Ana SayfaYazarlarŞii hilali dolunaya dönerken: Pürsik düğümü şimdi de Belucistan’da mı?

Şii hilali dolunaya dönerken: Pürsik düğümü şimdi de Belucistan’da mı?

 

Bu yazı, 24 Ekim’de meydana gelen terör saldırısının hemen sonrasında kaleme alınmış ama demlenmesi için bir kenara bırakılmıştı. Ancak yazı daha yayımlanamadan, Pakistan’da bu defa 12 Kasım günü, evvelkileriyle neredeyse aynı şiddette başka bir patlama daha yaşandı. Patlama yine Belucistan’da ve bir türbede, ziyaret edenlerin arasına karışmış bir intihar bombacısı eliyle gerçekleştirildi. Böylece onlarca hayatını kaybeden yanında yüzlerce yaralıyla Pakistan’daki terör saldırılarına bir yenisi daha eklenmiş oldu. Saldırının bir türbede, bölgenin sufi gelenekleri içinde zikir ve sema yapılırken gerçekleştirilmiş olması doğrudan doğruya Sünni örfüne yönelik bir tasarruf şüphesini doğurmakta. Görünen ve bilinen o ki, bu saldırı Pakistan’da ne ilk ne de son olacak. Diğerlerinde de görüleceği üzere bu saldırının da ardına saklanmış politik, diplomatik, ekonomik ve hatta mistik mesajlar bulunmakta. Bölgede bu türlü mesajların böyle verilmesi şaşırtıcı da değil. Çünkü ima, Şark’ta anlatmak için tercih edilen bir konuşma biçimi.

 

Bu yazının yazılmasına sebep olan büyük patlama ise 24 Ekim 2016 tarihinde, Pakistan’ın Ketta isimli serhat şehrinde meydana geldi. Patlama sonucunda pek çok kişi yaşamını yitirdi; pek çok kişi de çeşitli şekillerde yaralandı. DAEŞ’in Afganistan kolunun yanı sıra Leşker grubunca düzenlendiği düşünülen saldırı, aslında bölgeden ziyade Ortadoğu’nun ve stratejik çabaların nasıl okunması gerektiğiyle de ilgiliydi. Sonuçta görünen ile gerçek bir olmayabiliyor. Görünenler gerçek olanlardan farklı bir çerçeve çizebiliyor. Etkili ve kullanışlı terör olayları, görünen o ki, ihtiyaç duyulduğu yerlerde belirginleşebiliyor. Tıpkı Pürsik Düğümü’nde olduğu gibi lazım görülen yere getirilip sıkılıyor. Ta ki görevi bitip de düğüm gevşetilene kadar. Düğüm şimdi Pakistan ve Belucistan’da mı yoksa? Pek çok şey söylenebilecek olmakla birlikte burada sadece bir iki hususa değinmek ve dikkat çekmekle yetinilecek.

 

İlkin Pakistan’ın pek çok bakımdan Ortadoğu’nun içinde yer aldığı dile getirilmeli. Ülke, coğrafi olarak İran ile Hindistan arasına sıkışmış olsa da jeopolitik önemi yanında nüfusunun mobilizasyonu ve niteliği yahut dış yardımlara muhtaç olması gibi sebepler yüzünden Ortadoğu’ya dahil edilmesi gerekiyor. Uzun yıllar süren ve hala varyant biçimde devam eden Afganistan’daki savaşlarda Pakistan her bakımdan Ortadoğu’nun göbeğinde bir rol üstlendi. Sünni bir kimlik taşıması, onu, pek çok defa çeşitli akımlar için bir set işlevi görmek zorunda bıraktı. Genç ve büyük nüfusu büyük güçler için çeşitli tasarruflarda enstrüman olarak kullanılabilmesinin imkanlarını da oluşturdu. Suudi Arabistan’ın korunmasından hizmet sektörüne değin beşeri sermayesi üzerinden de Ortadoğu ile ilişkiler kurdu. Zamanında yapılan ve halen sürdürülen bir dizi paktla da Sünni bloğun içinde kendine bir yer edindi. Yukarıda anılan ve diğer sayılamayan hususlar yüzünden Pakistan her daim Ortadoğu’nun politikaları içinde göründü. Bu yüzden Pakistan Hint Alt Kıtası’nda olsa da Ortadoğu’da kendisine bir şekilde ve çeşitli ölçülerde yer buldu.

