Bu konu, son dönemde ilk kez Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande tarafından geçen 13 Kasımda Paris’te rastgele 130 kişinin ölümüyle sonuçlanan terör saldırıları ardından gündeme getirilmişti. Hollande, sosyalistler içindeki bir grupla birlikte daha Sol’daki partilerden gelen itirazlara karşın, terörizmle etkin mücadele için alınacak önlemler bağlamında, çifte uyruklu terörist (terörizmden mahkûm olmuş) vatandaşların Fransız uyruğundan çıkarılmasını hükme bağlayan bir anayasa değişikliği önermişti.
Valls hükümeti bu çerçevede bir metin hazırlamış ancak itirazlar üzerine vatandaşlıktan çıkarmayı Anayasa’nın eşitlik ilkesi çerçevesinde çifte uyruklularla sınırlamayan, başka bir deyişle herkesi kapsayan şekilde genişleten bir değişikliğe gitmişti. Sonuçta bu metin Sol ve Sağ’dan gelen oylarla az farkla Milli Meclis’ten geçmiş ve onay için Senato’ya sunulmuştu. Benimsenmesi için metnin Senato’dan değiştirilmeden aynen geçmesi, Kongre’de (Meclis+ Senato) de nitelikli (beşte üç) çoğunlukla kabul edilmesi gerekiyordu. Ama Senato Meclis’ten gelen metni değiştirerek vatandaşlıktan çıkarmayı, Hollande’ın başta önerdiği gibi, sadece çifte vatandaşlar için geçerli hale dönüştürdü. Bu değişiklik üzerine, Kongre’de artık aynı metin üzerinde yeterli çoğunluk bulunması olasılığı kalmadığı için Cumhurbaşkanı Hollande da anayasa değişiklik paketinin 2. maddesinde yer alan vatandaşlıktan çıkarma önerisini geri çekti.
Aslında vatandaşlıktan çıkarmanın çifte uyruklularla sınırlı tutulmasının bir gerekçesi vardı: 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 15. maddesiyle uyumlu olmak. Nitekim söz konusu madde aynen şöyle diyor:
“1. Herkesin bir yurttaşlığa hakkı vardır.
2. Hiç kimse keyfi olarak yurttaşlığından veya yurttaşlığını değiştirme hakkından yoksun bırakılamaz. “
Kabul etmek gerekir ki sadece bir uyruğu bulunan bir kişinin vatandaşlıktan çıkarılması, o kişiyi kaçınılmaz olarak vatansız (apatride) kılıyor. Vatansızların hayatı güçleştiren sorunları nedeniyle -ki ceza olarak uygulanması da bundan kaynaklanıyor- konuyla ilgili uluslararası sözleşmeler devletlerin bu yöndeki uygulamalarını kısıtlamayı amaçlıyor. Örneğin 1961 tarihli Vatansızlığın Azaltılmasına ilişkin BM Sözleşmesi, 8. maddesinin 1. fıkrasında, taraf devletlerin, vatansız kılacaksa, kişileri vatandaşlıktan çıkaramayacağını hükme bağlıyor. Bu noktada akla gelen soru şu: Peki, o zaman Sol’un çoğunlukta olduğu Milli Meclis’te anayasa değişikliğine onay veren Fransız siyasetçiler 1961 sözleşmesini ihlal etmeyi göze mi almış oldular?
Aslında bu sorunun yanıtını bulmak zor değil; sözleşmenin 8. maddesinin 3. fıkrasında var. Bu fıkra vatandaşlıktan çıkarmayı yasaklayan 1. fıkra hükmüne iki istisna getiriyor. Birincisi (3a) kişinin devletine bağlılığının sorgulanmasına yol açan durumlar ki bu bağlamda iki husus zikrediliyor: i) devleti açıkça yasakladığı halde başka bir devletin çıkarlarına hizmet etmek ii) devletin temel çıkarlarına ciddi bir zarar vermek. İkincisi (3b) “başka bir devlete sadakatini açıklamak veya davranışları ile vatandaşı bulunduğu ülkeye sadakatsizliğini ortaya koymak.” Dolayısıyla sözleşmeye taraf devletlerin, bu fıkranın kapsamına giren vatandaşlarını – terörist sözcüğü açıkça zikrediliyor olmasa da bu kapsamda değerlendirilmesi doğal- vatandaşlıktan çıkarması sözleşmeyi ihlal sayılmıyor.
Ne var ki 1961 sözleşmesi konuyla ilgili tek sözleşme değil. 1954 tarihli “Vatansız kişilerin statüsüne ilişkin BM sözleşmesi” taraf devletlere ülke topraklarında yaşayan vatansızlara bir statü verme zorunluluğu getiriyor. Paris I Üniversitesi Anayasa Hukuku Profesörü Dominique Rousseau’ya göre, Fransa teröristleri 1961 Sözleşmesi uyarınca “vatansız” kılabilir belki ama 1954 sözleşmesine göre onlara hukuki bir statü verme zorunda kalabilir. Bu da vatandaşlıktan çıkarmanın temel amacı olan teröristleri sınır dışı etmenin fiilen mümkün olmadığı bir hukuki durum yaratabilir.
Prof. Rousseau vatandaşlıktan çıkarılan bir teröristin AİHM’e kişisel başvuru yapabileceğine, bu durumda Strasbourg Mahkemesi’nin veya ayrıca AB Adalet Divanı’nın (ABAD) AB vatandaşlığı bulunan bir kişiyi vatandaşlıktan çıkardığı için Fransa’yı mahkûm edebileceğine dikkat çekiyor. Rousseau’ya göre, Fransa bu sorunu vatandaşlıktan çıkarmayı herkes için mümkün kılan bir anayasa değişikliğine gitmeyerek -ki öneri zaten geri çekildi- Fransız vatandaşlığını sonradan kazanmış çifte uyruklu teröristleri vatandaşlıktan çıkaran bir yasal düzenlemeyle çok daha kolay çözebilir.
