Rahmetli Şerif Mardin’in “Siyaset Bilimine Giriş” sınavında sorduğu soruya itiraz etmiştik. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, 1968 sene sonu sınavıydı. Sonra da sınavın ertelenmesini istedik. Gerekçemiz, hocanın Marksizm’e “kehanet” demesiydi. Daha sonraki yıllardaysa, Şerif Hoca, “mahalle baskısı” deyimini, siyasi literatüre kazandıracaktı.
İnsanların mensup oldukları mahallenin baskısı altında kalarak gerçek düşüncelerini saklamaları ya da çarpıtarak yansıtmaları, bir evrensel dert olarak önümüzde.
Demokratik olmayan rejimlerde, zaten, konuşmadan, yazmadan önce durup düşünürsünüz. “Demokrasinin geçerli olduğu” varsayılan rejimlere gelecek olursak… Gelişmekte olan ülkelerde, ifade özgürlüğü çabası, önemli sonuçlar verebilir. Her çaba anlamlıdır. Türkiye de geçmiş dönemlerde ciddi mesafeler aldı.
Güncel tartışmanın öznesine gelecek olursak: Fatih Altaylı‘nın, 2003 yılında, Eren Keskin’e yönelik incitici sözleri hala başta erkek gazeteciler olmak üzere tüm medya adına utanç verici.
Altaylı, Eren Keskin için, mesleki açıdan hepimizi utandıran, kimsenin görmek ya da duymak istemediği yakışıksız ağır ifadeler kullanmıştı.
Burada tekrar etmeyelim, gerek yok. Sebep, Eren Keskin’in Güneydoğu’da, kadınlara tecavüzü de içine alan insan hakları ihlallerine dikkat çeken bir basın toplantısı yapmasıydı.
Dün sabah Eren Keskin’in Fatih Altaylı ile ilgi bir açıklamasını gördüm. “Fatih Altaylı özellikle 90’lı yıllarda insan hakları savunucularının karşısında durdu. Benim ifade özgürlüğümü hiçe sayarak ölüm tehditlerine maruz kalmama neden oldu. Ama biz yine de tutuklu yargılamaya karşıyız. Serbest bırakılsın ama bizden uzak olsun. O başka. Kendisinin tutuksuz yargılanmasından yanayım” diyor.
Demokrasi, başkasının özgürlüğünü savunma cesareti gösterebilmekle gelişen bir kültür. Tabii bu “başkası”, bazen, kaba-saba biri olabilir, basit konuşan biri olabilir, değerli içerik üretemeyen biri olabilir. Öyle bile olsa, özgürlük herkes için ve herkes adına savunmak zorunda olduğumuz gereken bir değer.