 

Sekiz [8] eyaletten müteşekkil Pakistan’ın önemli eyaletlerinden biri hiç kuşkusuz Belucistan’dır. Aslında eyaletlerin oluşması da ayrı bir mesele olarak ele alınmayı hak ediyor. Ne var ki bu mesele, Hindistan ile Pakistan’ın ayrılmasına dek götürülebilecek köklü ve sorunlu bir duruma karşılık gelmekte. Belucistan, Pakistan’ın bağımsızlığını ilan etmesiyle teşkil ettirilen bir coğrafi bölge. Geleneksel olarak İran, Afganistan ve Pakistan arasında bölünmüş bir coğrafyaya karşılık gelmekte. Bununla beraber coğrafi yakınlık dolayısıyla bu ülkede yerleşik Beluçlar da dikkate alınacak olursa Umman da Belucistan’a dahil edilebilir. Bu bölgelerde yaşayan Beluçlar arasında da bir etnik birlikten bahsedilebilir. Zaten buna ait bağımsızlık yanlısı bir Beluç hareketiyle de Pakistan uzun süredir mücadele etmekte. Ayrılıkçı hareketin de derin ve tarihi sebepleri olmakla birlikte şimdilik bu kadarıyla yetinmek gerekecek. Belucistan, Müslümanlarla Hinduların birbirlerinden ayrılmasından önce de önemli bir sorun kaynağı olarak yönetimi meşgul etmekteydi. 1948 yılından sonra da Pakistan idaresinin enerjisini harcadığı yerlerden biri olarak kalmaya devam etti. 5. ve son kalkışma ise 2003 yılında yaşandı. Zaten sırf bu kalkışmalardan ötürü pek çok milliyetçi Beluç Pakistan dışında sürgünde yaşamakta.

 

Belucistan’ın en önemli özelliği, coğrafi anlamda stratejik bir konuma sahip bulunmasıdır. Öncelikle İran ve Afganistan arasında uzun ve görece güvensiz, korunamayan bir sınırı mevcut. Ayrıca Hint Okyanusu’ndaki kıyısıyla Basra Körfezi’nin girişini kontrol edecek deniz imkanlarına da sahip. Keza Umman’a olan coğrafi yakınlığı bakımından da Arabistan Yarımadası’yla hem fikri hem ekonomik hem de kültürel temaslar kurmuş durumda. Bununla beraber bölgenin otonom bir görüntü çizmesi çeşitli güvenlik problemlerinin doğmasına da yol açmakta. Kontrolsüz bir yönetim biçiminin benimsenmesi ya da nispeten merkezi hükümetin göz yumması, bölgedeki kabileleri kuvvetlendirmekte. Kabilelerin yerel anlamda baskın yönetim birimleri halinde organize olmaları ise hükümet bakımından müdahaleye ihtimal bırakmayacak oluşumlara imkan tanımakta. Keza böylesi durumlarda hükümetin yerel güçlerle ittifaka gittiği bilinmektedir. Bu hal bölgeyi sıkıntılı bir hale dönüştürmekte ve pek çok dış müdahaleye de açık duruma getirmektedir.

 

2000’li yılların başında, Belucistan merkezli olmasa da burasının temel teşkil edeceği ve tüm Pakistan’daki dini birlikteliğin yeni boyutu olan siyasi, dini ve politik birliktelikler yaşama geçirilmişti. Ancak bu girişim çok uzun soluklu olamadan çeşitli siyasi gerekçelerle işlevsiz kaldı. Oysa, Pakistan’ın Şiilerinden muhafazakarlarına yahut ceditçilerinden mutasavvıflarına değin geniş bir yelpaze çizmesi bu birlikteliği önemli kılmıştı. Elbette bu husus ayrıca tartışılmalıdır. Fakat görünen o ki Pakistan’ın sıkıntılarını gidermede önemli bir girişim olan birliktelik resmen son erse de bir şekilde zihnen devam etmekteydi. Bu son saldırı aslında bu birlikteliğin geri kalan kısımlarını da berheva etti. Böylece Pakistan’ın Sünni bloğu içindeki nazik sosyal ve siyasi yapısına bir darbe daha vurulmak istendi. Aslında yapılmak istenilenin daha büyük bir resmin parçası olduğunu söylemek de mümkün.

