“Engereğin gözünden” başlıklı yazımı şöyle bitirmiştim:
“Geçmişteki saray entrikalarının yerini günümüzde sahte delil, gizli tanık ve temin edilmiş itirafçılık müessesesi almış durumda.
Hem de “Terörsüz Türkiye” nidaları altında.
Peki çözüm?
Bir sonraki yazıda…”
“Çözüm” dediğimizde bu bir had meselesine girer.
Dolayısıyla “çözüm”deki hududumuzun mesleğimizle yani hukukla çevrili olduğunu belirtmek isterim.
Malumunuz en önemli gündemlerimizden biri anayasa değişikliği.
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan 27 Mayıs 1960 darbesinin yıl dönümünde yaptığı konuşmada şöyle dedi:
“On hukukçu arkadaşımızı görevlendirdim ve arkadaşlarımız çalışmaya başlayacak. Bu çalışmayla birlikte inşallah yeni anayasa hazırlık çalışmalarını yürüteceğiz.”
Erdoğan yapılacak yeni anayasayı “evrensel ölçüleri yansıtan, eksiksiz bir hürriyetler listesi” olarak tanımladı.
6 Haziran 2025’de Alparslan Türkeş’in kabrini ziyaret eden Devlet Bahçeli ise daha net konuştu:
“Darbeler anayasası terk edilmeli!”
DEĞİŞTİRMEK YETERLİ Mİ?
Aslında çözüm sürecine paralel bir süreçten kaynaklanan bir ihtiyaçmış gibi algı yaratılsa da muradın böyle olmadığını düşünüyorum.
Acaba yaşadığımız ekonomik, sosyal ve siyasal buhranın tek tetikleyicisi Kürt sorunu mu?
Sanki Anayasa’daki vatandaşlık tanımı değiştirildiğinde her şey süt liman olacak.
Oysa Türk’ü bile ideolojisine göre ayrıştıran bir süreçten geçiyoruz.
Eğer kasıt, dağdakini ovaya indirmek ise bu herkesi kapsayacak bir ceza veya af yasası ile de mümkündür.
Kim barışa karşı direnebilir?
Asıl sorun toplum olarak “Yaşamaya değer bir yaşam” dan gitgide uzaklaşan bir yörüngede yer almamızdır.
Türk’ü, Kürt’ü, Çerkez’i, Laz’ı Arap’ı, Zaza’sı, fark etmiyor.
Montesquieu, kanunları “genel ruhu” yansıtan aynalar olarak görür.
Ancak Montesquieu günümüzde yaşasaydı, kanunları “muktedirlerin ruhu” nu yansıtan aynalar olarak bu görüşünü güncellerdi diye düşünüyorum.
Aristoteles ise yasaların duygularının olmadığını, duygunun sadece insana ait olduğunu söyler.
Bunun anlamı şudur:
İyi bir kanun kötü ruhlu bir insanın elinde kırbaca, kötü bir kanun ise iyi ruhlu bir insanın elinde kaleme dönüşebilir.
En iyi örneklerinde biri 28 Şubat ile bütünleşen başörtüsü yasağı ve devamında cumhurbaşkanlığı seçimi için ortaya atılan 367 garabeti…
Soruyorum, böyle bir zorlama Anayasa’nın hangi maddelerinde yazıyordu?
Demek ki önemli olan bir metnin yazılması değil o metin uygulanırken ona sindirilen ruhtur.
Aristo bu pratiği “Bir insana ne bildiğinden ötürü değil ne olduğundan ötürü efendi denir,” şeklinde özetliyor.
YETERSİZ OLAN “DARBELER ANAYASASI” MI?
Gelin Sayın Erdoğan ve Bahçeli’nin deyimleriyle “Evrensel ölçüleri yansıtmayan, hürriyetler listesinden mahrum”, terkedilmesi gereken “darbeler anayasası”na örneklerle bakalım:
8 Aralık 2011 günü Şırnak’a bağlı Roboski Köyü sınır hattında bir ihmal sonucu uçaklarımızdan atılan bombalar neticesinde çoğu çocuk 34 vatandaşımızı kaybettik.
13 Mayıs 2014 tarihinde Soma’da 301 işçinin hayatına mal olan maden kazası Cumhuriyet tarihinin en büyük maden kazasıydı.
8 Temmuz 2018 tarihinde Çorlu’da meydana gelen tren kazasında maalesef 25 vatandaşımızı kaybettik, 317 vatandaşımız ise yaralı kurtuldu.
Bolu Karakaya’daki otel yangınında ise 78 kişinin hayatını kaybetti, 137 kişi çeşitli yerlerinden yaralandı.
Son olarak Pençe-Kilit Operasyonu kapsamında metan gazından 12 askerimizi göz göre göre yitirdik.
Hem de örgütün zamanında bir hastane olarak kullandığı mağarada…
Artık depremler ve sel baskınlarında ihmaller yüzünden hayatını kaybedenleri sizler düşünün!
