Johan Cruyff ‘un da geçen yüzyıl ortasının dünyayı terkeden yıldızları arasına katılılmasının ardından belki daha yakın zamanlarla ilgisinden ve sahadan öte kurumsal başarının köklülüğü nedenleriyle daha ziyade Barcelona’lılığının altı çizildi.
Ama keskin zekâsı ile bedenini ortaya çıkaran 74 yılı Ajax’ıyla teknik direktörü R. Michels’den sözedilmeyince ciddi bir bağlam problemi çıkıyor: Nereden çıktı bu adam? Niye İngiltere’den, Latin Amerika’dan, hatta bu işe bunca mali yatırım yapmış İtalya ve İspanya’dan değil de Hollanda’dan?
Tuncer Köseoğlu’nun cazip şahsi hatırası üstüne yavan kalacak olsa da bir şeyler sölemeyi deneyeyim.. https://www.serbestiyet.com/yazarlar/tuncer-koseoglu/hayata-calim-atmak-674565
Kuşağımın maç tiryakileri unutmamıştır; 1974’de Alman futbolu ile takımını 50’lerin plasesi olmaktan çıkarıp 1966 finali ertesinin ezeli favorilerinden haline getirecek Beckenbauer-Müller’li efsane Bayern Münih, Ajax’la eşleşmişti. Ajax lehine 4-0’lık skordan daha şaşırtıcı olan Bayern’in top görmemesi ve düştüğü şaşkınlıktı. Onlar da seyrediyordu seyirciyle birlikte adeta. Gözmüzün önünde cereyan eden bu tuhaflık rövanşta da devam etmiş; üstelik skor da tekrarlanmıştı.
Şimdi bir de o Ajax’ın sol kanadı Ruud Krol’dan mealen dinleyelim, mucizenin içyüzünü:
Teknik direktör Michels tek tek oyuncuların peşinden koşmayı bırakıp sahayı kontrol etmeye çalışın diye sürmüş takımı sahaya. Kendi ceza yayı hizasına dizilmesine alışılmış defans dörtlüsünü çizgi halinde orta dairenin iç teğetine kadar ileri itmişler. Böylelikle karşı takıma oyun alanı olarak 100m yerine kalecileriyle orta dairenin rakip alan teğeti arasındaki 60m kalmış kala kala. Orta daireye itilmiş defans çizgisi arkasında kalan 50m boşluğa gelince; uzatılacak burnun bile ofsayt olacağı bir yana, karşı takımın şaşkınlığının sebeplerinden biri de böyle boş bırakılmış yarı sahada ne yapacağını bilememekmiş meğer. El-kol sallayarak gidilecek 40m’lik bir sahayı antrenmanda bile boş bırakmamıştır teknik direktörleri. Onlara sahayı dar eden defans dörtlü çizgisi ardındaki boşluğun yarattığı agorafobi (boşluk/açık alan korkusu) duygusunu tahmin etmek güç değil. Öte yandan kendileri orta daire teğetindeki defans çizgileriyle rakip kaleci arasındaki 50m içinde ofsayta düşme riski olmadan mekik dokurken aralarında kalmış rakip oyunculara seyirden başka yapacak şey bırakılmamış.
İşte zekâ ve beden kıvraklığını oyunun parçası kılıp Cruyff’u Cruyff yapan da o 50m oldu zaten. Yanındaki forvetler, Rep ve Keiser ile berisindeki orta-saha 3’lüsü Haan-Neeskens-Mühren’i yönetmek düşüyordu sarı fare Cruyff’a. Bu oyunu total yapan da artık kanada dönüşecek iki bek Suurbier ve Krol’un kenar çizgilerden sık-sık, orta saha kıvraklığındaki Hulshoff ve Blankenburg’un da fırsat buldukça, tabii arka defans hattını dağıtmadan, orta alana hamle yaparak takımın örgüsünü karşı sahada sıkılaştırmalarıydı. Aralarda taktik niyetine hep coğrafya ve topoğrafyanın alan terimleriyle konuşurduk demiş Krol; Zaten “alan daraltma” gibi lafların futbolun teknik terimi olup maç spikeri söylemine dönüşmesi de bu aralığa rastlar.
İşte Michels’in kenardan yönettiği bu takımın ayarlarını içerden veren de sonra Barcelona’yı kurumsallaştırıp günümüz efsanesi yapacak olan Johan Cruyff’du.
Krol, sırlarını hiç böbürlenmeden sıralarken, teknik direktörüyle ve kendinin de sol kanadının sigortası olacağı takımıyla sınırlamayıp toplumunun en köklü geleneğiyle de ilişkilendirmiş bu düzenin keşfi kadar uygulanma başarısının da imkânını.
Hollanda’nın alçak ülke (Nederland) olmasında saklı bu işin sırrı. Hollanda Ortaçağ’lardan beri denizden toprak kazanarak büyütmüş hep alanını. Kuzey Denizi’ne set çekerek suyu tutup zeminini kazanarak genişlemişler. Yeni zemini önce aralarındaki kanallarla tarım toprağına dönüştürüp sonra iskân ihtiyacı doğunca da imara açarak kentleşmelerinin ardı kadar görünen yüzünden de aşikâr özelliği, Almanları bile kıskandıran planlama gelenekleri. Resmi devlet sosyalizmlerinde ihtimali bile yaşanmamış müzakereci (demokratik) bir kollektivizm anlamına gelmiş bu kazanılan toprakların paylaşılıp kullanılma alışkanlığı. “Bu yeni toprakları bölüşüp kullanmanın adabını geliştiremeden bir gün bile birarada duramazdık.” demişti akademisyen, belediye teknokratı gecekondu temsilcileri ve aktivistlerden oluşma davetli kent çalışma grubumuza Amsterdam’da verdiği “Planlama Geleneği” seminerinde sırım gibi bir Protestan rahip.
Krol’un referansı da zaten o gelenek. Koca ülkenin gittikçe büyüyen toprağını inşaat arsasına hâkim olurcasına yüzyıllarca yönetmiş bir toplumun seçilmiş aklı-başında 11 atletik çocuğu mu beceremeyecekti topu-topu 50x100m’lik bir alanın kontrolunu.