Ana SayfaYazarlarRojava, çözüm süreci, holist yaklaşım

Rojava, çözüm süreci, holist yaklaşım

 

Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa isimli kitap Avrupa’da yayınlandıktan sonra çözüm sürecine dair tartışma alevlendi.

 

Tartışmanın “bir doğru vardır ve bunun elde edilebileceğinden şüphe etmemek gerekir kanısına varılmadıkça mutluluğa ulaşılamaz” mantığıyla yürütüldüğünü söyleyemem.

 

Sanırım Augustinus’un yukarıda ifade ettiğim “mutluluk” tanımına ulaşamamamızda, entelektüel etkinliği siyasi propagandadan koruyamamamız etkili olmaktadır.

 

                                                                               *          *          *

 

Tartışmaların odak noktasını Rojava oluşturmaktadır. Rojava’da meydana gelen gelişmelerin ve Rojava’nın yarattığı ruhun çözüm sürecini etkilediği görüşü sıklıkla ifade edilmektedir. Ben de bu düşünce kümesinde yer alanlardanım. Ancak bu seçeneği ele alırken oluşturduğum bakış açısı ile genel ortalamadan ayrışmaktayım.

 

Tartışmaya girerken “Rojava’ya bakış açısı” kadar Rojava’nın oluşturduğu “fikriyat”ın da önemli olduğunu belirtmek gerekir. Eğer sadece Rojava’ya bakış açısı etkili oldu şeklinde bir argüman ileri sürersek, bu tezinizden “iktidar ve devlet süreci bozdu” sonucu çıkar. O zaman “KCK’nin Rojava’da elde ettiği kazanımlar ve yarattığı başarılar çözüm süreci üzerinde hiç etkili olmadı” sonucunu örtülü bir şekilde ileri sürmüş oluruz.

 

Evet, Rojava çözüm süreci üzerinde etkili oldu. Ancak bu sonuç devletin Rojava’yı gerekçe gösterip tutum ve tavır değişikliğine gitmesi yüzünden oluşmadı. Daha çok, KCK’da çözüm sürecine yönelik tutum ve tavır değişikliği yaratması üzerinden oluştu. Ancak devlet de Rojava okumasını paranoya düzeyine varan korku üzerinden oluşturdu; iktidar  bu korkuyu iç siyasette dolaşıma çıkardı.

 

Rojava’nın dört sonucu

 

6-7 Ekim 2014’de cereyan eden ve 50’yi aşkın yurttaşın ölmesine yol açan olaylara kadar, Rojava sürecin bir dış değişkeni idi. Sonucu etkileyen faktör düzeyinde değildi. Çünkü Türkiye kanton ilanlarını belli bir mesafede durarak ne fazla benimseyerek ne de karşısına alarak karşıladı.

 

Ancak Rojava 6-7 Ekim olaylarından sonra sonucu etkileyen ve doğuran içsel bir değişken haline geldi. İç değişken haline gelmesi dört şekilde gerçekleşti.

 

İlki, kitlesel olaylara gerekçe oluşturması; ikincisi, kantonların birleştirilmesi; üçüncüsü, Rojava’daki kent savaşı deneyiminin Türkiye’ye uyarlanması için bir model oluşturması; dördüncüsü, devletin ulusal güvenlik kaygılarını arttırması…  Bu dört faktör Türkiye’nin iç istikrarı ve güvenliğini ciddi şekilde etkiledi.

 

KCK, Rojava kazanımlarının Temmuz 2014 tarihinde başlayan DAEŞ saldırıları ile ortadan kaldırılması tehlikesini Türkiye’ye fatura etti. Kitlesel tabanını mobilize ederek, devletin çözüm süreci ile Kürtlerin iyiliğini istediği tezini itibarsızlaştırdı.

 

Hem DAEŞ saldırıları karşısında Türkiye’den kendisine yardım eli uzatılmamasını gerekçe göstererek, hem de uluslar arası prestiji arkasına alarak, Tel Abyad hamlesi ile kantonları birleştirme girişimini başlattı. Devletin buna itiraz etmesi üzerine de Rojava’daki kent savaşları deneyimini Türkiye’ye taşıdı. Türkiye’nin kentlerinde savaş sürerken de savaşın ancak demokratik özerkliğin kabulü ile durabileceği tezini seslendirdi.

 

Eğer Rojava’nın süreç üzerindeki etkisini oluşturan bu seçenekler içinde, devletin ulusal güvenlik yönünde duyduğu kaygıları seslendirmesini öne çıkarır ama diğer seçenekleri ortaya koymazsak, ağaçlardan ormanı görünmez kılmış oluruz.

