Ana SayfaYazarlarUyanık kalplerin kültürel iktidarı*

Uyanık kalplerin kültürel iktidarı*

 

Sınır, bir belirlilik sağlar. Müphemlik denen karabasanı çizginin öbür tarafında tutar.

 

Yolun ortasındaki çizgiler arabamızla yolun neresinde seyredeceğimizi  belirler ve bu hayati bir konfordur.

 

Uyku ile uyanıklık arasında da bir sınır mevcuttur. Uykudayken kendini gerçeğin içinde, uyanıkken de rüyada olduğunu sanmak, rüyaların en korkuncudur.

 

Hayal dünyası ile gerçek arasında da bir sınır vardır. Bu sınır kalktığında hayalinde canlananları hakikat bilen, kendini kandırmanın en iyi yolunu seçmiştir.  

 

Sarhoş, sarhoş olduğunun idrakinden mahrumdur ve saçmalamalarını en felsefi düşünme olduğuyla avunur.  

 

Vehimle hakikat arasında hep bir çizgi, yani bir sınır vardır. Bu sınırın belirsizleşmesi postmodern çağın vaadidir.   

 

Postmodern çağ insana sınırları aşarak sınırsızlığı vadetti. Sınırların yıkılması, egonun hoşuna gitti. Karışan eden yoku. Ne isterse yapabilirdi, yapmalıydı insan. Can sıkıcı kurallar kalktığında, insanoğlu bu kez onu dehşete düşüren müphemlike tosladı. Sınırsızlığın egosal hazzı müphemliğin sınırsız kaygısı içinde eridi gitti.

 

''Ne olduğu açıkça anlaşılmayan'' manasına gelen müphemlik çağımızı anlatan en önemli kavramlardan biri oldu.  

 

Sınırsızlığın özgürleştireceği iddiasından beslenen postmodern sanat ulaşamadığı estetik ve yücelik duygularına nefesi yetmediği için bayağılığı yüceltmeye yöneldi, sanatsal aktivite ile gerçek dünya arasındaki sınırı zorladı. Ortaya çıkan belirsizliği, müphemiyeti postsanat olarak pazarladı. Kimileri pazardaki çürük elmaları sanat diye satın aldı kimileri elini bile sürmedi.

 

Misal, dünyanın dört bir yanından büyük sanat galerilerinin katıldığı ''Art Basel Miami Beach 2015'' adında uluslararası bir sanat fuarında, bir kadın tablolardan birini inceleyen bir başka kadının yanına sokulup ona bir omuz attı. Öteki kadın bunun bir kaza olduğunu varsayarak oradan uzaklaştı. Tam başka eseri incelemeye başlamıştı ki gene aynı kadın burnunun dibinde bitti. Aynı şey tekrarlandı. Bu olay büyük sergi alanında bir odadan diğerine sürdü ta ki bu tacize dayanamayan kadın  çıkışınca, saldırgan  elindeki küratör bıçağını kadının boynuna ve koluna  sapladı.

 

İnsanlar bu olay karşısında kıllarını bile kıpırdatmadılar. Hepsi de yerde kanlar içindeki kadına yardım etmeden öylece seyrediyordu. Görgü tanıklarından biri daha sonra yapacağı açıklamada, yaşananların bir performans ve yerdeki kanın da sahte olduğunu sandıkları için müdahale etmediklerini söyleyecekti.

 

Yerleştirme (enstalasyon), belirli bir mekan için üretilen, mekanın niteliklerini kendine anlam katmak için kullanan ve izleyici katılımına ihtiyaç duyan bir sanat türüdür. 20. yy'ın sonlarına doğru postmodern sanatla birlikte ortaya çıkmıştır. En önemli özelliği üretilen eserlerin değeri ve anlamından çok bir mekan içinde önem kazanmasıdır. Bahsini ettiğim olayda sergideki insanlar bu olayı özel bir mekan içinde, bir sergi mekanında  algıladıklarından gerçeği kurgu zannettiler.

 

Bir haber sitesinde yer alan aktardığım bu tuhaf olay bana,  sanat eleştirmeni Donald Kuspit'in ''Sanatın Sonu'' adlı  kitabında bahsini ettiği başka bir hadiseyi anımsattı. Bu hadise, aktardığım bu olayın tam aksi bir nitelik taşıyordu.

 

2001 yılında, pahalı işleriyle tanınan popüler İngiliz sanatçı Damien Hirst'in bir sanat galerisinin vitrinine yerleştirilen ''Yerleştirme (enstalasyon)'' çalışması için aynı gece  bir kokteyl düzenlenir. Yenilir içilir. Kokteyl bittiğinde geriye artıklar, çöpler kalır. Sabah erkenden galeriye gelen temizlikçiler, partinin artıklarını temizlemeye başlar. Bu arada temizlikçilerden biri Damien Hirst'ün eserini de dünün artığı addederek çöp poşetinin içine bırakıverir.   

 

Hirst'in enstalasyonu atıklar, eski eşyalar, sigara izmaritleri ve tuvalet kâğıdından oluşuyordu ve açılıştan arta kalan boş şişelerin, buruşuk kağıtların arasında hiç de sırıtmıyordu. Onu diğer çöplerden ayırt edemeyen temizlikçi de eseri asıl ait oldu yere yerleştirmişti, çöpe.  Ve olay üzerine yaptığı açıklama da yeni bir tartışma başlatacak gibiydi: "Bana buradakiler hiç de sanat eseri gibi görünmedi." Adeta, ''yerleştirme'' sanatı öyle değil böyle icra edilir demişti yaptığıyla.

 

Aktardığım birinci hadisede gerçekte o an olmakta olan, performans olarak algılanırken ikincisindeyse performans, hakikat olarak algılanıp çöpe gitmiştir. Her ikisinin ortak özelliği, dış dünyada gerçekten var olanla sahnelenen şey arasındaki çizginin muğlaklaşmasından doğan belirsizliktir.

 

Hayatın birçok alanında olduğu gibi, irfanını kaybetmemiş, idrak sahibi sıradan halk, bilerek ya da bilmeyerek, ''belirsizlikle'' kirlenmemiş zihinleriyle bu postmodern sanata meydan okuyor. Kalbi uyanık olanlar –  galerideki temizlik görevlisi gibiler-  kendilerini uyanık sanıp kalbi derin bir uykuda olanların sanatını hak ettiği yere, çöpe göndermesini biliyor. İşte bu, kalbi uyanıkların kültürel iktidarıdır.  

 

* Bu yazı Cins dergisinin Şubat sayısında yayınlanmıştır.

 

 

 

- Advertisment -