Sizce söz konusu cinayet gibi kaza ve ihmaller “darbeler anayasası” nın yetersizliğinden mi kaynaklandı?
Ya da Anayasa’da “Hiçbir yöneticiye siyasi ve hukuki sorumluluk yüklenemez, yöneticiler yaptığı iş ve işlemlerden layüseldirler,” şeklinde bir düzenleme vardı da bizim mi haberimiz yok?
Yaşanan onca trajediden tek bir ders çıkarılmamasının müsebbibi de mi “darbeler anayasası”?
FİŞLEME VE BEYAZ TOROSLARIN MUCİDİ KİM?
Bazı kamu kurumlarının bilişim sistemlerine girilerek sahte e-imzalarla sahte diploma ve ehliyetler üretildiğine 21 Mayıs 2025 tarihinde açılan bir kamu davasıyla vakıf olduk.
Acaba bu filmi çevirenler “darbeler anayasası”sındaki hangi boşluktan faydalandılar?
Türkücü İsmail Türüt, Hrant Dink’in katilleri Ogün Samast ve Yasin Hayal’in isimlerinin övgü ile geçtiği şarkıyı din, dil, ırk ayrımını yasaklayan “darbeler anayasası”ndan aldığı güçle mi seslendirdi?!
İstanbul 16. Asliye Ceza Mahkemesi İsmail Türüt hakkında tereddütsüz beraat kararı verdi?
“Darbeler anayasası” mı “fiil ceza hukuku”ndan “fail ceza hukuku”na geçilsin dedi?
Geçmişteki Balyoz, Ergenekon, Askeri Casusluk gibi kumpas davaları bunun en iyi örneklerindendi.
Nitekim “fiil” değil “fail” hedeflenerek TSK’nın kurumsal yapısı tuzla buz edildi ve 15 Temmuz’a giden yol açıldı.
Günümüzde muhalif partilere ait belediyelere yönelik başlatılan soruşturma ve kovuşturmalar da “fail ceza hukuku” nun hız kesmeyen uygulamalarındandır.
Bu ülkede fişleme denen bir rezalet “darbeler anayasası”nın neresinde yazıyor?
Dahası Rahmetli Uğur Mumcu’ya “Sakıncalı Piyade” kitabını bir önceki “darbe anayasası” mı yazdırdı?
“Beyaz Toros” ve faili meçhulleri “darbeler anayasası” mı icat etti?
Gün geçmiyor ki bir şafak operasyonu ile uyanmayalım.
Muhalif basının maddi ve manevi açıdan kaybedeceği kanı kalmadı.
Oysa “darbeler anayasası” şöyle diyor:
“Madde 28: Basın hürdür, sansür edilemez. Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.”
Gazetecileri betonlara gömerek mi haber alma hürriyetlerini sağlayacaksınız?
O beğenmediğiniz “darbeler anayasası” bir şey daha söylüyor:
“Madde 12-Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.”
Peki, getireceğiniz yeni anayasada bu düzenlemeye daha neler eklemeyi düşünüyorsunuz?
TACİRDEN BAKAN OLURSA
Millattan önceki Thebai Anayasası’nda bile “Bir kimsenin ticaretten ayrıldıktan sonra bir devlet görevine atanabilmesi için on yıl geçmesi gerekir,” şeklinde bir hüküm varmış.
Demek ki kendi bakanlığına dezenfektan satan zat 2500 yıl önce yaşamış olsaydı, bırakın bakan olmayı sıradan bir yönetici bile olamayacaktı.
Eğer yeni anayasanıza böyle hayırlı bir hüküm koyacaksanız eyvallah!
Muhalefete ait belediyelerdeki yolsuzluklara kilitlenen bir başsavcımız meğerse 9 ay boyunca Eti Maden’in Lüksemburg’daki şirketinden huzur hakkı adı altında maaş almış.
Bizden yana afiyet (!) olsun da, bu da mı “darbeler anayasası”nın suçu?
Ya bizzat Maliye Bakanımız tarafından “parlak ekonomistlerden biridir” şeklinde övülen Merkez Bankası eski Başkan Yardımcısı’nın yaptığı usulsüzlüklere ne demeli?
KENDİ YAPTIĞI DEĞİŞİKLİĞE BİLE UYMAYAN İRADE
Anayasa Mahkemesinin (AYM) Ş. Can Atalay’a ilişkin hak ihlali kararını uygulamayan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, bu kez “Gezi Parkı” davasında yargılanan Tayfun Kahraman hakkında verilen kararı da uygulamadı.
Bu yetmezmiş gibi mahkeme heyeti, normlar hiyerarşisinde üstü konumundaki Anayasa Mahkemesi’ne “yetki gaspı” ithamıyla ayar vermeye çalıştı.
Oysa “darbeler anayasası” açıkça “Anayasa Mahkemesi kararları herkesi bağlar,” diyor.
