İmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı?

CHP’nin İmralı kararı üzerine “çok şaşırdım, üzüldüm, CHP nasıl böyle bişey yaptı, hayret yani!” anlamında yazıp çizen demokratlara şaşırıyorum. Nasıl bir krediymiş ki bu onlarca yıldır bitmiyor ve her hatası “sen olsan yapmazdın biliyorum” edasıyla karşılanıyor. Gel “heval sana bi sarılayım”ın devri geçti. “Tekne kalkıyor, geliyor musun geliyor musun?” diye soruyorlar insana.

“İmralı’ya gitmeme noktasına sıkıştırılmamız doğru olmamıştır” diyor CHP Genel başkanı Özgür Özel. 

Doğru söylüyor. 

Tarihini, sicilini, tabanını, ideolojisini ve yakın geçmişini bilmelerine rağmen sürekli olarak CHP’den tuhaf demokratik beklentiler içinde olanlar var. 

Onları hayatın gerçeklerine davet etmek belki boşuna olabilir. 

Ama onların da umudunu canlı tutacak iyi haber şu ki, önümüzdeki dönemde CHP’nin İmralı’ya gitmek dahil farklı bir tutum alması ihtimal dışı değil. 

Sadece bu, eğer gerçekleşirse, onların hayalindeki gibi demokratik sebeplerle değil, CHP açısından gayet rasyonel ve ikna edici başka sebeplerle gerçekleşecek.

Çünkü şunun bunun sıkıştırmasına benzemeyecek ölçüde güçlü bir basınç kaynağı var: Başkanlık sistemi ve bu sistemde seçim kazanmanın temel gerekleri.

Etkili olur veya olmaz, o sıkıştıracak.

Başkanlık sistemi, barış ve CHP’yi bekleyen zor tercih

Başkanlık sistemi harikadır veya Türkiye’deki şekliyle idealdir diyenlerden değilim. Hükümet sistemleri arasında anlamlı bir farklılık görenlerden de. “Güçlendirilmiş parlamentarizm” gibi fanteziler ilgimi çekmiyor ve Türkiye’deki başkanlık sisteminden dönülmesine de taraftar değilim (Özellikle de birazdan söz edeceğim faydasını gördükten sonra). Hali hazırda yürütme lehine ağır basan kuvvetler ayrılığı dengesinin sağlanması gibi bazı düzeltmelerden yanayım. 

Dünyanın hiçbir ülkesinde parlamenter sistem de başkanlık sistemi de ilk tasarlandığı şekilde kalmadı. Yıllar içinde aksayan yanları düzeltildi, düzeltiliyor.

Türkiye’deki başkanlık sisteminin de geçirmesi gereken revizyonu böyle görmek gerek. Çünkü uygulama, tasarlama aşamasında öngörülmemiş bazı sorunları beraberinde getirebiliyor. 

Ama amaçlanmamış olumlu sonuçları da.

Yani “muhtemelen amaçlanmamış” demek doğru olur; çünkü Özal’dan Erdoğan’a sürecin diğer mimarlarının bunu istemelerinin bir sebebi de bu olabilir.

Bu sistemde yüzde 50+1 oy almak gerekiyor ve bunun için de muhafazakarların, Kürtlerin oylarına ihtiyaç var. 

Nitekim Müslüman çoğunluğun din ve vicdan özgürlüğü meselesinde bu sistem faydasını gösterdi. CHP “helalleşme”nin önemini de bu dönemde anladı. 

Şimdi Kürt meselesinde de yeni adımlar gündemde. Ve yarın devletin ideolojik tarafsızlığından etnik kimlikle ilişkilendirilmemiş vatandaşlığa ve yeni bir siyasi tahayyüle uygun diğer adımlara kadar sürecin tamamlanması için başka adımlar söz konusu olduğunda, CHP de ister istemez tutum belirleyecek.

Şimdiye kadar MHP bu konuda farklı bir tutum sergiliyordu ve Ak Parti de onunla koalisyona mecbur olduğundan sesini çıkaramıyordu.

