Çözüm Süreci’nde son durumu kabaca böyle özetleyebiliriz.
Şimdi ayrıntılara bakalım.
Çarşamba günü uzun adı Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi olan komisyonun önemli bir toplantısını gün boyu Meclis’te izledim.
Kapıdan, Meclis’in görkemli kabul salonuna doğru giderken görevlilere sadece “komisyon” deyince bütün kapılar hızlıca açıldı. Komisyon artık The Komisyon.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile gücü zayıflayan ve gündemden düşen Meclis’e uzun süre sonra yeniden spotların dönmesine neden oldu bu komisyon.
Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş da bu yüzden heyecanlı, çözüme odaklı ve süreci başarıyla modere ediyor.
İzlediğim oturumda Türkiye’nin en önde gelen think tankleri ve araştırma şirketleri dinlendi.
Türkiye akademik ve fikir hayatının ortalamasının çok üzerinde bir bilgi, veri ve analiz beyin fırtınası yaşandı.
Herşey sansürsüz, adı verilerek ve farklı siyasi ve sosyal perspektiflerle konuşuldu.
En çok şaşırdığım da bu oldu; Çarşamba günü 6 saat boyunca Meclis komisyonunda şahit olduğumuz ifade hürriyeti ve çeşitliği maalesef üniversitelerde, sivil toplumda ve televizyonlarda yok.
13 birbirine benzemez partiden temsilcilerin olduğu bir salonda Türkiye’nin en hassas, en cız meselesi büyük bir sükûnetle konuşuldu. Her oturumun sonunda milletvekilleri sunum yapanları tebrik etmek için sıraya girdi.
Çölde bir demokrasi serabı gibiydi.
Bu komisyon için Türkiye’nin mevcut atmosferinde bir parantez açılmış sanki.
Ama oturumu izlerken daha ilginç bir aydınlanma yaşıyor insan:
Türkiye, Kürt meselesi ve PKK meselesinde pek çok tabuyu aslında konuşa konuşa aşmış.
Belki de Meclis’te DEM’lileri duymaktan ya da meselenin artık konuşulmamış hiçbir tarafı kalmamasından ya da bütün bu konuşmaların çatışma ve bölünme niyetiyle değil, çözüm ve birleşme için niyetiyle yapılmasından kaynaklı bir hoşgörü çökmüş Meclis’in üstüne.
Artık “Sayın Öcalan”, “Kürdistan”, “Kürt sorunu”, “Mazlum Abdi”, “Rojava” ve Kürtçe kavramlar duyulduğunda sinirler gerilmiyor, tansiyon yükselmiyor.
Halbuki bu Meclis, 34 yıl önce sarı-kırmızı-yeşil bir saç bandı ve Kürtçe bir kardeşlik cümlesi için ortalığın birbirine karıştığı bir Meclis’ti.
Herhalde bu hoşgörülü ortam en çok, 1991’de 30 yaşında Diyarbakır Milletvekili olarak girdiği Meclis’in ilk günü, en genç üye sıfatıyla divanda otururken yaşanan linci 4K olarak izlemiş Sedat Yurttaş’ı şaşırtmış olmalı.
1994’de vekilliği düşürülüp tutuklandığı, Meclis’e yıllar sonra yine çözümün konuşulduğu bir komisyona sunum yapmak üzere çağrılmıştı Sedat Yurttaş.
Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM) adına başkan Mesut Azizoğlu ile birlikte komisyona yaptığı sunumda; 1993’de bizzat hazır bulunduğu Lübnan’ın Bari Elyas kasabasında Öcalan’ın ilk ateşkes basın toplantısından, 1997’de İstanbul’da MİT binasında eski DEP’li milletvekilleriyle devletin kurduğu temaslara kadar önceki çözüm süreçlerinden bahsetti.
Türkiye’de Kürt meselesinin çözüm tarihi, kaçırılmış fırsatlar tarihi aynı zamanda.
Ama herhalde geç kalındı duygusunu en fazla yaşayan Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi Koordinatörü olarak Meclis’te sunum yapan Yüksel Genç’ti.
1999’da Öcalan’ın yakalanmasından sonra PKK’yı sınır dışına çekip, feshetmesi üzerine bir barış mesajı olarak Türkiye’ye gelen 9 kişilik PKK’lı Barış Grubu’nun üyesiydi ve o diyaloğun çökmesi üzerine sonra uzun yıllar hapiste yatmıştı.