 

Belucistan meselesinin uzun zamandan beri ilgililerinin dikkatini çekmekte olduğu ifade edilebilir. Öteden beri bu coğrafyada etnik homojenlikler üzerinden mikro-siyasetlerin dillendirildiği şaşırtıcı olmaz. Benzer bir temrinin Belucistan için de yapıldığı görülmektedir. 2006 yılında Ralph Peters’in meşhur olmuş makalesinde görselleştirildiği üzere Pakistan’ın da sınırları bakımından yeniden tasarlandığı görülmektedir. Peters’in ete kemiğe büründürdüğü düşüncelerine göre Gvadar merkezli bir Belucistan, Pakistan’dan ayrı ele alınmakta. Pakistan’ın diğer parçaları ise Afganistan ile Hindistan arasında bölüşülmekte; geri kalan çok ufak bir koridor da Pakistan olarak yaşamını sürdürmekte.

 

Genel olarak Pakistan’da, özel olarak da Belucistan ve eyaletin önemli şehirlerinden biri olan Ketta’da ardı ardına saldırılar yaşanmakta. Bu saldırıların tesadüfi olmadıkları iyi kötü bilinmektedir. Uzun zamandan beri ölümle sonuçlanan kanlı saldırılar sürmekte olmasına karşın son altı [6] aydan beri saldırıların hem şiddeti hem de etkisinin arttığına şahitlik edilmekte. Saldırıların etkisi bununla da kalmamakta toplum üzerindeki ayrıştırıcı etkisini yoğunlaştırdığı gibi merkezi hükümeti de etkili güvenlikçi çözümler geliştirmeye itmektedir. Geçen Ağustos ayında yine Ketta’daki bir hastaneye düzenlenen intihar saldırısında aralarında hukukçuların da olduğu 88 kişi yaşamını yitirmişti. Bu saldırının arkasında da Taliban’ın Pakistan’daki uzantısı Cemaatü’l-Ahrar’ın olduğu iddia edilmişti.  Özellikle 24 Ekim 2016’da yaşanan ve 59 kişinin ölümü, 117 kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan yerel Polis Eğitim Merkezi’ne yapılan son saldırı hem ülke hem de dünya kamuoyunu derinden etkiledi. Leşkerlerin Şii Hazaraları sürekli biçimde hedef almaları da bu olayların içine katılması gerekir.

 

Tüm bu olup bitenlerin arkasında farklı ve çeşitli varyantlardan oluşan mekanizmaların olduğunu belirtmek gerekiyor. Yukarıda da kısaca değinildiği üzere Pakistan ile Suudi Arabistan arasında gelişmiş ve süreklilik arz eden ilişkilerin ortadan kaldırılmasında önemli bir hamleye karşılık gelmek ihtimali göz ardı edilmemeli. Çünkü Suudi Arabistan’a doğrudan bir müdahalede bulunmadan onun bağlaşıkları üzerinden hesaba girişmek zaten yeni bir şey de değil. Zira Pakistan savunma meselelerinden ülkenin altyapı işlerine değin insan kaynağı ile her zaman Suudilerin müttefiki olmuştur.

 

Hatırlanacağı üzere 2015 yılında Rusya ile Çin’in lokomotif olduğu Şanghay İşbirliği Örgütü bir denge gözeterek hem Pakistan hem de Hindistan’ı birlikte tam üyeliğe kabul etmeye karar vermişti. Amerika Birleşik Devletleri’nin etkisine uygun bir şekilde genişleme planları yapan örgüt, böylece Asya’da etkili ekonomik ve siyasi bir birliğin kurulmasının planlarını da etkinleştirmekteydi. Tabii bu planların gerçekleşme durumunun sahadaki manevralar yanında diplomatik alandaki becerilere de muhtaç olduğu tahmin edilebilir.

