Ana SayfaYazarlarAh, yalan dünya

Ah, yalan dünya

Ah yalan dünya, vah yalan dünya.

Yalanlığı sanal olan dünya.

 

Face duvarında İlhami Pektaş paylaşmış, aşağıdaki yorumu, sanki taş duvar üstünde gül bitmiş…

Ne derece doğru,  bilemem, bu bağ-bahçede paylaşılan çoğu şeye kuşkuyla yaklaşmalı, ama,yak ıştırmaysa bile güzel, üstelik  bunları söylediği varsayılan Müşfik Kenter sözcüklere  döksün dökm esin böyle düşünüp, böyle söyleyecek  esaslı adam…(Di’li geçmiş kipi kullanamadığımız kişizade .)

 

Tiyatronun usta sanatçısı, hayatın dört başı mamur kişisi, ömrün bütün cephelerinde madalyalı bir gazi.Gazası, sahne ve sevda elbet…Ülkenin neresine sanat etkinliğine gitsem, sahneye gönül ver  miş hangi dost ve gençle konuşsam, mutlak Müşfik Kenter eli, desteği duydum. Bunu şan olsun diye de  yapmaz üstelik.Yapar, unutur, görmezden gelir, söylemez. Vefalısına çattıysa, yıllar sonra, usta dünya değiştirdikten sonra bile, anlatır…Yalan dünyadan göçtükten sonra , ardından böyle  söylenmesi ne güzel…

Onun adına açılmış bir sitede yazılmış, yahut bir hakbilir  söylemiş olabilir.

Bilmediğim bir yazısı olabilir, yakıştırma ise de yadırgı durmaz …

“Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
Hiç vaktiniz yok; "Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"…
Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar…
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.

Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum! Hangi tuş daha etkilidir , sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyuma keyfini? Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?

 İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz, maille arkadaşlarınıza? Sevgiyi tuşlarla mı yazarsı nız? Sevmek için hangi tuşlara basmak gerekir?

Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman? Doğayı bilgisayarlarına döşeyen ler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını? Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında? Koklamak, duymak, dokunmak yok mu yaşam skalanızda? Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?"

Müşfik KENTER

………………………………………………

Dostluğu mu arıyoruz klavyede, monitörde, paylaşım sitelerinde, yoksa bize benzeyen öteki yalnızları mı?Çoktan yitirdiğimiz doğayı mı?Yalınlığı mı, hayatın ritmini ve müziğini mi?Şirketleşmiş aşkı , arkadaşlığı mı?

Kopyalayıp yapıştırdığımız olsa olsa eli ermezlik , hüzünbazlık…

Sevmenin tuşu olur mu? Olmadığını biliriz ,gene de ‘ya varsa?’ umudundayız, umar, umsuruk oluruz.

Ki biz, bu yeni zamanların kişileri, sevmekte, yazmakta, doğayı anlamakta, ona karışmakta, dostlukta ve vefada, acıda, ayrılıkta taa en başından çaresiz değil miyiz zaten?

Gerçeğiyle başedemediğimiz hayatın,  tutup (kendi sahimiz sandığımız)  sanalını deniyoruz ya , hazin olan bu, umutsuzca debeleniş, çareleri tüketiyor, elbet kul kurarken kader gülüyor…

Bu sanal dünyada ne siyasetçinin ne sanatçının sahicisine yer var…

Paylaşım sitelerinin insanlarının sahicisi ve sanalına da yer yok. Var, aslında, ama, onlar yok. Yokluklarını, hiçliklerini farkediyor olsalar zaten tutma adlarla, tuhaf etiketlerle arz-ı endam etmezler paylaşım sitelerinde.Hayatta yokum, akılca zaten yokum, bari bu uysa da uymasa da paylaşımlarla, sahte kimlik ardına saklanarak var olduğumu sanayım, diyor olabilirler.

 

Yalan adlarla açılmış bu face hesapları, desteksiz küfür için…Küfür öylesine mutlu ediyor ki kimilerini, gerçek adlarıyla bile etmekte sakınca görmüyorlar, bu daha da acıklı.Küfrünün farkında olamayacak kadar uçmuş olanlar hepten tuhaf.

