Ana SayfaYazarlar(3) Sol ve “barış” geleneği

(3) Sol ve “barış” geleneği

 

[12 Nisan 2016] Bazı arkadaşların ister istemez bir idrak sorunu olacak. Kolay değildir elbet, alışılmış formülleri ve hazır kimlik tanımlarını tekrarlamak yerine düşünmek. “Kutunun dışında” (outside the box) ve özellikle cemaatin dışında, mahallenin dışında düşünmek.

 

Buna rağmen ve hepimizin canını ne kadar acıtırsa acıtsın, dürüstçe sorulması gereken sorular şunlar: (1) Sol nereye kadar ve ne ölçülerde barışçı olageldi? Tutarlı bir barış geleneği oldu mu? Yoksa, zaman içinde kendi kavga ve savaş kültürünü oluşturdu da biraz buna mı barışçılık dedi? Hangi tarihî ve siyasî konjonktürlerde, hangi tarafta yer almayı barış taraftarlığı olarak adlandırdı? Barışı esas alan herhangi bir eleştiriyi öncelikle kendisine yöneltti mi?

 

(2) En azından günlük politika düzleminde, barış konusunda bir çifte standartlılık oluştuysa, bunu basit ve yüzeysel bir oportünizm  gibi mi anlamak lâzım? Yoksa daha derin ve felsefî köklerinden söz edilebilir mi? 19. yüzyıl ortalarından itibaren Avrupa’da başgösteren “yeni zihinsel sertleşme”de Marksizmin payı neydi? Veya şöyle soralım: Batı düşüncesi ve siyasal hayatında beliren “kan ve demir” realizminden sağ, giderek aşırı sağ, proto-Faşizm ve nihayet Faşizm beslendi de, sol, giderek aşırı sol, proto-komünizm (Marksizm) ve nihayet  Komünizm (Marksizm-Leninizm) hiç mi beslenmedi? 1850-1914 arasında belirli bir fermentasyon var Avrupa’da. Bir yığın fikir havada uçuşuyor, birbirine karışıyor. Bunlardan bazıları sadece sağ tarafından benimsendi de solu hiç etkilemedi, şekillendirmedi mi? Sonuçta karşımıza Faşizm ve Nazizm diye bir heyûla çıktı. Leninist, Stalinist, Maoist varyantlarıyla Komünizm, İkinci Dünya Savaşı’nda ölesiye çarpıştığı Faşizm ve Nazizmin, zihinsel yapısının bazı boyutlarıyla ne kadar düşman kardeşi, aynadaki aksi, ruh ikiziydi?

 

1128’ler bildirisini hazırlayanların Barış için Akademisyenler diye anılması, bildirinin kendisinin de bir barış çağrısı olarak sunulması, somut gerçeklere o kadar aykırı ki, insana allah allah, bu nasıl bir barış böyle dedirtiyor. Sonuçta PKK’nın savaşına kol kanat geriliyor olması, ne biçim bir barış anlayışı? Bu barış/çılık nereden geliyor, nereye gidiyor? “Münferit bir olay” mı, esaslı öncel ve öncülleri var mı? Barışa dair yalan söylemek, köklü bir alışkanlığı mı solun? Bu bir çorap söküğü, Sarkan ipliği bir çekiyorsunuz. Yukarıdaki bütün diğer sorular peşpeşe geliyor.

 

Bu yazıyı özellikle burada kesiyorum. Böyle kalsın ve bir gündem oluştursun, üzerinde düşünelim ve hazırlanalım diye. Kendi cevaplarımla devam edeceğim.  

 

- Advertisment -