 

Üç kırılma noktası

 

Rojava’nın çözüm süreci üzerindeki etkisi hiç kimse tarafından yadsınamaz. Ancak çözüm sürecini etkileyen tek parametre olduğu konusunda farklı tezlere de açık olmak lazım. Bunun için diğer parametreleri de bulmak ve bu parametrelerin süreçle korelasyonunu kurmak gerekir. Çözüm sürecinin tarihçesi düşünüldüğünde, Rojava’nın sürecin tek belirleyici bileşeni olmadığı görülecektir.

 

Yedi yıllık geçmişi bulunan çözüm sürecinde üç kez kırılma yaşandı. İlk kırılma noktası 2009-2011 yılları arasında meydana geldi. Öcalan’ın 2010 yılında hazırladığı yol haritası üzerinde “istişareler” başladı. Devlet içinde örgütlenen, denetlenemeyen otonom yapının verdiği iktidar kavgası, bu süreci boşa çıkaran temel neden oldu.

 

İkinci kırılma noktası “Demokratik Barışın Eylem Planı” oldu. 22 sayfalık plan Öcalan tarafından 13 Şubat 2013 tarihinde üç aşamalı olarak ilan edildi. Birinci aşaması 7, ikinci aşaması 5, üçüncü aşaması 7 maddeden oluşan plan, birinci aşamada çatışmasızlık ortamının sağlanmasını, ikinci aşamada anayasal ve yasal bir sürecin geliştirilmesini, üçüncü aşamada normalleşmeyi içeriyordu. Taraflar en geç Haziran 2013 tarihine kadar çatışma alanlarından anlamlı bir geri çekilmeyi hedefleyecekti. Ancak plan KCK’nin Eylül 2013 tarihinde geri çekilmeyi durdurduğunu açıklamasıyla sonuçsuz kaldı. KCK gerekçe olarak pusulama, baraj ve karakol yapılması, demokratik kitle eylemlerine müdahalede bulunulması, geri çekilme için bir yasanın çıkarılmamasını gösterdi.

 

Gözden kaçan iç değişken

 

Üçüncü kırılma noktası Öcalan tarafından Kasım 2014’te oluşturulan müzakere çerçevesi taslağıydı. Öcalan “Demokratik Barış Planı”nın hayata geçmediğini görünce süreci formatlayarak  ivme kazandırmak için bu taslağı hazırladı. 4 ana başlık, 66 alt başlıkta hazırlanan taslak taraflarca uygun görüldü.

 

Gazeteci Amed Dicle’nin ANF’de çeşitli tarihlerde kaleme aldığı yazılara göre, 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de açıklanan 10 maddelik çerçeve metin bu taslağın özetiydi. 21 Mart 2014’te KCK’ye yapılan silahsızlanma kongresi önerisi de bu müzakere çerçevesi taslağının bir gereğiydi. Ancak taslak hayata geçmedi.

 

Burada biraz durup bunun ne anlama geldiğinin spekülasyonunu yapalım. “Türkiye Rojava’yı tanımadı, o yüzden süreç çöktü” tezi geçerli olsaydı, o zaman KCK bu taslağı neden uygun görsündü? Çünkü taslak tam da Rojava konusunun çok sıcak bir gündem oluşturduğu zamana denk gelmişti.

 

Diğer taraftan taslak tam da Rojava’nın artık dış değişken olmaktan çıkıp iç değişkene dönüştüğü âna rastladı. Gerek devletin gerekse Öcalan’ın bu durumu “gözden kaçırması,” taslağın kadük olmasının nedeni olarak görülebilir mi?

 

Bütün, parçadan farklıdır

 

Amacım, önyargı kimyasına bulaşmış bir ruh terkibiyle çözüm sürecini ele almak değil. Maksadım bizi aydınlatacak hakikate ulaşmak. Sanırım çözüm sürecini değerlendirirken değerlendirmeyi hangi metodoloji üzerine inşa edeceğimiz konusu önemli.

 

Sadece Rojava’yı, Rojava konusunda tarafların dile getirdiği hassasiyetleri görünür kılıp diğer parametreleri görmezden gelmek bizi doğru sonuçlara götürmeyebilir. O zaman tek parçadan yola çıkarak bütünü tarif etmiş oluruz.

 

Yukarıda değişik parametrelerini ve kırılma noktalarını göstermeye çalıştığımız çözüm süreci, daha holistik (bütünselci) bir perspektiften ele alınıp değerlendirilmelidir.  O zaman görülecektir ki çözüm sürecinde bütün, kendisini oluşturan parçalardan farklıdır.

 

Aksi halde Augustinus’un “mutluluğuna” ulaşamayacağımız gibi, çözüm sürecini de reddedilmiş bir geçmişin mirasına dönüştürmüş oluruz.

 

- Advertisment -