 

Bir başka mesele ise Çin’in kendi ekonomik kalkınmasında Pakistan’a, Pakistan’ın Belucistan eyaletine bir önem atfetmesi, yatırımlarda bulunmasıdır. Çin, ülkeyi kuzeyinden güneyine kat eden birbirine paralel bir ulaşım hattı inşa etmekte. Tek Kuşak Tek Yol adı verilen bu devasa projenin bir alt başlığı da Pakistan’ı kapsamakta. Sırf bu yüzden denizlere ulaşmaya çalışan Çin’in dört bir tarafta limanlar ve demiryolları inşa ettiği zaten herkesin bilgisi ve gündeminde. Demiryolu ve otobanın finansmanı ve inşası bu çerçevede ele alınmaktadır. Bu kapsamda Çin, Gvadar’da sona eren bir demiryolu hattı ile otoban inşa etmekte.

 

Çin’in de Asya’daki politik tavırlarında yaşanması gereken çeşitliliğin anlaşılması icap eder. Ekonomik anlamda halen Amerika’nın siyasetine bağlı kalmak durumunda olan Çin’in senkronize bir şekilde hareket etmesi gerekmektedir. Bu yüzden Çin’in, Amerika ile Rusya arasında olabildiğince dengeli bir biçimde ilerleyerek kendi geleceğini kurmaya çalıştığı tahmin edilebilir. Çin’in Pakistan gibi ülkelerde özellikle ön alması gerektiğini Brzezinski çoğu defa dile getirmektedir. Brzezinski’nin öngörülerine istinaden Çin’in Suriye ve Irak gibi Ortadoğu meselelerinde Amerika ile hareket edip buna uygun kararlar alması yerinde olacaktır. Yine yazara göre aksi halde, kaos olarak adlandırdığı durumun kontrol altına alınamaması, Çin’in batı ve güney bölgelerini [Müslümanların yaşadığı bölgeler] etkilemesi mukadderdir. Bu öngörünün Çin’deki karşılığının ne olduğu belki başkentlerde bilinmektedir. Ancak durumun çetinliği Çin’e ekonomik temelli olanların dışında hazırlık yapmak fikrini vermiş olabilir. Sırf bu yüzden Pakistan siyasi ve ekonomik yardıma ihtiyaç duyan bir ülke olarak Çin’i yanında görmek isteyecektir. Çin ise Pakistan’ı bu anlamda bir tampon bölge şeklinde telakki edebilecektir.

 

Çin’in, dünya ölçeğinde büyük bir limanlaştırma projesine kalkışmış olduğu yukarıda söylenmişti. Buna dair, bilhassa, demiryolları projesi üzerinde yazmak ve düşünmek gerekiyor. Bu kapsam içinde bir Çin devlet şirketi Gvadar’ı kırk [40] yıllığına kiraladı. Benzer bir biçimde Gvadar’la birlikte ve onun uzantısı olarak Cibuti’de de bir liman kurup derinleştirme işlemine başladığı bilinmekte. Ancak Gvadar’ın önemi, diğer hemen hemen tüm limanlardan daha fazla ve daha dikkat çekici. Çünkü Gvadar son tahlilde, tasarlanan enerji koridorunun önemli noktalarından biri. Belki de Bangladeş’in önemli şehri Çittagong’da veya Sri Lanka’nın başkenti Kolombo’da inşa edilenden veya tankerleri korumak üzere elden geçirilen Şeyşeller’deki limanlardan çok daha önemli.

