CHP Kartal Belediyesi, parti genel merkezinin bilgisi ve yönlendirmesiyle 10-12 Ekim 2016 tarihleri arasında “Günümüz İslam Dünyasında Meseleler ve Çözüm Yolları” başlığıyla bir sempozyum düzenledi. Açılış konuşmasını CHP Genel Başkanı kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı etkinliğe, İstanbul Türk Ocakları ile İstanbul Üniversitesi destek verdi.
Sempozyumun amacı “günümüz Müslüman dünyasındaki meselelerin ve bunlara yönelik çözüm tekliflerinin ortaya konularak bir tartışma zemini oluşturulması, ortaya çıkan meseleler karşısında Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerinin isabetliliğinin belirlenmesi, İslam dünyasındaki meselelerin tespitinin ve bunlara yönelik farkındalığın artırılması hakkındaki sonuçlarını ilgili devlet kurumları ve sivil toplum örgütleriyle paylaşmak” şeklinde belirlenmiş.
El Kaide, IŞİD ve FETÖ
Dünyanın birçok ülkesini ve özellikle bölgemizi cihadi selefî-cihadî örgütler olağanüstü terör eylemleriyle kasıp kavuruyor. Güney sınırlarımızda Irak ve Suriye yıllardır cehennemi yaşıyor. Afganistan, Pakistan ve Bengaldeş’te neler oluyor artık unutuldu ve kimse merak dahi etmiyor. Yoksul Afrika’da meydana gelen inanılmaz şeyler ise dünya medyasında kendine avuç içi kadar yeri zor buluyor.
Türkiye’de, çok değil 13 yıl önce El Kaide’nin saldırılarını yaşamıştık. İstanbul’da önce iki Musevi sinagogu, beş gün sonra ise HSBC Genel Müdürlük Binası ve İngiliz Başkonsolosluğu önünde patlayan bomba yüklü araçların dehşeti, onlarca ölüme ve yüzlerce yaralıya neden olmuştu.
6 Ocak 2015’te ilk İŞID’li canlı bombanın Sultanahmet’te polis kulübesinde kendini patlatmasından beri çok sayıda saldırı yaşadık. Bunları yarattığı büyük tahribat ve endişe yetmezmiş gibi, kendini topluma dindar diye tanıtan ve sayısız insanı suistimal edip devletin hemen bütün kurumlarını örümcek ağı gibi saran Fetullah Gülen örgütünün daha üç ay önce 9.8 şiddetinde deprem gibi darbesiyle karşı karşıya kaldık.
10 Ekim’de sempozyum yapmak…
Tam da bu dönemde, gelenek olarak jakoben laikliğin temsilcisi olan ana muhalefet partisi CHP’nin, inanç kisveli terör örgütleri ve uyguladıkları saldırganlıklardan hareketle, İslam dünyasında boy veren meseleleri ve çözüm yollarını ele alan, katılım yelpazesi geniş bir sempozyum düzenlemesi önemli ve olumlu bir adım. Bu konuların konuşulmaya ihtiyacı var.
Ama Ankara Garı Katliamı’nın yıldönümüne rastlaması nedeniyle, bazı kesimler CHP’nin sempozyumu düzenlemesine eleştiri yönelttiler.
10 Ekim 2015 tarihinde “Emek, Barış ve Demokrasi” konulu bir yürüyüş ve miting için Ankara Garı önünde buluşan, çoğunluğu sendikalı öğretmen, üniversite öğrencisi, işçi, kamu çalışanı, sendika ve sol siyasi partilerin üyesi topluluğa IŞİD iki intihar bombacısıyla saldırmıştı. 109 kişinin ölmesiü ve 500’den fazla katılımcının yaralanması, Türkiye’nin yaşadığı en büyük katliam demekti.
Olayda 11 parti üyesini yitiren CHP’nin, bu faciayı unuttuğu ve unutturma çabası içinde olduğunun iddia edilmesi, bu partiye haksızlık olur. Hiçbir parti böyle birşeyi unutmaz. Ayrıca dayanakları güçlü bir iddia olarak da görünmüyor. Bizzat sempozyumun kendisi, bu partinin kaybettiği insanlara verdiği değer ve önemin göstergesi sayılır.
