Selefilik

Selefilerin tezine göre vahyin inişinden sonra zaman geçtikçe iç ve dış sosyal ve politik gelişmelere paralel olarak Müslümanların din anlayışında ve hayat pratiklerinde bozulmalar meydana gelmiştir, söz konusu bozulmalara karşı koymanın yolu, ilk nesillerin sahih din anlayışı ve pratiğinden geçer. Kısaca Ahmet ibn Hanbel ve klasik dönem Selefileri takip edenlerin tezlerini iki noktada toplamak mümkün: Biri fetihlerle sosyo politik değişim ve mücadelelerle Müslümanların din algılarını tekrar sahih öze dayandırmak, diğeri İslam birliğini (İttihad-ı İslam’ı/Vahdeti) yine ancak Peygamber Sünneti’yle sağlamanın mümkün olduğunu söylemek.

Başlangıçtan günümüze kadar tarihsel ve reel İslam’ın en önemli akımlarından biri olan Selefiliği kısaca tanımlamak gerekirse, Müslümanların din anlayışlarını ve sosyo politik hayatlarını (ameli hayat) Selef-i salihin’e dayandırma tezi olduğunu söylemek mümkün. Selef-i salihin, vahye ilk muhatap ve Hz. Peygamber (s.a.)’in eğitiminden geçmiş olan Sahabe nesli, Sahabeyi takip eden Tabiin ve bu nesilden sonra gelen Etbe-i tabiindir.

Etbe-i tabiinin son temsilcisi ve belki de doktrinel kurucu imamı Ahmet ibn Hanbel (164/780-241/855)’dir. Ahmet ibn Hanbel, 20 küsur sene süren Mihne (hapis, işkence, sürgün, devlet baskısı ve yasakları) döneminde Mutezile’yi resmi din ve resmi mezhep ilan eden Abbasi yönetimi tarafından hapise atılmış, elleri ve ayakları parangalı Tarsus’ta Bizans’la savaşta olan Halife Me’mun’un huzuruna getirilmek üzere yola çıkarılmışken yolda Şam’da vefat etmiştir. Abbasilerin en entelektüel hlifesi Me’mun akılcıydı ama akılcı izahlarını muhalif ulemaya ve topluma devlet gücünü kullanarak benimsetmek istiyordu, bu maksatla Mutezile’yi resmi mezhep ilan etti, akılcı Mutezile de bunu kabul etti.

(Haşiye, 1:  Selim akıl ahlakidir, insanı kötülüğe sevketmez, aksine yüksek ahlaki norm ve erdemlere referans olur ancak vahiyden ve temiz vicdandan kopuk olunca akıl kötülükleri meşrulaştıran rasyonalizasyona döner, her türlü baskı ve totalitarizmin aracı olur; Abbasi Mutezilesi’nin aracısı olduğu Mihne’nin çağımızdaki iki örneği Faşizm ve komünizm’dir, her iki otoriter ve totaliter rejim meşruiyetlerini fiil olmaktan çıkmış, başka bir deyişle akletmeyen salt akıldan ve akılcılıktan alıyorlardı.)

Selefilerin tezine göre vahyin inişinden sonra zaman geçtikçe iç ve dış sosyal ve politik gelişmelere paralel olarak Müslümanların din anlayışında ve hayat pratiklerinde bozulmalar meydana gelmiştir, söz konusu bozulmalara karşı koymanın yolu, ilk nesillerin sahih din anlayışı ve pratiğinden geçer. Ahmet İbn Hanbel’e fıkıh usulü ve fıkıh dersi veren İmam Şafii de bozulmaların panzehiri olarak Sünnet’i gösterirken, hikmet olarak Sünnet’ten anladığı Hz. Peygamber’in din yorumu, tefsiri ile fetihlerle İspanya’dan Çin sınırına dayanan Müslüman dünyanın (Daru’l İslam) sosyal, politik, ekonomik hayat pratiklerinin yine Peygamber Sünneti ve Siret’i esas alınarak oluşturulmasıydı. Kısaca Ahmet ibn Hanbel ve klasik dönem Selefileri takip edenlerin tezlerini iki noktada toplamak mümkün: Biri fetihlerle sosyo politik değişim ve mücadelelerle Müslümanların din algılarını tekrar sahih öze dayandırmak, diğeri İslam birliğini (İttihad-ı İslam’ı/Vahdeti) yine ancak Peygamber Sünneti’yle sağlamanın mümkün olduğunu söylemek. İmam Şafii’nin fıkıhta Sünnet’e, hadis alanında Buhari ve Müslim’den de çok daha yetkin Ahmet ibn Hanbel’i Haber veya Eser’e (Hadis) yönelten motivasyon budur.