 

İran’ın genel tavrı ile Amerika Birleşik Devletleri’nin tavrı arasında bir senkronizasyon şüphesi her zaman duyulmalı. Çünkü İran’ın Amerika ile vardığı anlaşma neticesinde finansal anlamda bir rahatlamaya gideceği tahmin edilmekte. Amerika’nın İran’a karşı müzakerelerde belli bir seviyeye gelmesi en azından İran’ın çeşitli ülkelerde bulunan varlıklarını kullanma imkanını mümkün kılacak maddeleri de beraberinde getirdi. Global ölçekteki bu müsaade yahut anlaşma Suudi Arabistan’ın frenlenmesini de içerecek oblursa bir sürpriz olarak elbette görülemez. Öyle olunca İran’ın, Sünnileri rahatsız edecek ve böylece onları dengeleyecek siyasi, diplomatik ve ekonomik enstrümanlara kavuşması ya da kavuşturulması şaşırtıcı olmayacaktır. Bu genel çevirme faaliyetleri içinde zaten İran da benzer bir hamle ile İran Belucistanı’nda yer alan Çabahar’da derin liman çalışmalarına başladı. Bu iş için öncelikle var olan limanı daha da genişleterek deniz taşımacılığında, en azından Hint Okyanusu kapsamında, söz sahibi olmanın girişimlerinde bulunma kararını aldı. Bu inşa hareketini elbette tek başına karşılayacak ne durumda ne de finansman imkanlarına henüz sahip. Afganistan’ın Hajigak kömür madenlerinin Zahedan güzergahından Çabahar’a indirilmesi planları Hindistan’ın ve İran’ın daha büyük hedeflerinin bir parçası. Çin gibi Hindistan’ın da küresel anlamda bazı hedefleri bulunmakta ve diğer hedeflerini de ona göre planlamakta.

 

Yoğun bir görüntü çizmese de, derin bir şekilde, Şii bandının Lübnan’dan Pakistan’a dek uzatılmasının izlerine rastlandığı müşahade ediliyor. Aslında bu normal süreç bir şekilde ilerlemekte. Şii politik dünyası genel bir yaygınlık içerisinde kendisini her yerde hissettiriyor. Şii görüş mensupları İslam dünyasının her bölgesinde olduğu üzere Pakistan’da nüfusa ve hatta Hindistan’da da Müslüman nüfusa oranla ciddi büyüklükler göstermekte. Pakistan’da 42.500.000’lik nüfus ile ülke nüfusuna oranla %18-25 aralığında bir Şii nüfusunun varlığından bahsediliyor. Benzer bir büyüklükle bu defa 45.400.000’lük Şii nüfus Hindistan’da yaşamakta. Hindistan Şiilerinin de Müslüman nüfusuna oranı %18-25 dolaylarında olduğu iddia edilmekte.

 

Genel görüntü, Mısır’dan Hindistan’a dek genel bir Şii Koridoru’nun oluşmakta olduğunu göstermesi bakımından manidardır. Koridorun Bangladeş’e kadar uzatılması da mümkündür.  Dolayısıyla Şiilerin yoğun olsun ya da olmasın bulundukları yerlerde etkinlik içerisinde örgütlenmelerinin önemli olduğu görülebilecektir. Genel nüfus içindeki paylarının nicelik değerleri yanında asıl dikkat çekici şey nitelikleriyle hem bulundukları ülkelerde etkinlik göstermeleri hem de İran’ın dünya politikasında takip ettiği politikalar için yumuşak diplomasi olanaklarını mümkün kılmalarıdır. Koridorun genişlemesinde bir beis görülmemekte ve derinleşmesine özen gösterildiği anlaşılmaktadır. Buna karşın Belucistan’daki Hazara gibi diğer Şii topluluklar üzerinde Taliban’ın Pakistan’daki uzantılarının yaptıkları iddia edilen saldırılar umulandan başka sonuçları doğurabilir.

 

Genel çerçeve içinde bu sorunlar devam ederken bir başka meselede ise Belucistan’daki Şiileşme faaliyetleridir. Epeydir Belucistan’ın hem İran hem de Pakistan tarafında çoğunluğa göre azınlık durumunda olan yerli Beluçlar sorunlar yaşamakta. İran’da Şii dailer aracılığıyla Beluçlar Şiileştirilmeye çalışılırken Pakistan’da bağımsızlık istekleri revaç buluyor. Ancak Pakistan’da Belucistan’ın özgürlük fikirlerinden daha başka sorunları bünyesinde barındırdığı da belirtiliyor. Ketta başta olmak üzere Pakistan’ın pek çok şehrinde ve bilhassa Belucistan topraklarındaki saldırılarla kendini gösteren huzursuzlukta sekter bir karakterin de gözlendiği dillendiriliyor.