“Kürt sorununda kalıcı çözüm” veya “eşit yurttaşlık” (CHP 2025 Programı) demek yetiyordu. Bir şey yapması gerekmiyordu. Ama şimdi bu güzel sözlerin gereklerini yapmak gerekecek.

Bu da onu tarihi, ideolojisi ve tabanıyla (daha doğrusu tabanının bir kısmıyla) karşı karşıya bırakacak.

Kendisine çeki düzen vermekle iktidarı seyretmeye devam etmek arasındaki bir tercih de diyebiliriz buna. 

Sistemin zorlaması CHP için bir fırsat olabilir

Parlamenter sistemde CHP’nin işi kolaydı. “Laiklik, çağdaşlık, ulusalcılık” der, kendi tabanının en keskin ve kutuplaştırıcı reflekslerinin tercümanı olur, seçimden sonra iktidar için diğer partilerle müzakereler yapabilirdi. Diğer bazı partiler için de bu böyleydi. Örneğin seçimlerden önce “şu partiyle asla koalisyon yapmayacağım” deyip sonra yapmak mümkündü.

Ama bu sistem müzakereyi şimdi yapmaya zorluyor. Koalisyonu seçimden önce yaptırıyor ve onu tabanın ve toplumun onayına sunduruyor.

Kürt barışı CHP’ye tarihinde ilk kez kendisiyle ilgili sahici bir değişim ve iktidar için bir fırsat sunuyor. 

Şimdiye kadarki CHP yönetimleri kendi tabanlarını dönüştürmeyi başaramadı. Onları Kürtlerin, İslami kesimlerin ve diğerlerinin temel haklarını tanımaya, etnik ve dini özgürlüklerini bastırmayı öngören Kemalist dayatmalardan vazgeçmeye ikna edemedi. Belki sahici bir çaba göstermedi, çünkü o tabana uygun liderler ve yönetimlerdi. Belki de değiştirilmesi gereken bir şeyler olduğunu fark etti ama tabandaki sert çekirdeğe çarpınca zorlamak istemedi. 

Ama şimdi tabana dönüp, iktidar olmak istiyorsa on yıllarca kamusal alandan kovmaya ve önlerini kesmeye çalıştığı kimlik ve sınıftan insanların (CHP Katsayının kalkmaması için son ana kadar uğraşmıştı mesela), yani Kemalizmin ötekilerinin de hukukuna saygı göstermek zorunda olduklarını anlatıp onları ikna etmesi gerekecek. Ya da bununla uğraşmak yerine yine retorikle işi götürmeye çalışacak ve toplumun buna ikna olması için çaba sarf edecek. “C” şıkkı yok.

Başkanlık sisteminin 50+1 şartı bu anlamda CHP için gerçekten bir fırsat olabilir. Yıllardır iktidar bekleyen kitlesini ötekilerin eşitliğine bu kez şu çok pratik ve pragmatik gerçekle ikna edebilir: “İktidar olmak istiyorsak değişmeliyiz. ‘Çağdaşlık,’ ‘laiklik,’ ‘Atatürk ilke ve inkılapları,’ ‘dur kaçma seni eğiteceğim’ bizim semtlerde geçer akçe olabilir, ama öteki mahallelerde para etmiyor ve öteki mahalleler berikilerden daha çok. O semtlere girebilmek için insanların dilini, dinini ve bizim gibi olmama hakkını tanımak zorundayız.”

CHP bunu başarabilir mi?

Demokrasilerde siyasi partiler sadece tabanlarının talep ve beklentilerini birebir yansıtmaz; aynı zamanda kendi tabanlarını değiştirir ve dönüştürür. Tıpkı Erdoğan’ın Ak Parti’yi Çözüm Süreci’ne ikna etmesi gibi. Tıpkı Bahçeli’nin ezber bozan çağrısıyla yeni bir yolun açılması gibi. 

Bunu yapmak CHP yönetimi ve Özgür Özel için en az iki sebeple kolay görünmüyor. 