Çünkü CHP yönetimi, katliamın gerçekleştiği günün yıldönümünde bu sempozyumu düzenlemekle, sadece kayıpları anmakla yetinmemiş; katliamı yapan örgütlerin savundukları inanç zemininin gerçek yüzünü açığa çıkarmayı hedefleyen bir çalışma yapılması yönünde, hepimizi ilgilendiren bir tercihte bulunmuş. Nitekim Kılıçdaroğlu’nun açış konuşmasında bunun yeterli ipuçları da vardı.
Tartışma mücadelenin parçası değil mi?
Tabii ki bu tür saldırıları yapan terör örgütleriyle mücadele çok yönlü olmak zorunda. Yalnızca güvenlik tedbirleriyle üstesinden gelmek mümkün değil. Kendini inanç kimliğiyle tanımlayan IŞİD, FETÖ gibi yapılar her yönden ele alınmalı. Yeşerdikleri inanç zeminini bilmek, anlamak ve analiz etmek lazım. Bu konuları tartışmanın ciddi bir toplumsal ihtiyaç haline geldiği de ortada. Çözüm yolları da muhtemelen bu çabaların sonucunda ortaya çıkabilir.
CHP Kartal Belediyesi bu sempozyumu katliamın yıldönümünde yapıyor diye, Halkevleri mensubu gençler slogan atarak toplantıyı protesto etmek istemişler. Görevliler de onları yaka paça dışarı atmış. Keşke mikrofon uzatılıp hem tepkilerini ifade etmeleri sağlansa, hem de soruna dair ne düşündükleri sorulsaydı. Her iki tavır da çok sık rastladığımız şeyler. Mevcut bakış açılarını iyice katılaştırmaktan öte birşeye yaramıyor.
Ancak gördüğüm kadarıyla CHP’ye tepki sadece 10 Ekim’de ölenlere yönelik duygusal hassasiyet sergileyen gençlerden gelmiyor.
İçeriğe dair eleştiri getiren sol/sosyalist ve dindar/muhafazakâr kesimler de var.
CHP kulvar mı değiştiriyor?
İnternete ve bazı gazetelere göz attığımda şunları gördüm:
Gazete Manifesto isimli site, Türkiye Komünist Hareketi (TKH) adlı partinin Kartal İlçe örgütünün konuyla ilgili bildirisini yayınlamış. Bildiride ”… Ülkemizin içinden geçtiği karanlık dönemde 10 Ekim katliamı anmalarının yapılacağı günü tercih ederek, bu zihniyetin temsilcileri ile sempozyum düzenlemek, gencecik 11 üyesini de bu katliamda kaybetmiş CHP açısından tam bir aymazlık örneğidir… Eşitlik, özgürlük ve aydınlanma mücadelesi verenler bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da bu tür girişimlerin ipliğini pazara çıkarmaya ve mücadele etmeye devam edeceklerdir… Kadınların kamusal alanda tekmelendiği, çocuklarımızın imam-hatiplere, tarikat yuvalarına mahkûm edilmeye çalışıldığı, cihatçı çetelerin elini kolunu sallayarak katliamlar yaptığı, ‘demokrasi’ ve ‘mutabakat’ söylemleri ile gericiliğin tahkim edildiği bir ülkede ancak aydınlanma ve laiklik için yan yana gelinir ve mücadele edilir” denmiş.
SendikaOrg isimli sitede ise, ”CHP utanmadı: 10 Ekim’in yıldönümünde İslamcı-faşistlerle sempozyum” başlığının kullanıldığı yazıda, ”CHP Kartal Belediyesi’nin aklına Günümüz İslam Dünyasında Meseleler ve Çözüm Yolları başlıklı bir sempozyum düzenlemek gelmiş. İslamcı iktidarın yol vermesiyle, cihatçı katiller eliyle düzenlenen katliamın yıldönümünde düzenlenen sempozyumun konuşmacıları da birbirinden ilginç” deniyor.
Ensonhaber sitesi de böyle bir sempozyumun düzenlenmesinden duyduğu rahatsızlığı, sempozyum salonundaki bazı boş koltukları öne çıkararak ifade etmiş.
