Ana SayfaYazarlarBirlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz 2017

Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz 2017

 

Bundan 16 yıl önce gazetelere konuşan ünlü deprem bilimci Naci Görür İstanbul’un her 250 yılda büyük bir deprem yaşadığını hatırlatmış ve 250 yılın dolacağı tarihi vermişti; 2016…Neyse ki 2016’da  deprem olmadı.

 

2001 yılında bir açıklama yapan Rus bilim adamları ise Mars’a ilk insanlı uzay aracını gönderecekleri tarihi açıklamışlardı; 2016…Onlar da 2016 yılında en fazla Suriye’ye gidebildiler.

 

2000 yılındaki kötümser tahmincilere göre Türkiye ancak 2016 yılında AB üyesi olabilirdi. Yine benzer kötümser tahmincilere göre 2000 olimpiyat oyunlarına aday olup Sidney’in arkasında kalan İstanbul’un ancak 2016 olimpiyatlarında bir şansı vardı.

 

Uzun yıllar önce 2016 yılı hakkında yapılmış bu çoğu ümitvar tahminler yine 2016 yılı hakkında aynı yıl içinde yapılan değerlendirmelerin yanında isabetli bulunabilir.

 

Aslında 2016 yılına da Türkiye ümitvar mesajlarla girmişti.

 

Hükûmete yakın bir gazetenin manşeti şöyleydi örneğin: “2016 Türkiye’nin yılı olacak.” Spotu bir yıl içinde nelerin değiştiğini çok iyi anlatıyor: “Türkiye 2016’ya terörle mücadeleyi sürdürme, sivil bir anayasa yapma, AB reformlarını tamamlama ve dev projeleri hayata geçirme kararlılığıyla giriyor…”

 

Bir araştırma şirketinin yaptığı anketin yer aldığı bir başka gazetenin manşeti de aynı hisleri paylaşıyordu: “2016’dan umutluyuz.”

 

2016’nın ilk gününde tuhaftır Zaman gazetesinin manşeti de ümit doluydu: “Umut varsa hayat var.” Gazetenin bir köşe yazarı da şöyle yazmıştı: “2016, uzun süren, puslu ve yağmurlu bir şafak vakti gibi aydınlığın karanlığı yavaş yavaş kuşattığı ve sonra yutup yok ettiği, nihayetinde güneşin egemen olduğu bir yıl olacak. İnşallah…”

 

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da yeni yıl mesajında bu ümitvar havaya katılıyordu: “2016'yı ülkemiz ve bölgemiz için her zaman hatırlanacak bir yıla çevireceğiz.”

 

Aslında Türkiye 2015’ten 2016’ya böyle çok da ümitvar olunacak gelişmelerle girmemişti. Hendek terörü, Rus uçağının düşürülmesiyle başlayan kriz ve tabii o zamanki adıyla “Paralel”le mücadele gibi ağır meseleler yeni yıla da taşınmıştı.

 

Ama bütün bu meselelerin sadece bir yıl önce nasıl işlendiğini görmek bugün biraz tuhaf gelebilir:

 

“Rusya'nın terör örgütü PKK'ya verdiği destek bir fotoğraf ile belgelendi. PKK daha önce envanterinde olmayan yeni teknoloji silahlarla boy göstermeye başladı. Daha önce İstanbul Boğazı'nda bir Rus askerinin omuzunda gördüğümüz Manpad Tipi SA-18 Füze Sistemi şimdi PKK'lı bir teröristin omzunda…”

 

“Putin PKK kartını açtı”

“Putin FETÖ ile kirli ittifak kurdu”

“Rusya daha önceden yasak getirdiği FETÖ'cülere 'uçak krizi'nin ardından yeniden kucak açtı.”

“Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov, PKK’yı terör örgütü olarak tanımadıklarını söyledi.”

"Demirtaş, Lavrov'la görüşmesinde âdeta bir Rus elçisi gibi konuştu: Rus uçağının düşürülmesini doğru bulmuyoruz!”

2016’nın ilk altı ayında ‘Paralel’le mücadelede de epey mesafe alındığı düşünülüyor, darbeye ise hiç ihtimal verilmiyordu.

31 Mart günü TSK darbe iddiaları için şöyle bir açıklama bile yapmıştı:

“Türk Silahlı Kuvvetlerinde disiplin, mutlak itaat ve tek emir komuta esastır. Hiçbir yasa dışı, emir-komuta hiyerarşisi dışı oluşum ve/veya harekete taviz verilmesi söz konusu değildir.”