 

Belucistan ve bu eyaletin özelinde Pakistan stratejik fay hatları üzerinde bulunması nedeniyle sarsıntılarla karşı karşıya kalmakta. Mücadele etmek zorunda olduğu ekonomik, sosyolojik ve kültürel sorunlara dini farklılıklar da eklenmektedir. Hindistan’dan ayrıldığından beri hedefinin hilafına bütünleşmiş bir ülke kuramayan Pakistan Afganistan’da yaşananlardan fazlası ile etkilendi. Afganistan’daki gerek kabile gerek dini gerekse enerji içerikli tüm anlaşmazlıları bir şekilde kendi bünyesine ithal etmiş bulundu. Sorunların ithali kırılgan Pakistan yönetimi ve idaresini daha da zayıflattı. Bu türlü sorunları ittifaklar kurarak üstesinden gelmeyi planladıysa da pek başarılı da olamadı. Hindistan ile yaşadığı politik sorunların yanında İran’la yaşadığı dini sorunları bazen çoğu defa Amerika bazen Suudi Arabistan kimi zaman da Çin’le giriştiği ikili işbirlikleri ile azaltma yoluna gitti. Her bir ittifak girişimi, büyüklüğüne göre, Pakistan’a nispeten kendi cirmine oranla pahalıya patladı ve pahalıya mal olmaya devam da ediyor.

 

Belucistan ve dolayısıyla Pakistan üç bakımdan tehlikelere açık bir konumda bulunuyor. Suudi Arabistan ile yakın işbirliği biraz da Pakistan’ı sıkıntılara korunaksız kılıyor. Suudi Arabistan’ın giriştiği her bir şeyde etkisi dolaylı yahut dolaysız Pakistan’da da hissediliyor. Suudi Arabistan’ın İran ile olan rekabeti bir şekilde ve değişen yoğunlukta Pakistan’ı da etkiliyor. Suudi Arabistan’ın hem hizmet sektöründe hem de askeri operasyonlarda önemli miktarlarda Pakistanlıyı istihdam etmesi iki ülke ilişkilerini özel kılıyor. Elbette bu özelliğin olumlu olduğu kadar olumsuz etkileri de kendini gösteriyor.

 

Çin’in hem enerji hem de ulaşım imkanlarını nitelikleştirmesi kendi ekonomik kalkınması bakımından hayati derecede önemli. Bu yüzden sürekli kısa yollar, korunaklı güzergahlar aramanın peşinde. Stratejik tercihlerini uygulamaya koyarken geleneksel Çin tavrıyla yaklaşmakta ve ticaret bağlarını kurmaya özen göstermekte. Görece ekonomik yetersizlik içindeki partnerlerini altyapı projelerini yapmak, geliştirmek ve yaygınlaştırmakla desteklemekte. Ne var ki Çin’in bu türlü ilişkiler kurması stratejik anlamda güçlü devletlerin dikkatini çekmekte. Bunda şaşılacak bir şey de yok. Dünya işleri belki de biraz bu şekilde idare olunuyor. Çin’in her adımı dolaylı yollardan takip olunduğu hissettiriliyor. Misal olarak Çin’in Pakistan’da giriştiği yatırım faaliyetleri bir bakıma ve dolaylı olarak Kazakistan’ın doğalgaz ve petrolünün Afganistan yoluyla Pakistan ve Hint Okyanusu’na inmesi anlamına geliyor. Öyle ki bu küresel anlamda bir çarpan etkisine sahip bulunuyor.