SoLHaber portali ise, konuyla ilgili haberinin başlığını “CHP, Ankara Katliamı’nın yıldönümünde ‘İslam‘ etkinliği yapıyor” koymak suretiyle tavrını belli etmiş. Yenikapı mitingine CHP’nin katılmış olmasını da “düzen içi konumu güncelleme” olarak tanımlayan bu haber portalı, CHP’nin “Gerçek İslam bu değil” kervanına uzun süre önce katıldığı; düzenlediği sempozyuma nam salmış gericileri toplayarak Türkiye gericiliğiyle tam boy barıştığı kanısında. Devamında, “gericilikle çoktan ‘barışan’ CHP belli ki insanları öldüren karanlığı yırtıp atmayı değil, İslamın sorunlarını konuşmayı tercih ediyor” iddiasında bulunuyor.
Sol’dan benzeri başka eleştiri ve değerlendirmelerin gelmesi ve giderek artması ihtimal dışı sayılmamalı.
Bu konuları konuşmak CHP’ye mi kaldı!
Dindar/muhafazakar kesimlerin medyası ise bu sempozyuma pek ilgi göstermedi. İlgi gösterenler ise fazla yer vermedi. Sanki biraz “CHP, bu konuları konuşmak sana mı kaldı?” havası egemen gibiydi. Bu yaklaşım ile solun bazı kesimlerinden gelen “ Gericilikle mücadele etmek gerekirken, neden bu konuların üzerinde duruyorsun?” tarzı eleştirilerin aynı noktada buluştuğunu ileri sürmek, bilmiyorum fazla zorlama mı olur?
İki örnek vermekle yetinmek istiyorum.
Yeni Şafak’taki köşesine bu konuyu taşıyan İsmail Kılıçarslan, “Bari cevap verelim” gibi hafifseyici bir başlık altında, Kemal Kılıçdaroğlu’nun sempozyumdaki konuşmasında dile getirdiği 15 sorudan bazılarını ele almış. Batı sömürgeciliği ve kapitalizminin Müslüman ülkelere yüzyıllardır uyguladığı politikalara ve Tanzimat’tan Cumhuriyet’e modernleşmeci eğilime işaret edip, meselenin o konular etrafında düğümlendiğini ifade ediyor.
Bir sosyal demokrat partinin lideri olarak Kılıçdaroğlu’nu konuşmasında bunlara yer vermemekle eleştiriyor. Yani, Kılıçarslan CHP genel başkanıyla bir tartışmaya giriş yapmaya çalışıyor. Ama İslam dünyasının bizzat kendisinden ve zihniyet dünyasından kaynaklanan zaafları üzerinde duyrmaktansa, Batı emperyalizminin onlara yaptıklarını konunun odağına çekmek istiyor.
Şöyle diyor: “Çünkü beyim; adı ‘Günümüz İslam Dünyasında Meseleler ve Çözüm Yolları’ olan bir toplantıda ‘solcu’ sayılan ana muhalefet lideri konuşmasında Batı’nın yapıp ettiklerini, emperyalizmin zararlarını, Müslümanların ustalıkla geri bırakıldığını, terörize edildiklerini falan bir cümleyle olsun almıyor ağzına işte. Topu birkaç kuklaya atarak kaçak güreşiyor. Hakiki bir hesaplaşmadan kaçıyor.
“Çünkü beyim; derdiniz gerçekten günümüz İslam dünyasının meseleleri ve çözümlerini konuşmak olsa mesela içinde bulunduğumuz şu güzelim ülke için meseleyi konuşmaya Tanzimat Fermanı’ndan, Jön Türklerden, harf devriminden, hilafetin ilgasından, Cumhuriyet balolarından falan başlamak gerekecek. Zor olacak sizin için değil mi?”
Yeni Akit’in sitesinde ise, yine Kılıçdaroğlu konuşurken salondaki bazı boş koltukların fotoğrafı verilmiş. Çok kısa olarak verilen haberde de okuyucunun dikkati bu konuya çekilip, katılımın az ve koltukların boş olduğu belirtilmiş. Aslında, “Boşa ve boşuna konuşuyorsun” demeye getirilmiş gibi. Ne sempozyumun içeriğine yer verilmiş, ne de CHP Genel Başkanı’nın söylediklerinden bir cümle aktarılmış.
