Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIJD Vance ve kitabı

JD Vance ve kitabı

Brüksel seyahatlerinden birinde ABD Başkan yardımcısı JD Vance’in bundan dokuz yıl önce daha 31 yaşındayken yazdığı “Hillbilly Elegy” adlı kitabını satın aldım. Kitabı okuyunca işçi sınıfının elitlerin geliştirdiği küreselleşme ve neo-liberal ekonomik yapıya tepkisini anlamak mümkün oluyor ABD’deki Demokrat Parti, Avrupa sosyal demokrat partileri yeni bir söylem geliştiremedikleri veya değişimin korkulacak bir şey olmadığı konusunda seçmenlerini ikna edemedikleri sürece, demokrasilerin sağa kayması kaçınılmaz gibi geliyor.

Son zamanlarda yaptığım Brüksel seyahatlerinden birinde ABD Başkan yardımcısı JD Vance’in bundan dokuz yıl önce daha 31 yaşındayken yazdığı “Hillbilly Elegy” adlı kitabını satın aldım. İnternetten yaptığım araştırmada Türkçeye tercüme edilmediğini, hatta İngilizce olarak da ülkemizde satılmadığını gördüm.  Dolayısıyla kitabın adının tercümesini kendim yaptım.  Bence “Dağköylüsü ağıtı” olarak adlandırılabilir.

Vance bunu daha tanınmadan yazmış.  Gerçi 2020 yılında Netflix tarafından bir diziye çevrilmiş olması kitabın dikkat çektiğinin işareti olmalıdır.  Ancak birinci baskı 2016 yılında, benim satın aldığım ikinci baskı ise Vance’in adının duyulmaya başladığı 2024 yılında yapılmış.

Vance kendisi de 31 yaşında olan birisinin hatırat yazmasının garipliğinin farkında olduğunu, hatta o yaştaki ve o zamana kadar hayatta kayda değer hiçbir şey yapmamış bir genç adamın hatırat yazmasının ve insanların kitabı okumak için para harcamalarını beklemesinin saçma (absurd) olduğunu, ancak amacının mütevazi bir geçmişten gelen bir kişinin sosyal tabaka değiştirme mücadelesini anlatmak olduğunu söylüyor.  Vance’in daha kitabın ilk satırlarında yazdıklarında imtiyazlı sınıflara karşı duyduğu husumeti görmek mümkün.

Kitabı okurken ilk dikkatimi çeken şey üslubunun akıcılığı.  Yine internetten yaptığım araştırmada kitabı yazarken herhangi bir destek aldığı iddiasına rastlamadım. Kişiliğinin bir çok çevrede yarattığı kin düşünüldüğünde böyle bir ihtimal mevcut olsaydı herhalde iddialar etrafa saçılırdı.

Kitabın ikinci dikkatimi çeken tarafı, Vance’in geçmişinin eski başkanlardan Barack Obama’nınkiyle benzerliği.  İkisi de babalarının annelerini terk etmeleri nedeniyle babasız büyümüşler. İkisi de annelerinin sorumsuz sayılabilecek davranışları nedeniyle anneanneleri tarafından büyütülüyorlar. Her ikisi de anneannelerine tapıyorlar. Vance’in annesi üstelik esrarkeş.  İkisi de tahsil hayatlarını Yale Hukuk Okulunda tamamlıyorlar ve 40 yaşına gelmeden ayrı eyaletlerden Senatoya seçiliyorlar.  Orada ikisi de kısa süre kaldıktan sonra Obama Başkan, Vance de Başkan Yardımcısı seçiliyorlar. ABD Başkan Yardımcısının başkanlıktan ancak bir kalp atışı uzaklığında olduğu söylenir.  Malum ABD’de başkanlık şu veya bu şekilde boşaldığında yeni seçim yapılmaz, başkan yardımcısı dönem sonuna kadar başkanlığı devralır.  Trump’un pek de sağlıklı görünmediği hususu düşünüldüğünde Vance’in 2028 sonundan önce başkanlığı devralmasının imkansız olmadığı açıktır.

