Ana SayfaYazarlarSehpasız Menderes devri

Sehpasız Menderes devri

 

Türkiye, 1946’da çok partili siyasi hayata geri döndü. Ama gerçek manada adil bir seçim yapabilmek için 4 yıl daha bekledi. 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimlerde halk, daha önce Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka’ya gösterdiği ilgiyi Demokrat Parti’den de esirgemedi. Demokratik bir halk devrimi ile tek parti iktidarını tarihe gömdü.

 

Menderes’in yakın çalışma arkadaşı Samet Ağaoğlu’na göre, DP’nin iktidarını üzerine oturttuğu üç temel vardı:

 

– Hızlı sanayileşme

– Halkın ve çoğunluğu teşkil eden köylünün asgari bir refah seviyesine bir an önce kavuşturulması

– İşçi davalarının sosyal adalet prensipleri içinde halledilmesi

 

Önüne bu hedefleri koyan DP’nin ilk iktidar döneminde Türkiye’nin tozunu dumanına kattı. Her alanda son sürat büyük bir değişim ve modernleşme rüzgârı estirdi. Topraksız köylüye toprak dağıtıldı. Tarımda görülmemiş bir sanayileşme hamlesi başlatıldı. Köylülere büyük meblağlarda krediler dağıtıldı. Ücretli hafta tatili kanunu çıkartıldı. Sendikaların sayısı arttı. Enerji alanında büyük bir projeler yapıldı. Birçok baraj ve termik/hidrolik santralin temeli atıldı. Yeni çimento ve şeker fabrikaları kuruldu.

 

“Başka yollar”

 

Türkiye kabuk değiştiriyordu. Muhalefetin ise bu değişime ayak uyduracak ve hükümete alternatif olabilecek bir takati yoktu. 1950’den sonra 1954 ve 1957 seçimlerini de DP kazandı. Kaybedilen her seçim, muhalefetin/CHP’nin demokratik yollarla iktidara gelme ümidini de ortadan kaldırdı. Ağaoğlu’nun deyimiyle “CHP artık başka yollar tutmaya” başladı.

 

CHP, bir yandan DP’yi kendi içinden çökertecek faaliyetlere hız verdi, bir yandan da halkı ve elbette orduyu tahrik etmeye koyuldu. Hem DP’nin ikinci iktidar döneminde ortaya çıkan bazı ekonomik sıkıntılar (döviz darlığı, kuyruklar, karaborsa), hem de DP’nin yaptığı bazı siyasi yanlışlar (Kırşehir’in ilçe yapılması, Bölükbaşı’nın dokunulmazlığının kaldırılması), CHP’nin bu yeni yolda hızla mesafe almasına katkı sağladı.

 

1958-1960 arasında tansiyon tavan yaptı. Her ne pahasına olursa olsun iktidarı devirmeyi kafasına koyan muhalefet, hem Meclis’te hem de Meclis dışında sinirleri gerdikçe gerdi, DP ve Menderes de buna mukabele ediyordu. Yalanın bini bir paraydı. Hükümetin memleketin bir bölümünü Ruslara ve Amerikalılara satmasından kadın ve kızları yabancıların koynuna sokmasına, Menderes’in milyonları götürmesinden Türk ordusunu kapitalist ABD’nin emrine verip kendisini Amerikan kuvvetleriyle koruyacağına dair bin bir türlü tezvirat kamusal dolaşıma sokuldu.   

 

Dokuz Subay Olayı

 

1958’de “Dokuz Subay Olayı” patlak verdi. Samet Kuşçu, kendisinin de içinde yer aldığı bir cuntanın, Menderes Hükümeti’ni devirecek bir darbe hazırlığında olduğunu ihbar etti. Dokuz subay yargılandı. Gariptir, sekizi beraat ederken, sadece ihbarı yapan Kuşçu mahkûm edildi. Ancak cin şişeden çıkmıştı artık. 1959’dan sonra artık “ihtilal”, yaygın olarak kullanılan bir sözcük oldu. Hem iktidar, hem de muhalefet artık hep ihtilale referansla konuşuyordu. Muhalefet ihtilalin kapıda olduğundan, iktidar ise buna izin vermeyeceğinden dem vuruyordu.

