İnsanları sınıflandırmak çoğu zaman bizi yanlış yerlere sürüklüyor ama nafile, şu ayrım bana çok açıklayıcı görünüyor: Estonya’nın aşırı sağcı parti lideri ve İçişleri Bakanı Mart Helme gibileri bir tarafta, Finlandiya’nın yeni Başbakanı Sanna Marin gibileri diğer tarafta.
Geçtiğimiz Pazar günü bir radyo programında 70 yaşındaki Mart Helme, 10 Aralık’ta Finlandiya Başbakanı olan 34 yaşındaki Sanna Marin ve kabinesi hakkında; “Şimdi bir tezgahtar kızın Başbakan olduğunu ve bazı başka sokak aktivisti eğitimsiz kişilerin Bakanlar Kuruluna katıldığını görüyoruz.” demiş.
Bunun üzerine Estonya Cumhurbaşkanı Kersti Kaljulaid, Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö’den Başbakan ve kabine üyeleri hakkında söylenenler için özür dilemiş.
Tahmin edebileceğiniz gibi, ben Sanna Marin tarafında hissettiğim için kendimi, bu özrü aldım kabul ettim ama bizim taraftakilerin her daim başına musallat olan bu bakış açısının çiğliğini de aklımın bir köşesine not ettim. Aklımın o köşesinde bu konuyla ilgili mebzul miktarda not var maalesef. Yerli/yabancı, genç/yaşlı, kadın/erkek, sağcı/solcu olması bir kişinin, bu sınıflandırma hakkında belki bazı ipuçları sağlar ama kesin bilgi vermez.
Sanna Marin “durumu olmayan” bir aileden geliyor. Okul yıllarında birçok işte çalışmış, üniversiteye başlamadan önceki yıllarındaki kasiyerlik işi de bunlardan biri. Mart Helme’nin yukarıda bahsettiğim “olmamış” sözlerine verdiği şu cevap, bu işlerin ona hayatını kazandırdığı gibi kocaman bir sağ duyu da kazandırdığını göstermiyor mu sizce?
“Finlandiya ile had safhada gurur duyuyorum. Burada fakir bir ailenin çocuğu kendini yetiştirebilir ve hayattaki amacını gerçekleştirebilir. Bir kasiyer bile başbakan olabilir.”
Sanna Marin kasiyer olarak çalışmasının ona çok şey kattığını da ekliyor: “Tüm siyasetçilerin ve karar vericilerin böyle bir çalışma geçmişi olmalıdır.”
Finlandiya’da beşli koalisyon hükümetinin Başbakanı olan Sanna Marin, hâlihazırda dünyada görev başındaki başbakanların en genci. Üstelik, koalisyonu oluşturan partilerin tamamı kadın olan liderlerinin de dördü 30’lu yaşlarında. Buna ek olarak 19 kişilik kabinenin 12’si bu liderlerin de içinde olduğu kadınlardan oluşuyor. Mesela, Ekonomi Bakanlığı da, Eğitim Bakanlığı da 32 yaşındaki kadınlar tarafından sürdürülüyor.
Ailedeki ilk üniversiteli olan Sanna Marin bir “gökkuşağı aile”de büyümüş, annesi ve annesinin kadın eşi ile birlikte. 2015 yılında yapılan bir söyleşide, diğer “gökkuşağı aile”lerin çocukları gibi, kendisinin de ailesi hakkında konuşmaktan kaçındığını anlatıyor. Her türlü “öteki” gibi, “görünmez” olma ihtiyacı hissetmenin zorluklarından bahsediyor.
Doğuştan sahip olduğu sosyoekonomik dezavantajlara karşın, Başbakan olmasını gerçekten de ülkesinin çocuklara ve eğitime bakış açısına borçlu Sanna Marin. Meşhur Finlandiya eğitim sistemine.
Finler, bu sistemin temellerini 19. yüzyılda atmışlar, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren de hızlı ekonomik gelişme olarak karşılığını almaya başlamışlar. Sistemin anahtar kelimesi “eşitlik”. Tüm çocukların bireysel özelliklerini de dikkate alarak, eşit ve iyi koşullarda eğitim alması esas olarak kabul ediliyor. Okulların neredeyse tamamen devlet okulu. Öğretmenler özellikle iletişim açısından yetenekliler arasından ince elenerek seçiliyor ve müfredat ya da tek tek çocuklar hakkında inisiyatif kullanmaları bekleniyor. Sosyoekonomik dezavantajları ortadan kaldırmak için bazı öğrencilere yardımda bulunuluyor. Tüm öğrencilerin yürüyerek ya da bisikletle gidebilecekleri okullarda okuması hedeflenirken, farklı semtlerdeki okulların seviyesi hakkında kontroller yapılıyor, denklik için gereken önlemler alınmaya çalışılıyor. 16 yaşına kadar “imtihan”, “sınav” ya da “yazılı/sözlü yoklama” gibi kavramların olmaması da sistemin aynı zamanda ne kadar huzurlu olabileceğini gösteriyor bence.