Trump’un üçüncü defa seçilmek için imkanları zorlamak ve anayasayı ihlal etmek niyeti en azından şimdilik olmadığından Vance’in 2028 yılında Cumhuriyetçi Partinin adayı olması muhtemeldir.  Gerçi Trump onu veliaht olarak ilan etmektense başka adayların da çıkabileceğini geçtiğimiz hafta verdiği mülakatta belirtmiş, hatta Dışişleri Bakanı Rubio’ya da bu çerçevede işaret etmiştir.  Kaldı ki Trump önümüzdeki dönemde ABD’ni ve dünyayı darmadağınık etmeye devam ederse, Vance’in veya herhangi başka bir Cumhuriyetçi adayın 2028 seçimlerini kazanması biraz zor olabilir.  Nitekim “ The Economist” dergisi birkaç hafta önce kapağında “1361 gün kaldı” cümlesini koyarak ABD ve dünyanın bu dönemin bitmesine kadar geçecek süre için gün sayıldığına işaret etmektedir. Kaldı ki direkt başkan seçilen başkan yardımcıları epey azdır.  Baba Bush’un 1988 yılında başkanlığı Reagan’dan devralmasından bu yana da olmamıştır.  Dolayısıyla Vance’in daha 44 yaşındayken işsiz kalması imkansız değil.  Hatta ABD ve dünya için bana arzu edilecek bir şey gibi geliyor.

Obama ile Vance’in geçmişleri arasındaki benzerliklere işaret etmiştim.  Ama aradaki farklar da benzerlikler kadar önemli ve belki de takip ettikleri yolun birbirinden ne kadar değişik olduğunun izahını teşkil ediyor.

İlk önce Obama’nın çocukken her şeye rağmen huzurlu bir hayat yaşadığını görüyoruz.  Annesi bir Endonezyalıyla yeni bir hayat kurup çocuk Obama’yı onun ülkesine götürmüşse de, daha küçük yaştayken Hawaii’de bir banka şubesinin müdürü olan anneanne onu yanına alıyor ve büyütüyor.  Yani Obama istikrarlı bir çocukluk ve ilk gençlik yılları yaşıyor. 

Vance’in annesi ise beş eş değiştiriyor.  Vance’in esas babası Donald Bowman adlı birisi.  Vance dünyaya James Donald Bowman olarak geliyor.  Ancak çok küçükken baba Bowman eşini ve çocuğunu terk ediyor ve annesi üçüncü evliliğini Bob Hamel adlı birisi ile yapıyor. Hamel J.D. Bowman’ı evlat ediniyor ve adını ve soyadını değiştiriyor.  Daha yürümeye başlama çağında  olan James Donald olan adı James David’e çevriliyor çünkü Donald onu terk etmiş öz babasının adı ve onunla ilgili her şeyin silinmesi gerekiyor.   Soyadı da onu evlat edinmiş üvey babasınınkiyle değiştiriliyor ve çocuk James David Hamel oluveriyor.  Ancak Hamel ile evlilik de devam etmiyor ve üvey baba da bir müddet sonra çocuğun hayatından siliniyor.  Buna rağmen çocuk üvey babasının soyadını ilk gençlik yıllarına kadar taşımaya devam ediyor.

Kitaba bakılırsa aile içinde kavgalar, şiddet ve bağrışmalar kesilmiyor.  İnsanlar birbirileriyle normal bir şekilde konuşamıyor, hep bağırarak ve kendilerini yerlere ve duvarlara bardak çanak fırlatarak ifade ediyorlar.  Tabii böyle bir ortamda büyümenin çocuk psikolojisini nasıl olumsuz şekilde etkilediğini tahmin etmek için psikiyatrist olmaya gerek yok.  Ve daha ergenlik çağına gelmeden öz babasının kurduğu yeni ailesinin yanında birkaç ay kaldıktan sonra çocuk anneannenin kanatlarının altına giriyor.  Büyüyünceye kadar da orada kalacaktır.

Vance’in (o sıralarda soyadı daha Hamel) ailesi Kentucky’nin dağ zinciri olan Appalachia bölgesinden geliyor.  Kitabın adındaki Hilbilly (benim tercümemle dağ köylüsü) kelimesi de onu yansıtıyor. Aile kökenini İskoç-İrlanda olarak tanımlıyor.   Dünyaya Protestan olarak geliyor. Yıllar sonra din değiştirip Katolik olacaktır.  Papa Francis’in ölmeden önce kabul ettiği son ziyaretçinin Vance olduğu malum. Ancak Francis’in reformculuğunu Vance’in benimsemediği ve onun eleştirmekten de çekinmediği de açık.  Görüşme sadece 15 dakika sürmüş.  İsabetli olmuş çünkü esasa girilseydi Papanın kalp krizi geçirip oracıkta ölmesi de belki mümkün olurdu.  Katolik Vance’in ABD kökenli yeni papa XIV. Leo ile de ilişkilerinin gergin olması bekleniyor zira o da Francis gibi reformculuğuyla öne çıkıyor.

