olmaları.

Bu örnekte soru şu: Hangi durumda Golani terörist iken, bugün hangi durumda “devlet başkanı saygın zat” konummuna yükseldi? Eş Şara, dün bu ülkelere muhalif olduğu için mi “teörist” idi, yoksa masum sivilleri hedef alan eylemlerde bulunduğu için mi? İkincisinin olmadığı açık.Değişimde tek bir kriter söz konusu: Dünün Golani’nin bugün bu ülkelerle çatışmayan  çizgiye gelmiş bulunan Ahmet eş Şara’ya dönüşmesidir. Demek ki “reel politiğin ilkesi ve ahlakı yoktur” fehvasınca terör ve terörist nitelemeleri çıkarlara göre değişebiliyor.

Peki, terörün objektif bir tanımı yok mu?

Bir tanım yapmak mümkün. Bana göre şöyle bir tanımı yapılabilir:

Herhangi bir düşünce, doktrin, ideoloji, siyasi, dini, mezhebi, etnik, ulusal bir gayenin tahakkukunu gözeterek masum insanları hedef alan silahlı her eylem terör eylemidir. Bu çerçevede din, mezhep, cemaat, etnik grup, sosyal sınıf veya devlet adına terör yapanlar terörist tanımına girer.

İslam adına Batılı veya Doğulu şehir merkezlerinde (Paris, Londra, Madrid, Kabil, Bağdat, İstanbul, Kabil, Tahran vs.) metro, alışveriş merkezleri, ibadethaneleri, eğlence yerlerini bombalayanlar; patlayıcı yüklü, araçlarla Pazar yerine dalıp onlarca insanın ölümüne yol açanlar; Şii türbelerini havaya uçuran Sünniler, Sünni mescitlerini havaya uçuran Şii’ler terör yapıyorlar. Terör eylemlerini bireyler ve örgütler yaptığı gibi sivilleri hedef alan devletler de yapar. En büyük terörist eylemler  işgalci devletlerce yürütülür.

Bu tanıma giren her  terörist eylem suçtur, büyük günah ve ağır cürümdür. Hiçbir kutsal fikir ve gaye teröre gerekçe teşkil edemez. Ama sahiden kimin doğru tanıma uygun terörist olup olmadığını tespit etmeye çalışırken, ona bu kodlamayı kimin yaptığına ve eylemlerinin mahiyetine bakmak lazım.

- Advertisment -