Oktay Arayıcı’nın Rumuz Goncagül oyununu bilirsiniz. Arayıcı önemli yazar, seyirlik oyun geleneğine yaslanarak, geleneksel kalıbı kopyalamadan biçim ve içeriğini yenileyip, 70’li yıllarla 80’leri içe işleyen öykü diliyle yazıp, toplumcu gerçekçi tiyatroyu geleneksel renklerle nakışladığı oyunlarıyla gönüllerde kalıcı bir yer edindi. Tiyatromuza yeni bir soluk getirdi.
Çağdaş bir ortaoyunu, Rumuz Goncagül… Dul İnsaf hanımla kızı Gülsün komedinin esas kızı ve kadını. İnsaf hanım, kızının mürüvvetini görmek ister. Komşusuna uyup, bir gazetenin gönül postasına rumuz Goncagül olarak mektup yazar,
"Aile kızıyım, ev işlerini becerir, güzel yemek pişiririm. İlk okul mezunuyum. Babam vefat ettiği için annemle, kendi evimde oturmaktayım. Ahlâklı, geçimliliği olan biriyle evlenmek istiyorum. İç güveysi de olabilir. İsteklilerin Goncagül rumuzuna yazmaları" der. 261 koca adayı yazar. Ana kız taliplerle görüşmeye başlar. Bu iki kadında Kavuklu ile Pişekar’ı izletir Arayıcı bize, ki bu bir yeniliktir… Gazetenin muhabiri Sıtkı, Gülsün koca bulurken, kendinin de sıkı bir röportaj patlatacağını umarak, onların evine kiracı olur.
Arayıcı o yılları ve toplumu resmeder, usta fırça darbeleriyle. Hem sahicidir bu resim hem eğlendirici…
Bu esaslı oyun, pek çok kere sahneye kondu, ne oyun eskidi ne seyirci usandı. 80’lerin sonunda filme de uyarlandı.
Bu girizgahı niye yaptığımı arzedeyim: Serbestiyet’te yazacağımdan okurları haberdar eden resimdeki kendimi Rumuz Goncagül pozunda gördüm de, ondan…
Bu benim ansızın resmedilmiş halimdir, Istanbul Taksim’de bir kahvede. Aynı ortamda masa komşusu olduğum bir yazarın pek edalı pozda oturuşunu taklidimdir. Resmimle çekiş ededurayım, en çok değerlendirilen de o oldu… Eh, epey de yaş almış bulunuyoruz, ey hazirun, 15 yıl önceki bu resimde zaten saçlar almış başını gitmiş, densiz kırmızı… Yüksek huzurlarınızda Rumuz Goncagül…
Ortada ne rumuzlu muhabbetler kalmış, ne bir kıza 261 talip. Bir tane bile düşmüyor… 7 Kocalı Hürmüz’den, 261 talipli Gülsün’den geldiğimiz nokta sahiden iç sızlatıcı, bire sıfır…
Şimdi mektuplar da rumuzlar da tuhaf…
Mektup mu kaldı ortada?
Mektubu geçiniz… Bu ekran üzre yazılanlar mektup sayılmaz. Postacı da reklamlara ve fatura taşımaya ayarlı. Nerde bizim sokak aralarını ve kalpleri coşturan postacılarımız?
E peki rumuzcular?
İşte onlar aynen, misliyle ortalıkta, bir tuhaf ortaoyununda.
Rumuz Goncagül oyununa taş çıkartıyor onlar.
Oyun başlarken rolleri farklıydı, oyunun ortasında bir baktık önceki replikler ve taşıdıkları karakter yer ile yeksan olmuş… Nereye gitmiş bizim ilk kahramanlar? Niye başka ağız konuşuyorlar? Bu kahramanlar naylondan mı ne? Sırtlarına tüfek mi dayanmış? Komşu tiyatronun sahnesinden bu sahneye mi aktarılmışlar yoksa? Bu diller nerden araklanmış?
Şu Rapunzel saçlısı öteki mahallenin şeysi değil miydi? Paraşütle mi attılar bu sahneye? Ki, kraldan çok kralcı…
Esas oğlan dımbırdatıyor ama ne sazı saz, ne sözü söz…
Kendileri olmak ağır gelmiş olmalı, rumuz edinmişler, rumuz nadide olarak yola devam etmek zorundalar, başka yolu yok! Teröre terör diyemeyen dillerine kargış…
Yalnız esas oğlan değil, kadrodaki kadınlar da erkekler de hayata ve gerçeğe ters duruyor, yanlış konuşuyor.
Tüfeklerin önünde aman barış, canım barış diye ağıtlanan oyuncuyu hele hiç sorma anacım…
Oyun eleştirmenleri de oyunu beğenmeyen seyirciyi topa tutuyor.
Yok, ben siyaset yazmıyorum, masal anlatıyorum…
Masal anlatanlarınız çok olsun…