Ana SayfaGÜNÜN YAZILARI“Marke yapıyoruz arkadaşlar”

“Marke yapıyoruz arkadaşlar”

Gösteri sürüyor, ama kimse bakmıyor. Yönetenler iktidardaymış, muhalefet muhalefetmiş, seçmen seçmenlik yaparmış gibi… Dikkat dağılır da göz sahneden çekilirse, herkes rol keser: Dansçı yerini korur ama adımını küçültür, siyasetçi kürsüde kalır ama sözünü boşaltır. Marke yapan yalnızca sahnedekiler değil; bakmayı bırakan her izleyici bu oyunun ortağıdır.

Geçtiğimiz günlerde dans eğitmeni bir arkadaşım, provalarda ve kimi zaman canlı gösterilerde başvurdukları ilginç bir şifreyi anlattı. İzleyicinin dikkati dağılır, salonun gözü yemeğe ya da telefona kayarsa dansçılar aralarında bakışıp hafifçe gülümseyerek şu cümleyi fısıldarlarmış: “Marke yapıyoruz, arkadaşlar!” O andan itibaren yerleşim ve çizgi kaybolmadan adımların açıları daralır, dönüşler kıvraklığını yitirir, enerjinin tonu kısılırmış. Gösteri devam eder; ama artık sadece dekor ayakta kalsın diyedir. Çünkü izlenmeyen dans, dans olmaktan çıkar.

Marke yapmak terminolojide aslında zihinsel-bedensel bir prova tekniğidir: koreografiyi ezberleyip kondisyonu korumak için hareketleri tam güç harcamadan işaretlemek. Sözcük Fransızca marquer fiilinden gelir, kök anlamı ‘işaretlemek’tir. Türkçe’de spor diline de uğramış; karşı takımdaki oyuncuyu yakından takip ederek hareket alanını daraltmak demektir. Ancak burada sözünü ettiğim hâli, salonda ilgi dağılınca tetiklenen bir savunma refleksi: “Madem kimse izlemiyor, kaytaralım”.

Böylece marke, sahnedeki dikkat kaybının görüntüsüne dönüşür ve bu hâliyle bana çok daha büyük bir alanın metaforunu hatırlatır: siyaset.

Türkiye’de siyaset uzun süredir marke yapıyor. Yönetenler iktidardaymış gibi yapıyor, muhalefet muhalefetmiş gibi. Seçmen de yalnızca seçmenlik yapar gibi. Anayasa varmış gibi, yasalar uygulanıyormuş gibi, denetim mekanizmaları çalışıyormuş gibi. Sanki büyük bir kolektif illüzyonun içindeyiz. Gösteri sürüyor ama esas olan eksik: dikkat, takip ve sorumluluk.

Marke yapmanın sorumlusu sadece sahnedeki oyuncular değil. İzleyici de bu dağılmanın aslî fâili. Çünkü siyaset, yalnızca mecliste ya da meydanlarda değil; mutfakta, okulda, sokakta, ekranda, sandıkta yaşar. Vatandaş, siyasetçinin yaptığını izlemeyi, eleştirmeyi ve talep etmeyi bıraktığında; siyasetçi de kendisini izleyen olduğunu unutunca, ortaya bir tür içe dönük performans kalıyor. Ciddiyetini yitirmiş, kendi kendine eğlenen, yorgun ve içi boş bir ritüel. Bugün Türkiye’de marke yapanlar yalnızca siyasilerle sınırlı değil. Mecliste el kaldıran vekil, belediyede proje açıklayan başkan, kamera karşısında demeç veren bakan bir yana; ekran başında ahkâm kesen yorumcu, kurumsal vizyon sunumu yapan CEO, sponsor peşindeki STK sözcüsü de aynı sahte performansın parçası. Çoğu bir biçimde rol kesiyor; çünkü bu rollerin artık sahici bir karşılığı kalmadı ve izlenmeyen bir koreografiye dönüştü.

Asıl tehlike tam da burada: Marke yapmak bulaşıcıdır. Siyasetten kuruma, kurumdan bireye yayılır. Bürokrasi marke yapar, eğitim marke yapar, kurumdaki yönetici marke yapar, medya marke yapar, sivil toplum kuruluşları marke yapar…

Vatandaş da öyle. Oy verir gibi yapar, tepki gösteriyor gibi yapar, gündemle ilgileniyor gibi yapar. Gerçekte ise dikkat dağılmış, sorumluluk buharlaşmıştır. Kimse neyin peşinde olduğunu hatırlamaz.

Üstelik bu durum, tekil aktörlerin kötücüllüğünden değil, sistemin kendisine sirayet eden yapısal dağılmadan kaynaklanıyor. Örneğin bir bakan, çok net bir kamu krizinde kamera karşısına geçip saatlerce konuşabilir ama hiçbir şey söylemeyebilir. Bir muhalefet lideri, kendi seçmenine umut veriyormuş gibi yapıp, aslında kimseyi ikna etmeye çalışmadan siyasetini tekrar eder. Medya, skandal üzerine yayın yapar gibi yapar ama esas fâili es geçer.

Tüm bu marke hâli, dikkatini yitirmiş bir toplumda sıradanlaşır. Bir süredir artık bu sistemin ana dili marke. En büyük beyanlar, en sert çıkışlar, en yüce idealler… Gerçekte ne bir karşılık buluyor ne de bir irade. Kimi zaman bir parti kongresi, kimi zaman bir yerel yönetim kampanyası, kimi zaman bir siyasi kriz: Herkes bir şey yapıyormuş gibi ama hiçbir şey değişmiyor. Bu da gösteriyor ki, sorun yalnızca aktörlerde değil, oyunu izleyenlerde de. Çünkü markeye alan açan şey, seyircinin ilgisizliği. Bu yüzden marke sadece bir gevşeme değil, aynı zamanda bir yozlaşmadır. Bir toplumun, kendi hakikatinden uzaklaşmasıdır. Ve bu kopuşun sorumluluğu yalnızca iktidarda değil,
izleyici pozisyonundaki herkesin omzundadır.

Dansçının gevşemesine kızmak kolaydır. Ama asıl mesele, neden dansçının gevşediğidir. Neden takip ortadan kalkmıştır? Neden izleyici başka yere bakar olmuştur? Neden bu sahne artık kimseyi ilgilendirmemektedir?

Çözüm burada başlar: Dikkati yeniden toplamak. Takibi yeniden başlatmak. Seyirci pozisyonuna geri dönmek. Çünkü bir toplum, siyasetini izlemediği anda siyaseti gerçekliğini kaybeder. Sadece sahnedeki değil, salondaki herkes rol yapar hâline gelir.

Seyircinin dağıldığı yerde hakikat olmaz. Takip, farkındalık ve sorumluluk bir yurttaşlık ödevidir.

Gerçek bir dans için, sadece sahne değil, göz de açık olmalı.

- Advertisment -