Aslında CHP iyi bir başlangıç yaptı
CHP’nin bu sempozyumu yapmasının anlamı, dile getirilen görüşler, önerilen çözüm yollarının gerek laik gerekse dindar kesimlerde nasıl karşılandığı vb konularda daha net şeyler söyleyebilmek için hiç şüphesiz önümüzde daha zaman var.
Bununla beraber, kendini İslâm zemininde tanımlayan terör örgütlerinin ortaya çıkış şartlarını, dayandıkları düşünsel temelleri, izledikleri olağanüstü şiddet, terör ve saldırganlık politikalarının nedenlerini anlamak çok önemli. Bu bakımdan İslâm tarihi, öğretisi ve teolojisi konularına vakıf uzmanların görüşlerini dinlemek, onlardan bazı sonuçlar çıkarmak, bütün ülke için ihtiyaç duyulan şeyler.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın son dönemdeki bazı faaliyetlerine bakınca, orada da bu meselelerin toplumla tartışılmasına yönelik bir gayretin olduğu hissediliyor.
Mesele yurttaşların inançlarına ve bu alandaki tercihlerine yönelik bir müdahale zemininin yaratılması değil. Böyle bir şey zaten kabul edilemez. Üzerinde asıl durmamız gereken konu, inanç alanının istismarı yoluyla siyasete müdahalenin ve devlet imkânlarının kullanılmasının önlenmesi sorunudur. Zaten 15 Temmuz darbe girişimi birçok sorunu önümüze serdi. Bunlardan biri de dini cemaatlerin devlet/siyaset ve ticaretle kurduğu ilişkilerin yarattığı sorunlar değil miydi?
Bu sorunların dindar/muhafazakâr toplum kesimlerinin özel alanı gibi ele alınması doğru bir yaklaşım olmaz. Birincisi, hiçbir toplumsal-düşünsel sorun, “asıl sahibi”nin (?) tekelinde sayılamaz ve başkaları tartışmasın istenemez (örneğin “sosyalizmin sorunlarını sadece sosyalistler tartışabilir” veya “şiddete dayalı devrimin sorunlarını sadece devrimciler tartışabilir” denebilir mi?). İkincisi, bu takdirde diğer kesimlerin konuya kayıtsız kalması kaçınılmaz olur. Bunun olağan görülmesi bizi, herkesin kendi kimlik alanında yalıtılmış şekilde yaşadığı, kimsenin kimseden etkilenmediği, kompartmanlara bölünmüş bir topluma ve kısır döngüye mahkûm bir hayata sürükler. Üstelik sorunların katlanarak devam etmesine neden olur.
Halbuki konu dönüp dolaşıp rejimin demokratikleştirilmesine; etnisite, sınıf, inanç, bölge, cinsiyet gibi kavramlarda karşılığını bulan toplum kesimlerinin barışçı, eşitlikçi, özgürlükçü bir sistem içinde bağımsız vatandaşlar, özgür bireyler olarak bir arada yaşayabilmesine gelip dayanıyor.
O zaman herkes tartışsın, tartışabilmelidir.
Ankara’ya not
Ankara valisi, Ankara Garı önünde canlı bombaların öldürdüğü yurttaşları anma etkinliğini, OHAL’in halden yoldan anlamaz uygulamalarıyla hem sınırlamış, hem yasaklamış. Yetmemiş; insanların yerlerde süründüğü malum manzarayı yaratmış.
İnsaf! IŞİD’le mücadele için ta Rakka ve Musul gibi uzak diyarlara gitmek üzere ABD’yle bunca münakaşayı yapıyoruz, ama o örgütün öldürdüklerini anmak için Ankara Garı’nın önüne kadar gitmek isteyen insanlarımıza izin vermiyoruz.
Arkadaşlarını, meslektaşlarını, sendikalı dostlarını, partili yoldaşlarını anmak isteyenlere bunu çok görmenin, OHAL’de yeri varsa da vicdanlarda yok.
Keşke hükümetin anmaya herkesin katılmasına izin verseydi. Keşke birkaç bakan da katılsaydı. Keşke polis işin kolayını bulup önüne gelene gaz sıkma alışkanlığından vazgeçseydi. Keşke yaşamını kaybedenlerin aziz hatırasına uygun bir anma, yaşamdan koparıldıkları yerde yapılsaydı.
Çok mu zor!