Öncelikle tabandaki sert çekirdekten dolayı. İzmir’deki DİSK Grevi dolayısıyla nasıl bir ırkçı kuburun deşildiğini ve Kürt Belediye işçileri üzerinden nefret kusan sosyal medya paylaşımlarını hatırlayalım. İzmir’deki Dersim derneklerinin pikniği dolayısıyla yıllarca CHP’yi sırtında taşıyan Dersimli Alevilerle ilgili paylaşımlarını da. “Kent uzlaşısı”yla onlara pek çok yerde iktidar kazandıran insanların ilk itirazlarında yaşandı bütün bunlar.  

Anlıyorsunuz ki hak temelli bir dönüşüm yaşamadıkça, o taban ve onun zihniyeti aynı sandıkta veya masada buluşmakla değişmiyor ve ilk ihtilafta bütün o eski önyargılar aktive ediliyor. 

İkinci olarak, tabanı dönüştürecek olanlar da onunla aynı önyargıları paylaştıkları için kolay görünmüyor. Hatırlayalım, Özgür Özel elinde Tevhid bayrağı ile Filistin için yürüyen apartman görevlisine yumrukla saldırıp ağzını burnunu kanatan saldırgana gözaltına alındığı için “geçmiş olsun” demişti, yolda yürürken hiç tanımadığı o saldırganın şiddetine maruz kalan mağdura değil. CHP çevresinde yazıp çizenlerden Ankara ve İstanbul Barolarına kadar pek çok kişi ve kurum da aynı refleksi göstermişti. “Ellerin dert görmesi”i de “ayıptır bu kadar da olmaz” diye eleştiren olmamıştı.

Bu anlamda ister tabandan farklı düşünsün isterse de aynı düşünmekle birlikte iktidar için onları resmî ideolojinin temel ön kabullerinden vazgeçmeye iknaya çalışsın yeni CHP yönetiminin işi kolay değil.

Kürt sorununu ortaya çıkaran inkarın ideolojisiyle yüzleşmek, onun devletçi, merkeziyetçi, ulusalcı ve tekçi ön kabullerini sorgulamak, Türkleri, Kürtleri ve diğer herkesi kapsayacak bir sosyo-politik tahayyülün anayasal çerçevesi için rezervlerini kaldırmak mümkün olabilir mi?

CHP bunu başarabilirse, parti yönetimi kendisinden başlayarak tabanına yönelik etkili bir ikna sürecine girebilirse, bu ülke demokrasisi için de iyi olur. Çünkü gerçekten kendi yaşam biçimini başkasının dilini, dinini, inancını ifade etmesini engellemeye, eski oligarşik yapıyı ve onu koruyan vesayet sistemini restore etmeye bağlayan bir ideolojiyle barışı tesis etmek kolay değil.

Geçmiş ve bugün CHP’nin bunu başaracağı, hatta bunu deneyeceği konusunda umut vermiyor. Özcülük veya önyargı değil; aynı atmosfer şartlarında aynı sonuçlar çıkıyor. Bu da kimseyi şaşırtmamalı. Asıl CHP’nin İmralı kararı üzerine “çok şaşırdım, üzüldüm, CHP nasıl böyle bişey yaptı, hayret yani!” anlamında yazıp çizen demokratlara şaşırıyorum. Nasıl bir krediymiş ki bu onlarca yıldır bitmiyor ve her hatası “sen olsan yapmazdın biliyorum” edasıyla karşılanıyor. 

Zor tercih…

Değişmek veya değişmemek: Geldiğimiz aşamada buna dair kararı ertelemek artık mümkün değil. Bahçeli öyle bir hamle yaptı ki, artık herkes sahici yüzüyle sahne almak zorunda. CHP’liler de Öcalan ile görüşmeye gidemeyen ve bu yüzden “CHP’nin peşindeki ezik muhafazakârlar” olarak suçlananlar da. 

Gel “heval sana bi sarılayım”ın devri geçti.

“Tekne kalkıyor, geliyor musun geliyor musun?” diye soruyorlar insana.

Önceki İçerikBir geceliğine fanatik oldum
Sonraki İçerikSerbestiyet’te Çarşamba | Etyen Mahçupyan günü: “DEM Stockholm Sendromu’na mı kapıldı?”