Bu çerçevede klasik Selefiliğin üç alanda yoğunlaştığını tespit edebiliyoruz: 

1. Kur’an’ı anlama yetisi olarak hikmeti Sünnete irca etmek 

2. Hayat pratiklerinde Münzel Şeriat’a aykırı ve sonraları İslam’a girmiş bid’at ve hurafelerle, harici unsurlarla mücadele etmek 

3. Modern selefilerin aksine manevi/enfüsi hayatta zühd ve takvayı esas almak.

Aslında Selefi çizgiyi takip eden Hind ulemasından Nedviler, söz konusu manevi boyutla ilgilenen tasavvufa Batınî Fıkıh demişlerdir. Nitekim pek katı selefi diye haksız propagandaya maruz kalan Ahmet ibn Hanbel’in bu konuyla ilgili yazdığı eserine Kitabü’z Zühd adını vermiştir. Sonraları onu takip eden İbn Teymiye (öl. 728-1328) ve İbnü’l Kayyim el Cevzi (öl. 751-1350) de manevi hayatla ilgili eserler kaleme almışlardır, modern selefiler/Vahhbiler ise tasavvuf ehlini şirk koşmakla suçlamaktadırlar. Tasavvufa karşı alerjinin ağırlıklı olarak Muhammet bin Abdulvahhab (öl. 1206-1792)’tan kaynaklandığını söylemek mümkün, modern selefiliğin üzerinde Vahhabilğin etkisi pek aşikârdır.

Farklı versiyonları olmakla beraber modern zamanlar Selefilğin önemli isimleri arasında Cemaleddin Efgani (öl. 1897), Muhammed Abduh (öl. 1905), Muhammed Reşit Rıza (1935), Seyyid Kutup (1966), Ebu’l A’la Mevdudi (1979) ve bu çizgidekiler yer almaktadır.

Modern Selefi akımları üç ana gruba ayırabiliriz: Usuli selefilik, Ameli selefilik ve Siyasi selefilik.

Usuli selefilik ağırlıklı olarak epistemolojik olup bilginin elde edilmesiyle fıkhi hükümlerin istinbatında takip edilmesi gereken usulle/yöntemle ilgili teorik/kültürel mahiyettedir. Şii dünyada 19. Yüzyılda süren tartışmaya benzer şekilde habere/esere dayalı (ahbari) olanı olduğu gibi –ki Suud selefileri ve Irak, Suriye, Mısır vb. yerlerdeki selefiler genellikle bu çizgidedirler- Abduh, Reşit Rıza, Kutup ve Mevdudi gibi aslolan yöntemdir iddiasında olanları (usuliler) vardır. 

2025’in ilk aylarından itibaren Suriye’de yönetimi ele geçiren HTŞ paradigmatik olarak Ahbari selefi bir tablo çizmektedir. Daha öncesinde El Kaide, IŞİD/DAİŞ ve Nusra vardı, zaman içinde HTŞ bu örgüt ve oluşumlardan ayrışmış, daha kendine özgü belli bir çizgiye gelmiş bulunmaktadır. HTŞ’nin alimler grubu, mütefekkirleri olmakla beraber karakteristik çizgisi Siyasi selefilik içinde mütalaa edilebilir, sonraki yazımızda bu konuyu ele almaya çalışacağız.

Ameli selefilik özü itibariyle tebliğci ve davetçidir. Aralarında hayli farklar olsa bile, takip ettikleri yöntem itibariyle Hind yarım kıtasında merkezi olan Tebliğ cemaati ve Mısır selefileri bu çizgide yer alırlar. Selefilerin Sünnet’ten anladıkları formlardır. Kılık kıyafet, sakal, misvak, takunya, eteklerin topuk üstünde olması (huyela), namazın aşırılaştırılmış rükunları vs. Horasan merkezli mitolojik ve mistik tesavvufa dayanan İsmail Ağa cemaati de –en azından şekil itibariyle- sarık-cübbe, çarşaf ve sakala merkezi vurgu yapmaları dolayısıyla Hindli Tebliğcilere ve Mısır selefileriyle benzerlik göstermektedirler. Bu yazıda ana hatlarıyla Selefiliği ele aldık, sonraki yazıda Selefileri ve Suriye’de yönetimi ele geçiren HTŞ’yi ele almaya çalışacağız.

- Advertisment -