Aslında çocuklara “eşit” ve “okulda mutlu” olmayı öğretiyorlar. Bu iki temel sağlam olunca da, bireysel farklılıklar/yetenekler zenginlik halini alıyor ve öğrencilik yıllarında kasiyer olarak çalışan siyasete meraklı Sanna Marin 34 yaşında Başbakan oluyor. Tabii ki, “insan hakları ve eşitlik” konularının onun için taviz verilmeyecek konular olduğunu her vesile ile ifade eden bir başbakan.
Bir tarafta bir insanın hayatını kazanabilmek için didinmesini, aslında onlarınki gibi bir aileden gelmemesini, hayata önde başlayamamasını bir utanç vesilesi olarak görenler, diğer tarafta kendi hayatına sahip çıkmasına imkân veren ülkesiyle gurur duyanlar.
Estonya İçişleri Bakanı Mart Helme’nin tezgahtar olarak ya da herhangi bir sıradan işte çalışmamış olmasıyla gizliden övünmesi, eğitimlerini beğenmediği “çapulcu” aktivistleri zeka ölçütünü kendisininki olarak belirleyip gizliden küçültmeye çalışması ne kadar tanıdık bir davranış değil mi?
Bazen bir yerden karşımıza çıkıyorlar. “Köklü” bir aileden, “eğitimli” anne babadan gelmek, “en iyi” okullarda okumak, çok genç yaşta “en yüksek” mevkilere gelmek gibi sebepleri oluyor bu tüm hayata yayılan davranış bozukluğunun. Bir şekilde, bu hayata önde başlamak dolayısıyla kazanılan sahte özgüvenin büyütülüp durmasını “yaşamak” zannedenler, kendinden yarattığı “kahraman”ı herkesin takdir etmesini bekleyenlerle karşılaşıyoruz. Aslında biz diğer insanları ilgilendirenin, bu kişilerin kendilerine biçtikleri roller değil de, onların şu anda burada ne yaptıkları, bugün kime nasıl davrandıkları olduğunu anlayamıyorlar.
Yıllar önce, üyesi olduğum bir mail grubunda görüşleri hakkında yapılan eleştirileri dikkate alma gereği duymaksızın “titrine saygı” talep eden ve bu talebi yaparken hiç de “saygı” gösterme ihtiyacı hissetmeyen bir akademisyen ile karşılaşmıştım. Kendisi doçentti, bu unvanı boşa almamıştı, bir şey söylüyorsa bize düşen söylediklerini akıl yürütmeye, mantık süzgecinden geçirmeye gerek duymadan kabul etmek olmalıydı. İşte Mart Helme ve çevremizdeki benzerleri, nereden nasıl edindiklerine bakmaksızın sıfatlarına, unvanlarına ve “bembeyaz” geçmişlerine saygı beklerken, asıl saygıyı hak edenin fiiller ve yaşama biçimi olduğunu unutuyorlar.
Kahraman olmanın bu kadar ucuz ve dolayısıyla sadece sözlerden ibaret olduğu bir dünyada, hiçbirimizin kahramanlara ihtiyacı yok. Çevremizde, kendine yerli yersiz yakıştırdığı sıfatların değil ne yapıp ettiğinin, vicdanının ve sorumluluk duygusunun belirleyici olduğunun farkında olan “sıradan” insanların olmasını tercih ediyoruz.
Başka tercihlerimiz de var tabii… Siyasette ve kamuda da, “büyük davalar”ın “adamı” olan “devlet büyükleri”nin itibardan tasarruf ettikçe hakikî bir itibar kazandıklarını anlayacakları günler mesela. Şimdilik hayal etmek bile zor ama bu konuda ufak ufak kıpırtılar olduğunu da gördüğümü sanıyorum.
10 Aralık’ta göreve gelmesinin üzerine bir gazeteci, Sanna Marin’e sosyal medyada özel hayatı ile yer almaya devam edip etmeyeceğini soruyor. Sanna Marin, bundan sonra daha dikkatli davranmak zorunda olduğunu ekleyerek, genç jenerasyonu temsil eden bir başbakan olarak “hâlâ” gerçek bir insan olduğunu ve bundan sonra da bu konudaki davranışlarını değiştirmeye gerek duymayacağını söylüyor. Bu arada twitter hesabının bio’suna “Finlandiya Başbakanı” ibaresini ekleyiveriyor.
Finlandiya’nın yeni Başbakanının neler yapabileceğini, siyasi kariyerinin nerelere evrileceğini bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var: “Olmuş” insanların “olmamış” kibirlerine Sanna Marin’in verdiği cevapları verebiliyorsanız, iyi bir ülkede yaşıyorsunuz anlamına gelir. Ülkenizle gurur duyabilirsiniz.