 

İdare ipinin elinden kaçtığını düşünen DP’nin Tahkikat Komisyonu kurması, ihtilal sürecini hızlandırdı. Tahkikat Komisyonu’nun tepki uyandıran kararlar verdi. İstanbul ve Ankara’da üniversite öğrencileri sokağa taştı. Profesörlerin önce teker teker ardından toplu olarak protestolara başladı. Ve nihayetinde 27 Mayıs’ta asker sahaya indi ve demokrasi oyununa son verdi.

 

Maskesiz Menderes

 

Türkiye 1950-1960 arasında tarihin hızlandığı bir dönemden geçti. Bu serüvenin başrolündeki isim Adnan Menderes’ti. 10 yıllık Başbakanlığı döneminde Menderes’e dirsek mesafesinde bulunan Ağaoğlu, biri Menderes’in şahsı, diğeri de Menderes’in dönemine ilişkin iki önemli hususiyetin altını çizer:

 

Şahsına ilişkin olanı, Menderes’in “maskesiz politika adamı” olmasıydı. Ağaoğlu’na göre, tarih maske kullanmayan siyasetçilerin – deha derecesinde zeki olsalar bile- hemen her zaman hüsrana uğradıklarını gösteren örneklerle doluydu. “İşte Roma’da Sezar, işte Fransız İnkılabı’nın ifsat edilemez adamı Robespiyer, işte Rus İhtilali’nin Troçki’si. Sonra işte bizde Mithat Paşa, Rauf Orbay. Bütün bunlar ve daha birçokları, siyaset ve devlet adamı olarak maskesizliklerinden zarar görmüşlerdi.”        

 

Dönemine ilişkin olanı ise, Menderes döneminin sehpasız olmasıdır. “Adnan Bey’i son elli yılın başka siyasetçileriyle karşılaştırdığımız zaman, onun kin tutmazlığıyla, mesela İnönü’nün, rakiplerini sefalete ve sehpaya kadar kovalayan kini kafamda kocaman bir soru işareti çizer: Bu memleketin siyasi hayatına damgasını vuran, bu iki kalp yapısından hangisi?    

 

Hafızamda çok küçük yaştan beri yan yana sıralanmış, birçoğu yakından tanıdığım, amca diye ellerini öptüğüm, devirlerinde gösterişli, bazısı azametli, bazısı ihtişamlı insanların asıldığı sehpalar var. Hepsi, hepsi siyaset adamı! Bunların en sonuncularında, birinden Menderes, üç arkadaşım sallanıyor.

 

Devirlere isimlerini takmış kudretler arasında yalnız onun, yalnız Menderes’in devrinde sehpalar kurulmadı. Enver-Talât yıllarında, Atatürk-İnönü zamanında, Milli Birlik kıyametinde sehpalar siyaset hayatımızın adeta süsleri olmuşlardı. Sadece Menderes devri bu zakkum çiçeğini yakasına takmadı. Şimdi bu satırları okuyan ayrı inanç sahibi iki vatandaşımın başlarını salladığını görür gibiyim. Biri ‘takmadığı için aynı yolda can verdi’ diyor, ötekisi ‘takabilir miydi sanki?” diye mırıldanıyor. Takmadı, takamadı, bunu niye tartışayım, değişmeyen netice meydanda: Menderes devri sehpasızdır.”   

 

56 yıl önce bugün çalan asker düdüğü, bu sehpasız devri bitirdi. 27 Mayıs, sadece Menderes ve arkadaşlarını katletmedi, milli iradenin ve demokrasinin de kalemini kırdı.

 

Yazıdaki alıntıların kaynağı Samet Ağaoğlu'nun "Arkadaşım Menderes: İpin Gölgesindeki Günler " (Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011) başlıklı kitabıdır.

- Advertisment -