 

İran ise yavaş ancak derinden politik etkisini her yere ulaştırıyor. Politik önceliklerini neredeyse hemen hemen küresel güçlerle örtüştüren ya da örtüştürmesini bilen İran, yaygın bir uygulama alanı bulabiliyor; buna kısaca Şii Koridoru denilebilir. Sekter farklılıkları yumuşak bir kaldıraç şeklinde kullanan İran kendisine geniş bir hareket sahası inşa ediyor bu sayede. Pakistan’da genel görüntü Şiilerin olumsuz etkilendiği yolunda ancak bu türlü etkilerin sonuçlarının İran’ın lehine gelişim gösterdiği önceki örneklerden hatırlanabilecektir. Dolayısıyla bölgedeki tüm hareketlerin bir şekilde İran’ın inşa etmek istediği koridora olumlu katkıları olmaktadır. Yemen hatta Etiyopya’dan Pakistan’a dek en ufak faylar bile İran’ın tavrına bağlı hale gelebilmektedir.

 

Belucistan ve Pakistan tüm olumsuzluklara karşın bölgeyi idareye gayret etmekte. Fakat yapılabileceklerle imkan dahilinde olanlar Pakistan’ın lehine bir genişleme göstermeyecektir. Zamanın ruhu yanında politik öncelikler bu bölgenin diğer bölgelerdeki karşılıklı mücadelelerden etkileneceğini ortaya koymakta. Pakistan’ın kaderi belki de bu. Ne var ki Pakistan üzerinden İran, Suudi Arabistan, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin okunabilir. Zira karineler Pakistan’da bolca bulunmakta.

 

Pek çok şeyi hakikaten görmek hususunda şanslı olmak icap ediyor. Çünkü, bir perdenin önünde durup arkasında olan biteni seslerden ve gölgelerden anlamaya çalışmak neyse bu da ona benziyor. Hem Arap hem Sünni hem de Ortadoğu coğrafyasındaki olan biteni anlamak biraz da böyle bir şey. Söz konusu bahsi edilen bölgeler olunca hakikat ancak çok az kimseye görünür oluyor. Politika kurucuları ve uygulayıcılar zihnen ve ilmen de olsa bunlara bir şekilde hakim. Bu yetersizlik çerçevesinde bir şekilde çıkarıma varmak gerekiyorsa, bu, Şii politikasının Ortadoğu siyasetini domine ettiği şeklinde olmalıdır. Şii politikası genişleyip kuvvetlendikçe yeni ittifaklar kurabilmekte ve bu bölge yanında dünya siyasetinde de önemli bir mecraya dönüşebilmektedir.

 

Son tahlilde Pakistan’da olan biteni bütünüyle olmasa da bir şekliyle ve haliyle bu çerçevede anlamak mümkün. Pakistan gibi çeşitli sorunları bulunan Sünni çoğunluğu bulunan bir ülke her bakımdan Ortadoğu’yu bünyesinde barındırıyor. Pakistan içindeki Belucistan ise benzer bir rolü bu defa bölgesel anlamda üstleniyor. Suudi Arabistan’ın Pakistan ile olan işbirliği, Belucistan’ın kabileler konfederasyonu olması, Yemen’den Umman ve Pakistan’a dek uzayan Beluç etnisitesi, Beluçlardaki milliyetçi söylemler ve Hindistan’la olan rekabet ve saymakla bitmeyecek meseleler Pakistan’ı bir Sünni blok olmak konusunda zayıflatıyor. Doğrudan görünmese de enerji ve siyaset ayağında Pakistan’ın zayıflamasının başka zayıflıklara yol açacağından hamleler de ona göre yapılıyor. 1970’li yıllarda doğmaya başlayan ay, artık hilal olmak üzere; pek çok kimsenin dile getirdiği ve bölgede bir hilal gibi yükselen ay artık dolunaya dönmekte. Tehran’da doğan hilal Irak, Suriye, Lübnan, Mısır, Nijerya, Yemen, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Umman ve Pakistan ile çemberi tamamlamakta ve dolunay haline gelmekte. Bu mesele de önemli önemli olmasına ama asıl ehemmiyetli olanı ileriki yıllarda nasıl tutulacağı: Ay, güneşle dünya arasında mı kalacak yoksa dünyayı güneşle arasına mı alacak?

 

- Advertisment -