Memleket toptan kentsel dönüşüme girmiş gibi bin bir emekle kurulan köprüler yıkılıyor bir kepçe darbesiyle…
Kavram olarak ‘muhafazakarlığın’ çok sık kullanıldığı bugünlerde insanlar yaşam sürecinde biriktirdiği dostlukları, yol arkadaşlıklarını ‘muhafaza’ etmekte zorlanıyor. Molozların çıkardığı toz bulutuna karışıyor biriktirilenler…
Bir mahalleye girdiğinde adres soracağın bakkal, kasap, kundura tamircisinin yerine zamanın ruhuna uygun yeni yerler açılıyor. Herkes yalnız mahalleye değil, çevresine, insanlara yabancı… Yıllardır yaşadığın mahalle kayıp gidiyor elinden. Sen sadece hüzünle izliyorsun bu gidişi…
Köprüleri oldum olası severim. Derin vadilerde büyüdüm, o vadileri aşmak için kurulan asma köprülerden geçmek eğlenceydi benim için. Üzerinde zıpladıkça sallanan o köprüler, altında dağlardan kopup gelen coşkuyla akan dereye karışma hissini verirdi bana. Köprülere olan sevdam, çocukluğumdan kalma belli ki.
Yaşadığım mahallede hızlı bir değişim, dönüşüm yaşanırken bu vahşilikten yıllardır kullandığım hatta kişisel bir bağ kurduğum köprü de nasibini aldı. Son kez dün sabah geçtim o yolumun üzerindeki köprüden. Yeldeğirmeni Uzun Hafız Sokağı’nı Ayrılık Çeşme Sokağa ve ana yola bağlayan köprü Marmaray tren yolu çalışmasına kurban edilip kapatıldı. Köprü yıkılmadan bu çalışma yapılabilir miydi bilmiyorum; teknik detaylara haiz değilim. Ama yıllardır üzerinden gelip geçtiğim, özellikle yağmurlu havalarda biraz soluklanıp ıslak raylara baktığım köprü yok artık. Bir süre sonra yenisi daha afilisi yapılıp, yerine konulacak elbet. Ama köprüyle birlikte giden yaşanmışlıklar geriye gelir mi, işte o zor…
Ulaşıma kapatılan köprünün bağlandığı Ayrılık Çeşme Sokağı mahallenin en yeşil sokağı aynı zamanda. Büyük bir bölümü ana yola kurban edilen tarihi mezarlığın hemen dibindeki sokakta duvar diplerindeki meyve ağaçları, sokakta yürümenin hazzını veriyor insana. Yazın geldiğini dutun olmasından anlıyorum, eriklerde oldu, yolcu hakkı payı olarak gelip geçerken koparıyorum bazen. Dutları kargalar yiyor daha çok. Arnavut kaldırımlı bu küçük sokak kedi hâkimiyetinde aynı zamanda. Geçen sabah sokağa yanlışlıkla giren bir köpek, o kadar kediyi bir arada görünce korkmuş olacak ki duvar dibinden kıyı kıyı yürüyerek gelip geçti önümden mesela.
Paris Mahallesi diye bilinir sokak. İlginç bir hikâyesi var; çok az insanın bildiği ya da unutmak istediği. Birinci Dünya Savaşı sonrası işgal edilen İstanbul’da işgalci askerlere hizmet etmesi için kurulmuş mahalle. Bir çeşit zevk sokağı yani… İşgal bittikten sonra 1950’li yıllara kadar ‘zevk sokağı’ olarak işlevini devam ettiren mahalle büyük bir bölümünü yola kurban verdi. Kalan tek sokak ise, yeni sahipleri tarafından arkasından tren yolunun geçtiği bahçeli evler olarak kullanıldı. Son yıllarda popülerliği artan sokakta bulunan evlerin bazıları el değiştirilerek onarıldı, o güzelim çift katlı evler ortaya çıktı…
Yazının başında değindiğim gibi, insanın başını döndüren bir hızda dönüşüyor her şey. İnsanlarda bu dönüşümden nasibini alıyor çokça. Yenisine alışamadan daha yenisi çıkıyor karşına. İlişkiler de aynı hızla ve zalimlikle yaşanıyor. Bir soluklanalım, bir bakalım diyenler azalıyor giderek. Yılların kahrını çekerek gelişen ve sağlamlaştığını düşündüğünüz köprüler, yıkılıveriyor bir anda. Tıpkı her sabah üzerinden yürüyüp gittiğim Ayrılık Çeşmesi Köprüsü gibi…