Türk Yurdu’nda Türklük ve İslamiyet’i birbirine telif etmeye çalışan ve İslam’ın Türk’ün dini olduğunu ısrarla vurgulayan yazarların başında modern Türk milliyetçiliğinin kurucu babası olarak kabul gören Ziya Gökalp gelir. Gökalp’in bu söylemi yine Türkçülüğü seküler anlamda bir fikriyat olarak ele alan ve İslam’ı onun vazgeçilmez unsuru olarak değerlendiren bir yaklaşımdır.
“Türkçülük aynı zamanda İslamcılıktır” derken burada iki fikriyatın eşit derecede ve ağırlıkta olduğu gibi bir anlam çıkarmak güçtür. Zira Gökalp’in bu dönemde dergide neşrettiği yazılar dikkate alındığında İslam’ın araçsal ve pragmatik bir biçimde Türkçülüğün ideolojik ve hâkim paradigma konumunu güçlendirmek adına kullanıldığını söylemek mümkündür.
Şimdi şu nokta çok açık ve nettir: Türk milli kimliğinin tarihsel olarak harcında İslam her zaman vardır ve olmaya devam edecektir. Ancak bu harcın ne derece yoğun olduğu sorusu her daim bakidir. Bunun yanında Gökalp’in kullanmış olduğu muasırlaşmak kavramı Türk siyasi hayatını etkilemeye devam etmektedir.
Zaten Gökalp’in Türk milliyetçiliği anlayışı son derece modern ve Batılıdır/asridir. Ancak burada muasırlaşmaktan neyi kastettiğini doğru çözümlememiz gerekir. Gökalp için muasırlaşmak demek Batı’ya benzemek, Batı gibi olmak değildir.
Muasırlaşmak, Batı’nın ulaştığı ilerleme düzeyine ulaşmak, Batı’ya ihtiyaç duymadan ve hatta Batı’yı aşarak ilerlemektir. Bu yaklaşımın Türk siyasi hayatının Batı’ya ve Batı modernleşmesine olan bakışını etkileyen hâkim paradigma olduğunu her daim gördük ve görmeye de devam ediyoruz. Burada asıl sorulması gereken acaba Türk düşün dünyasında Batı’ya dönük bu hâkim görüşü aşmanın yolları var mıdır sorusudur.
Aslında Gökalp’in yaklaşımı son derece basit bir mantığa ve akıl yürütmeye dayalıdır. Bu yaklaşım kabaca İslam’ın Türklükle telif edilmesi aynı zamanda onun modernizmle uyumlu hale getirilmesi anlamına gelir. Öte yandan derginin bu dönemde İttihat ve Terakki Partisi ve Cemiyeti ile olan ilişkisi de üzerinde durulmaya değer bir konudur.
Derginin Ağustos 1911 tarihinde kurulduğu sırada yayın müdürü ve aynı zamanda derginin kurucu üyesi olan Akçuraoğlu’nun İttihat ve Terakki ile olan ilişkisi ve cemiyete/partiye olan bakışı diğer Türk Yurdu yazarlarına göre daha mesafeli ve son derece eleştireldir.
Daha ilginç olan nokta Akçuraoğlu’nun kurucularından olduğu dergiyi Cemiyet’ten uzak tutmak konusunda gösterdiği özel çabadır. Akçuraoğlu, Türk Yurdu’nun hiçbir siyasi örgütle ve/ veya partiyle anılmasını ve bağlantılandırılmasını istememiştir. Bu anlamda dergiyi olabildiğince “bağımsız” ve “özerk” bir yayın organı haline getirmek arzusunda olmuştur.
Akçuraoğlu aslında İttihat ve Terakki’nin politikalarını beğenmemekte; İttihat ve Terakki’yi Türkçü politikalar üretmek yerine, Osmanlıcı ve İslamcı politikalar ürettiği için eleştirmektedir. Başka bir ifadeyle, İttihat ve Terakki’nin somut, siyasal ve sistematik bir milliyetçi/Türkçü programa sahip olmadığını belirtmiştir.