Konuşmasından önce yan yana oturduk bir süre. Hazırladığı sunumu bir tarafa atıp, esas olarak kendi hikayesini anlatmak istiyordu. Ama komisyon buna hazır mıydı emin olamıyordu, sürece de zarar vermek istemiyordu.
Ama esas olarak bu komisyonun yapmaya çalıştığı dağdan sivil hayata geri dönüşü bizzat tecrübe etmiş ama sonu hapiste bitmişti.
Tam tersine sonu itibarıyla sivil hayata entegrasyonun aslında iyi bir örneğiydi hikayesi.
Nihayet sunumunun sonunda hikayesinden biraz bahsetti.
Ama bir gün sonra Turhan Çömez’in ihbar tweetine kadar komisyondan olumsuz bir tepki almadı. Aksine çözüm odaklı sunumu için epey tebrik aldı.
26 yıl önce barış mesajı için dağdan ovaya gelmiş, hapiste yatıp çıkmış ve uzun yıllardır araştırma şirketi yöneten birine bile geçmeyen öfke ile bu sürecin birlikte yürümesi mümkün değil.
Ama neyse ki komisyon, Türkiye’nin en zorlu meselesine o kadar Çömez’ce bakmıyor.
Hatta bu meselelerin uzağında olan pek çok komisyon üyesi için bu dinlemeler tam bir hızlandırılmış Kürt sorunu seminerine dönüşmüş.
Pek çok milletvekili ilk kez meseleyi karşı cepheden görme şansına sahip oldu, bu da kendi başına öğretici bir deneyim.
Çünkü Türkiye’de Kürt meselesi en az 10 yıldır kamuoyu önünde konuşulamıyor, karşılaşmalar yaşanmıyor.
Ve bu son 10 yılda sorunun ana parametrelerde ciddi değişimler oldu.
Rawest Araştırma Direktörü Roj Girasun’un sunumu bu değişimi çok iyi ortaya koydu, çözümü istihbari bir müzakereden bir sosyolojik değişime bağladı:
“Kürtlerin sosyolojik değişimi kaçınılmaz olarak bir çözümü dayatıyor. Yani bugün içinde olduğumuz sürece sadece devlet ve örgüt arasındaki müzakereler olarak bakmamak gerekir. Kürt sosyolojisi artık yerleşik, şehirli, daha eğitimli ve Türkiye ile daha entegre. Kürtler hem Türkiyeleşiyor hem de Kürtlük bilinci artıyor. Bu ilk başta paradoks gibi görünse de aslında bu bir sentez. Türk ve Türkiyelilik tartışması bile bir ayrışma talebi değil, aksine Kürtler Türkiye’nin kimliğinin bir parçası olmaya çalışıyor. Bütün bu sosyal değişim Kürtlerin silahlı mücadeleye bakışını da değiştirdi. Kürtlerin yüzde 65’i silahla hak aranmasına kategorik olarak karşı olduğu görülüyor. Geriye kalan yüzde 35’i oluşturan yüzde 20’lik kesim ise kaygılı ve tereddütlü. Sadece kalan yüzde 15’lik kesim silahla hak aramaya onay veriyor. Ortada bir sosyal değişim ve bunun dayattığı bir çözüm var. Siyaset bu sosyal değişime uyum sağlamalı, önünü açmalı, kendini ve devleti dönüştürmeli.”
Bu yeni Kürt sosyolojisi sembolik bir isimle kendini ifade ediyor: Selahattin Demirtaş.
Bu yüzden yine Girasun’un ortaya koyduğu verilere göre Kürtlerin 3’te 2’si için çözüm sürecinde devletten ilk beklenen Demirtaş’ın serbest bırakılması.
Kurdish Studies Center’dan Reha Ruhavioğlu, Kürtlerin Kürt kalarak Türkiyeleşme trendini yine rakamlarla anlattı.
Kürtlük bilincinin kendini gösterdiği yerlerden biri de dış Kürtler.
Nasıl 50’lerde Türk toplumunun bir Kıbrıs Davası oldu. 2014’den beri de Kürtlerin bir Rojava Davası var.
1 milyon Kürt’ün yaşadığı birkaç şehirdeki Kürtlerin meselesi o yüzden 20 milyon Kürt’ün Türkiye’deki Kürt meselesinden daha acil hale gelebiliyor.
2015’de sürecin bitmesinin ana sebebiydi Suriye, 2024 Ekim’inde başlamasının da esas motivasyonu oldu.