 

Hükûmete yakın bir gazete bu açıklamayı şöyle manşetine taşımıştı:

“Darbeci zihniyete demokrasi dersi: FETÖ ve onun yerli yabancı uşaklarının darbe kışkırtmalarına Genelkurmay çok sert cevap verdi.”

 

Bu açıklama üzerine birkaç yorum daha alalım.

“Gülen TSK’ya darbe yaptıramaz” (Hüseyin Gülerce)

Ordudaki Fetullahçıların darbe yapma gücü sıfır” (Dursun Çiçek)

“Genelkurmay olarak bildirinizden ‘darbe yapmayacağınızı’ öğrendik… Çok sevindik… Laf aramızda bir şey söyleyeyim; zaten sizin darbe marbe yapmayacağınızı biliyorduk… ‘Yapacağız’ deseniz, bir tek inanan çıkmaz…” (Bekir Coşkun)

 

Son birkaç haber:

“Hudutların Komutanı Adem Huduti (15 Temmuz’da tutuklandı)

“İşte Cizre ve Sur’u temizleyen komutan: Adem Huduti”

“Genelkurmay Personel Başkanlığı'nda Teşkilat Daire Başkanı olarak görev yapan Tuğgeneral Mehmet Partigöç, eski Hava Kuvvetleri Başsavcısı Ahmet Zeki Üçok'a, kendisine ‘Paralel’ dediği gerekçesiyle Ankara Hukuk Mahkemesi'nde dava açtı. Üçok'un iftira attığını ve kişilik haklarını ihlal ettiğini öne süren Partigöç, 50 bin lira manevi tazminat istedi.” (Partigöç darbenin önde gelen isimlerinden biri olarak tutuklandı)

 

Yani özetle Türkiye bir yılda bile her şeyin baş aşağı dönebileceği bir ülke. Bir yıl önce size her şeyin açıklaması, mutlak doğrular gibi gelenler bir yıl sonra vahim hatalara, ‘keşke’lere dönebilir.

 

O yüzden hakikati kaçırmamanın birinci şartı şüpheyi elden bırakmamak, farklı seslere, görüşlere kapıyı, kulakları kapatmamak, demokratik tartışma ortamını korumaktır.

 

Demokrasi, fikir özgürlüğü, çok seslilik, açıklık, eleştiriye tahammül uzak diyarların henüz ithal edilmemiş tropikal meyveleri ya da dört taraftan kuşatılmış bir ülke için lüks değil, tam tersine tam da bu şartlarda bir ülke için ülkeyi büyük felaketlerden koruyacak zorunlu ihtiyaç kalemleridir.

 

Şayet birbirimizi sakince ve ön yargısız dinleyebilseydik, birbirimizden ölesiye nefret etmeseydik, eleştirilere daha tahammüllü olsaydık, 7 Şubat 2012’ye rağmen 17/25 Aralık 2013, 17/25 Aralık’a rağmen de 15 Temmuz 2016 yaşanmayabilirdi.

 

O yüzden bugün uzlaşma istemek, farklı gruplar arasında iletişim imkânlarını zorlamak zaaf değil, aksine zaaf olan birbirinden ve kendilerini yöneten iktidardan ölesiye nefret eden büyük kalabalıklardır. Dış güçlerin oyunlarından, ihanetten bu denli korkuyorsak daha büyük kalabalıkların yaşadıkları ülkeye olan inançlarını ve bağlılıklarını kuvvetlendirecek adımlar atmak gerekir.

 

Şiddete mesafesizlik, İslamofobi, cemaatçilik, hizipçilik, farklı fikirlere tahammülsüzlük, dar kadroculuk, tasfiyecilik, fikir polisliği ve ehliyeti sadakate boğdurarak gidilecek kimse için bir yol yok artık. Bütün varlığını bu kavgalar üzerine kurmuş olanların çıkardıkları gürültülere kulak kabartacak da lüksümüz yok.

 

“Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerden geçerken” epey sömürülmüş, mizah malzemesi olmuş bir klişe. Ama 2017 yılına Türkiye sahiden en çok birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyarak giriyor.

 

2017’de ne olacağını bilmiyoruz ama bu ihtiyacın gereğini yapanların kazanacağı, yapamayanlarınsa kaybedeceği bir yıl olacağı kesin…

- Advertisment -