 

Ardına saklandıkları, vasatlık ve geriliğin çakılmayacağını sandıkları  bu naylon insanların gerçek kimliklerine dair ipucu vermeyecek, hesap sorulamayacak tutma /sanal kimlikler…

Günübirlik aşklar ona aşk demek yanlış, günlük azmalar, onlar.

Ve ona aşk deme zavallılığı…

 

Nur içinde yat, ermiş Neşet Ertaş, ‘sevda sır’ınan olur’ dedin ya, birliği edeple savunup, bir engin gönüllü sazınan kalpleri helak ettin ya, helal olsun sana ve senin adamlığına…Sanki hiç yaşamamış, hiç çalıp söylememişsin, birkaçı geçemeyen benzerin gibi, hiç mi mayalanmaz bu toprağın insanları, bu esaslı kişilerden, onların yapıp ettiklerinden? Ama yok, devir sanal devir, cilalı sanal  çağı.

 

Tıpışın, şefkatin, esirgeyişin, nasılsın’ın yürürlükten kalktığı, sanat ve hayatın ustalarının  farkına gereğince varamadığımız   zavallı zamanlardayız…Hoş, zamanın suçu ne, onu ziyan zebil eden , insanın akılsınız, ham’ı, yontulmamışı, kendini bir şey sananı, kötücülü, eğitilmemişi, kökünden görgüsüzü.

 

Tanrının  ‘Kün’ dediğini varsayıyoruz, ‘aşk ile ol!’ buyurmuş olamaz mı?

Bütün dinler ‘oku!’ buyruğundan önce, ‘ilkin yaz, sonra oku!’ demiş olamaz mı?

Ötekinin canına oku denmedi herhalde…

Peki, nedir bu durmaksızın cana okumaklar? Bu küfr’ler bu ahmaklıklar?

Bir okul etkinliğinde sormuştu gençler, ‘ insanlar kaça ayrılır?’ diye…

Hınzır soruydu, sıkı soruydu. Bir an duraksadığımı hatırlıyorum, bir gülüş kadar kısa…

Üçe, dedim.

Onlar da güldü ve elbet sordular, ‘nasıl?’

Kadınlar, erkekler, anasının gözüler, dedim. Usta bir mizahçımız vardı  toplantıda, o bile güldüydü.

Gülelim diye demediydim oysa…Hala öyle düşünürüm.(Belki insanımsılar’ı da ekleyebiliriz)

Şimdi düşünmeden edemiyorum, bu etkinlikten  çok sonra, o anasının gözüler günübirlikçiler kadar, farkederek yahut etmeyerek işbirlikçi olanlar mı diye?

Siyasetçilerin sahici olanı olmayanı üstüne düşünüyorum, epeydir.

O da yalan ve sanal sınıflaması elbet.

Sahici  olanlar apaçık, zaten halk onları izliyor.

Demirel peki? Halkın en içinden gelip, sahici olma koşullarından bir yahut birkaçını taşısa da, teslimiyet safını yeğleyen?…Demek sahicilik de yetmiyor, sahi oluşunu sahiplenmek gerekiyor.

Beğenelim beğenmeyelim, gerçek bu.

Ha bir de kurmaca olan siyasiler, olsa olsa umutsuz vak’a çırak olan, bunu bile eline yüzüne bulaştıranlar, Sunalp gibi, Çiller gibi, habire karavana atan gibi…

Lider aranıyor!

En az çırak deneyimi şarttır…

Siyasi çıraklık ve tutarlılık olmazsa olmaz.Sahicilik de öyle…

Gerisi laf-ü güzaf,  boşuna figüranlık.

Ah yalan dünya, sanal siyaset…

Onu da siyaset erbabı  yahut sahici gazeteciler , yani kimseye minneti olmayan, doğruyu gören, bilen, anlatan, vicdanlı olanlar yorumlasın, yazsın, biz şöyle duralım …

Bakın dışarda bahar…Arılar da konmaz oldu pürene, şükür olsun bu dünyayı  verene, yazıklar olsun siyasetçinin çakmasına…

Haklısınız, geçti Bor’un pazarı…

Yaşasın herşeyin sahicisi, yalan dünya da yaşasın…

Kahrolsun sanallar, iki arada bi derede kalan yalancılar, sahtekarlar, riyakar , kötüler, hainler, küfürbazlar, halkın , vatanın, barışın, çocukların, baharın ve umudun düşmanları…

 

 

- Advertisment -