Sürecin de en kritik ayağı bu yüzden Suriye.
Konuştuğum iktidar partilerinden milletvekilleri komisyonun uzayan dinleme seanslarını, Suriye’deki çözümün beklenmesiyle açıklıyorlar.
Şam-SDG müzakerelerinden çıkacak sonuç ile komisyonun adım atması arasında güçlü bir bağ var.
Ankara Enstitüsü’nden Hatem Ete, bu bağın farkında olarak sunumunda dikkat çekici bir uyarı yaptı:
”Yasal düzenleme için Suriye’deki süreç ön koşul olarak mı görülecek, yoksa PKK’nın silah bırakmasını sağlamaya öncelik verilip Suriye dosyası zamana mı bırakılacak? Bence sürecin kaderini etkileyecek soru bu. Ben Suriye’deki gelişmelerin kendine ait bir ritmi olduğunun farkına varılmasını ve önceliğin Türkiye’deki meseleyi sonuçlandırmaya verilmesini daha doğru buluyorum. Suriye işine müdahil olan aktörlerin çeşitliliği göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’deki süreci Suriye takvimine entegre etmenin siyasal açıdan doğru ve pragmatik bir tutum olmadığını düşünüyorum.”
Fakat anlaşılan sürecin mimarisinde Suriye çözümü ile PKK’nın silahsızlandırılmasının paralel ilerlemesi gerekiyor.
Yani Meclis’teki komisyonun takvimi, Şam-SDG uzlaşmasını bekliyor.
Şam-SDG uzlaşması ise İsrail ile Suriye arasındaki bir tür anlaşmayı ya da İsrail’in Gazze’de ve bölgede ne yapacağını bekliyor.
Çünkü, devlet yetkililerine göre süreci yavaşlatan İsrail’in SDG’nin ve PKK’nın kulağına üflediği vaatler.
Süveyda’da yaşanan katliam, İsrail’in Dürzilerin hamiliğine soyunması ve bu uğurda Şam’da Genelkurmay binasını bombalaması kafaları karıştırdı.
Eş zamanlı olarak Kürtlere çeşitli kanallarla iletilen dayanışma mesajları, İsrail’in hala İran’ı ya da Irak’ı vurma opsiyonları en azından Suriye’de daha maksimalist kazanımlar isteyen PKK içindeki bir kanadı ve Kürt milliyetçilerini heyecanlandırıyor.
Devlet tarafı ve Şam, Mazlum Abdi’yi daha fazla çözüme yakın görüyor ama etrafındaki PKK kadroları “bekleyelim daha iyi bir zamanlama gelebilir” fırsatçılığını sürdürüyor.
Irak’ta karşı cephelerde savaştığı Petreaus’un bile hayranlığını bildirdiği Şara’nın çok itibar gördüğü ABD gezisinden Suriye’ye daha güçlü döndüğü açık.
Türkiye’deki bazı çevreler henüz kabul edemese de artık Şam’da Şara adlı bir güçlü ve dünya tarafından desteklenen aktör var.
Özellikle bazı Kürt çevrelerin Şara’ya Colani, IŞİD’çi, terörist deme ısrarını anlamak çok zor. Hele de Türkiye’de PKK’ya tam tersinin yapılmasından bu kadar şikayetçiyken…
Kendi kendini kandırmaktan fazlası değil.
Barrack’ın SDG üzerindeki basıncını artıracağı da anlaşılıyor.
Erdoğan-Trump görüşmesinin bu açıdan olaysız geçmesinin kazananı da süreç oldu.
Bugünkü Trump-Netanyahu görüşmesinden Gazze için bir çıkış planı çıkarsa, İsrail’in bölgedeki kabadayılık günleri bitebilir.
Yani her şey aslında birbirine bağlı.
Komisyon bütün bunlardan kilometrelerce uzakta ama galiba uzaklardaki gelişmelerle takvimi belirlenecek.
Eğer milletvekilleri akademik ve kurumsal titrlere karşı zaaflarına bu kadar teslim olmayıp, komisyona bu gelişmelere yakından izleyen birkaç tane de gazeteci davet etselerdi, bu bağlantılar üzerine de konuşmak mümkün olabilirdi.
Anlaşılan komisyon bir süre daha dinlemeye devam edecek.
Uzun süredir kimsenin kimseyi dinlemediği bir ülkede belki de buna ihtiyaç vardır.