Yeni anayasanızı “vallahi de, billahi de, tallahi de bağlar” şeklinde ruhani bir kuvvetlendirici ile mi takviye edeceksiniz?
Kaldı ki Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı 2010 yılında yapılan anayasa değişikliği ile 23 Eylül 2012 tarihinde uygulanmaya başlandı.
Yani kendi yaptığı değişikliğe bizzat kendisi uymayan bir irade ne kadar inandırıcı olabilir?
Anayasa Mahkemesi 2023 yılında TİP Hatay Milletvekili Can Atalay ile ilgili hak ihlali kararı verdi.
Devlet Bahçeli bunun üzerine “Anayasa Mahkemesi kapatılmalı,” şeklinde oldukça sert bir tepki gösterdi.
Fakat aynı Bahçeli, bu kez Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı (AİHM) doğrultusunda Selahattin Demirtaş’ın tahliyesinin “hayırlı” olacağını söyledi.
Kaldı ki normlar hiyerarşisi çerçevesinde AYM ve AİHM kararlarına “darbeler anayasası” da uyulmasını emrediyor.
Sayın Bahçeli acaba yeni anayasaya “AYM ve AİHM kararlarına konjonktür dâhilinde adamına göre uyulacak,” şeklinde yeni bir düzenleme getirmeyi mi düşünüyor?
ÖNCE MEVCUDA UYMAMIZ GEREKMEZ Mİ?
Herkesin kanun önünde eşit olduğu “darbe anayasası”nın 10’uncu maddesinde gayet net bir şekilde yazıyor.
Hâlbuki parası olan “Fetö Borsası”na olmayan “Zindan”a girdi.
Yeni getireceğiniz anayasaya “Bu tür borsalara girmek için parası olmayana sadaka babından hazine yardımı yapılacak,” şeklinde hüküm mü koyacaksınız?
“Adrese teslim paketler” şeklindeki yargı paketleri ve torba yasalarla infaz kanunları delik deşik edildi.
Bir avukat olarak bırakın bizi, infazda görev yapan hâkim ve savcılar dahi işin içerisinden çıkamıyor.
Yeni anayasanızda bu tür durumlar için infaz hesabı yapmayı öğreten dershaneler mi planlıyorsunuz?
Ağzındaki lokmayı yutup hazmetmeyen bir sonraki lokmanın kurbanı olur.
Yani mevcut anayasayı ve yasaları bile sindirememiş bir topluma gökten yasa inse ne olur?
Kaldı ki gökten indirilenin ne hale getirildiğine hep birlikte şahit olduk.
Dolayısıyla maksadımın “darbeler anayasası”nı savunmak olmadığı anlaşılmıştır umarım.
Aristoteles 2300 yıl önce “Çokluk birçok durumlarda, her kim olursa olsun tek bir adamdan daha iyi bir yargıçtır,” demiş.
Bu yüzden de bazı görevlere aynı kimselerin iki kere üst üste gelmesinin sakıncalarından söz eder.
Aristo kısacası gücün kirlenmesine dikkat çeker.
Akabinde kendisini isteyen uyrukları yönetenleri kendi yurttaşları korur; istemeyen uyrukları yönetenler ise onlara karşı korunmak zorunda olduğunu söyler.
Bu tespite uyacak en iyi örnek de koruma ordusu olmadan sokağa çıkamayan bazı muktedirlerin durumudur.
Zira bu türden muktedirler toplumu “birlikte herkesten” “ayrı ayrı herkes”e evirmiştir.
“Darbeler anayasası” bu durumu görmüş ve cumhurbaşkanlığı görev süresini bir defaya mahsus 7 yıl olarak düzenlemişti.
ÇAKTIRMADAN AÇILAN YOL
2017 referandumu ile cumhurbaşkanlığı görev süresi en fazla iki defaya mahsus 5+5 olarak düzenlendi.
Ancak Cumhurbaşkanı’nın ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi hâlinde, Cumhurbaşkanı’na bir dönem daha hak tanındı.
Bu düzenleme ile çaktırmadan 5+5+5 in yolu da açılmış oldu.
Sayın Erdoğan 2003-2014 yılları arasında Başbakan, 2014’den günümüze Cumhurbaşkanı olarak 22 yıldır ülkeyi yönetebildiğine göre sizce böyle ince ayarlara gerek var mıydı?
Bu gidişle Sayın Erdoğan bir “vesileyle” devam edecek gibi de duruyor.
Bu yüzden de “darbeler anayasası” uygulanamadığından değil uygulanmak istenmediğinden kadük kalmıştır.
Dolayısıyla yeni bir anayasaya gerek yok; bir de bunun için birbirimizi yemeyelim.
Çünkü “Tamamlanmamış bedende yetişkin yaşayış olmaz.”
Muktedirlerin uyguladığı sözlü bir anayasa zaten var.
Bence biat edip bu stresten hep birlikte kurtulalım(!).