Vance’in (veya Hamel’in) anne tarafından dedesi genç yaşta Kentucky’den Ohio’ya göç edip çalışma hayatının tamamını bir demir çelik fabrikasında geçiriyor.  Kitapta ailenin maddi durumunun pek de iyi olmadığı iddia ediliyorsa da kendi evleri ve arabaları olduğunu görüyoruz.  Ailenin hayatı Ohio ile Kentucky arasında geçiyor.  Kitaba bakılırsa özellikle Kentucky çocuğun büyüdüğü 1990’lı yıllarda bile bayağı fakir ve az gelişmiş bir bölge.  Hiç gitmediğim bir eyalet olduğu için bu konuda bir şey söyleyemeyeceğim.

Vance’in hayat felsefesinin o yıllarda oluştuğunu görüyoruz. Dede James Vance ve anneanne, sosyal yardımlardan geçinen komşularına kine dönüşen bir husumet duyuyorlar.  Sosyal yardımlara muhtaçlığın ayıp olduğu fikrini de torunlarına aşılıyorlar. Dedenin çalıştığı fabrika küreselleşmenin de etkisiyle bir Japon şirketine satıldığında ilave bir kızgınlık konusu ortaya çıkıyor. Gençliğinde demokrat olan dede Vance Clinton döneminin neo-liberalizmine tepki olarak cumhuriyetçi oluyor.  Diğer taraftan elitlere karşı da büyük bir tepki duyuluyor.  Bir tarafta zenginlerin ellerindeki imkanları kullanarak çocuklarını en iyi okullara gönderip imtiyazlarını sürdürürken J.D. Hamel sıradan bir okula gitmek suretiyle istikbalini peşinen karartıyor.  Nitekim liseyi bitirdiğinde elindeki diplomayla iyi bir okula gitme imkanı olmayacağını düşünerek dört yıllığına bir sözleşme imzalayıp deniz piyadesi oluyor.  Asker olarak geçirdiği dört yılın bir kısmı Irak’ta geçiyor ama muharip olarak değil, ordunun iletişim hizmetlerinde çalışıyor. 

Dört yılın sonunda ABD’de İkinci Dünya Savaşından kalma ve askerden dönen gençlere yüksek tahsil kolaylığı sağlayan kanundan (G.I. Bill) yararlanarak Ohio’da daha iyi bir üniversiteye gidiyor. O sıralarda Hamel olan soyadını dedesinin soyadı olan Vance’e çeviriyor. Daha sonraki yıllarda J.D. olarak yazılan adından noktaları çıkarıp JD’ye çeviriyor.  Bir insanın daha kırk yaşına gelmeden adını ve soyadını üç defa değiştirmenin olası psikolojik etkilerini değerlendirmek bana düşmez tabii.

Asker sonrası Ohio devlet üniversitesine gittiğinde tabii okul arkadaşları ondan dört yaş küçük.  Vaktin hızla geçtiğini hesaplayarak 4 yıllık tahsili 19 ayda bitiriyor.  Sonra da beklemediği bir şekilde Yale’e kabul ediliyor. Oradayken ailesi Hindistan kökenli eşi Usha ile tanışıyor.  Evlilikleri hala devam ediyor.  Kitap Yale sonrasında çalışma hayatının ilk dönemleriyle bitiyor.

Kitabı yazdığında Vance henüz siyasete bulaşmamıştı.  Dolayısıyla kitap bir siyasi manifesto rolünü görmüyor.  Ancak sonradan geliştirdiği bir taraftan elitizm, diğer taraftan da tezat dahi olsa sosyal yardım karşıtlığı, Irak’ta edindiği ABD’nin dış dünyaya şekil verme gayretlerinin boşluğu gibi bugünkü düşüncelerinin kökenini kitapta görmek mümkün.

Diğer taraftan kitabı okuyunca işçi sınıfının elitlerin geliştirdiği küreselleşme ve neo-liberal ekonomik yapıya tepkisini anlamak mümkün oluyor. Onlar için küreselleşme fabrikaların kapanmasına veya yabancıların eline geçmesine yol açıyor ve dolayısıyla onunla mücadele eden partilere oy verilmesi gerekiyor. Bu olguyu sadece ABD’de değil, bir çok Avrupa ülkesinde de görür olduk.  Ve eskiden işçi sınıfı daha eşitlikçi olarak gördüğü sosyal demokrat partilere, hatta bazı Avrupa ülkelerinde komünist partilere oy verirken bugün aynı insanlar veya onların konumunda olanlar ABD’de Trump’un yeni bir şekil verdiği Cumhuriyetçi Partiye, Avrupa’da da aşırı sağ partilere oy veriyorlar.  Başta ABD’deki Demokrat parti olmak üzere Avrupa sosyal demokrat partileri yeni bir söylem geliştiremedikleri veya değişimin korkulacak bir şey olmadığı konusunda seçmenlerini ikna edemedikleri sürece, demokrasilerin sağa kayması kaçınılmaz gibi geliyor.        

- Advertisment -