Vatandaşlıktan çıkarmanın, Fransa’nın terörle mücadelesi bağlamında, AB üyeliği nedeniyle, mümkün ya da etkin bir önlem olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu. Ama teröristlerin çifte uyruklu Fransız vatandaşları arasından çıkmasının toplumda ve özellikle de aşırı Sağ kesimde yarattığı tepkiye sosyalist bir hükümetin de -bazı nedenlerle elbette- duyarsız kalamayacağını anlamak gerekir. Hem de Belçika’da tutuklanan iki teröristten edinilen bilgiler doğrultusunda Fransa’ya yönelik tehdidin halen devam ettiğinin konuşulduğu bir dönemde. Peki, o halde Fransa gibi, hatta çok daha büyük ölçüde terörizmin hedefinde bulunan Türkiye’de benzeri bir önlemin dile getirilmesini nasıl karşılamak gerekir?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısı
Cumhurbaşkanı Erdoğan, tıpkı François Hollande gibi, terörle daha etkin bir mücadele için alınacak önlemler bağlamında, teröristlerin vatandaşlıktan çıkarılmasını öngören bir yasal düzenleme yapılmasını öneriyor. Bir kere, bu öneriyi terörden yaka silken toplumumuzun beklentilerine cevap verme amacı taşıdığı için en azından Fransa’da olduğu kadar anlayışla karşılamak gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle de konuya doğrudan Türkiye değil, Fransa üzerinden bakmayı yeğledim.
Kabul etmek gerekir ki Fransa’da böylesine tartışılan vatandaşlıktan çıkarma konusu, Sayın Cumhurbaşkanı’nın bir başka önerisi olan terör ve teröristi yeniden tanımlama (daha geniş tanımlama) önerisiyle birlikte ele alındığında, sadece ulusal değil, ayrıca uluslararası medyada da mevcut Erdoğan ve AK Parti karşıtlığının değirmenine su taşıyor. Yalçın Doğan’ın T24’te yayımlanan “Vatandaşlık… Davutoğlu’nun imzası” başlıklı yazısı bu doğrultuda önemli bir örnek. ( http://t24.com.tr/yazarlar/yalcin-dogan/vatandaslik-davutoglunun-imzasi,14284)
Görüldüğü gibi, Doğan’ın 1975 tarihli dediği sözleşme yukarıda zikrettiğim 1961 tarihli Vatansızlığın Azaltılmasına ilişkin BM Sözleşmesi. Sözleşmenin 8. maddesine atıfta bulunuyor ama yukarıda belirttiğim istisnalarla ilgili fıkralarından hiç söz etmiyor. Doğan yazısında CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun bir soru önergesine aldığı yanıta atfen bu sözleşmenin 5 Ocak 2012 tarihiyle Türkiye tarafından onaylanma süreci tamamlanmış sözleşmeler arasında bulunduğunu yazıyor. Bu doğru değil, çünkü Adalet Bakanlığı ilgili biriminin yayınladığı BM sözleşmeleri listesinde bu sözleşmenin TBMM’de onaylanma tarihi hâlâ yok. Olasılıkla daha onaylanmamış ama bu, sorunlarımızı sözleşmeyi yok sayarak çözeceğimiz anlamına gelmiyor. Kaldı ki sözleşmenin 8. maddesinin yukarıda aktardığım “herkesin bir vatandaşlığı olması gerektiği” ilkesine istisna getiren fıkraları teröristlerin vatandaşlıktan çıkarılmasına engel oluşturmuyor.
Aslında Türkiye’nin teröristlerin vatandaşlıktan çıkarılmasını hükmeden bir yasal düzenleme yapması halinde karşılaşacağı sorunlar, AB üyesi olmamakla birlikte, Prof. Rousseau’nun Fransa için belirttiği sorunlardan pek farklı değil. ABAD devrede olmayacak kuşkusuz ama AİHM’e kişisel başvuru yolu açık kalacak, bu bir. Türkiye 1954 Sözleşmesi’ni Fransa gibi onaylamış olduğu için vatansız kılacağı ülkesindeki teröristleri sınır dışı edemeyecek, bu iki.
Akla gelen bir başka olası sorun da, vatandaşlıktan çıkarmanın terörizmden mahkûmiyet alan kişilerle sınırlı kalmaması. Başka bir deyişle terör ve terörist tanımının genişletilerek, ilgili yasaların, eline fiilen silah almamış kişileri de terörist kapsamına alacak şekilde yapılması ki bu durumda, AİHM’in Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin çeşitli hükümlerini ihlal ettiği gerekçesiyle mahkûm etme olasılığı var. Sonuçta terörle mücadelemize büyük zarar vereceğini düşündüğüm böyle bir olasılığı aklıma bile getirmek istemiyorum.
Türkiye bugün Fransa ile karşılaştırılamayacak ölçüde terör tehdidi altında bulunuyor. Kabul etmek gerekir ki tarihinde ilk kez de terörle ana hatlarıyla demokratik bir mücadele yürütüyor. Bu mücadeleyi olağanüstü önlemlere ve hukuki zorlamalara sapmadan, hep demokratik hukuk devletinin araçlarıyla yürütmeye devam ettiği sürece başarılı olmaması mümkün değil. İşte teröristi vatandaşlıktan çıkarma konusunu da, artı ve eksileriyle bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor.